Avrupa’da, XXI. yüzyılda, diğer Avrupa ülkelerinin sömürgesi olan Avrupa ülkelerinin bulunduğu alışılmadık bir durum var. Raul, halka daha adil, daha dinamik bir ekonomi sağlamak için demir yumrukla büyük bir temizlik yapmakta. Yararlı ahmaklar, bunun, şimdi her şeyin kaos içinde olduğu Libya deneyimini tekrarlayan emperyalist bir çaba olduğunu anlamadan sürekli Suriye’yi suçluyorlar Uruguay’da yayın yapan CX […]
Avrupa’da, XXI. yüzyılda, diğer Avrupa ülkelerinin sömürgesi olan Avrupa ülkelerinin bulunduğu alışılmadık bir durum var. Raul, halka daha adil, daha dinamik bir ekonomi sağlamak için demir yumrukla büyük bir temizlik yapmakta. Yararlı ahmaklar, bunun, şimdi her şeyin kaos içinde olduğu Libya deneyimini tekrarlayan emperyalist bir çaba olduğunu anlamadan sürekli Suriye’yi suçluyorlar
Uruguay’da yayın yapan CX 36 Radio Centenario isimli radyo istasyonundan Efraín Chury Iribarne’nin James Petras ile 30 Ocak 2012 tarihinde yaptığı haftalık söyleşi:
(…)
Chury: Her zaman olduğu gibi çalışmamıza devan ediyoruz, çeşitli konular üzerinde çalışmakta olduğunu tahmin ediyorum. Petras, seni dinlemekten mutluluk duyuyoruz…
Petras: Evet, çeşitli konularda. Zamanımız olursa genişçe yorumlayabiliriz ve farklı konulara değinebiliriz. İlk olarak Yunanistan’daki son gelişmeler hakkında yorum yapabiliriz. Almanya hükümeti, daha doğrusu Birliğe egemen olan Almanya, Fransa ve İngiltere, Avrupa Birliği ülkelerine Yunanistan’daki yerel makamların yerine bir Komiserliğin dayatmalarını önerdiler. Hükümetin gelirleri ve harcamaları konusunda son sözü söyleyecek bir yönetici gibi. Yani, Avrupa’daki iktidarlar Yunan kuklalarına güvenmiyorlar ve kuklaların halka çok fazla taviz verdiklerini söylüyorlar. Bu arada Yunanistan’da halkın büyük kesimi işsizlik ve krizden mustarip ve Avrupalılar bunu yetersiz buluyorlar ve de ekonomik sürecin tam kontrolünü ele almak istiyorlar. Tabii ki onlar, Yunanistan’ın sağlık, eğitim, gıda vb diğer giderlerden önce bankalara para ödemeye devam etmelerinin birinci öncelik olduğunu dile getiriyorlar. Almanlar, şayet gerekirse, yunanlıları öncelikle bankalara ödeme yapmaya ve sonra yiyecek almaya zorlanmak gerektiğini söylüyorlar. Ve bunun sonucu, yunan kuklalar tamamıyla yerlerinden edildiklerini hissetmeye ve bu yüzden kızgınlıklarını ifade etmeye başladılar. Bunlar ne demek istiyorlar? Kuklalar, Avrupa ile uyum içinde çalışmaya hazırlarken. Şimdi Avrupa, özellikle Almanya, yetersizsiniz diyor ve mucize bir çözüm bekliyor. Artık onlar yönetiyor, bu yüzden Güney Avrupa ülkeleri, yeni-sömürgeleştirmenin başka bir biçimi olarak kuzey ülkelerinin yönergelerini takip ediyor.
Bazı Avrupa ülkeleri artık diğerlerinin sömürgesi
Önce, yönetmek için seçilmemiş bir teknokratı dayattılar. Ardından bizzat kendileri teknokratın yetersiz olduğunu ve Kuzey Avrupalıların, doğrudan herhangi bir geliri ve her türlü giderleri kontrol altına alacak bir politikayı dikte etmesi gerektiğini ifade ettiler.
O halde, Avrupa’da, XXI. yüzyılda, diğer Avrupa ülkelerinin sömürgesi olan Avrupa ülkelerinin bulunduğu alışılmadık bir durum var. Biz böylesi bir durumu en son egemen ülkelere kendi kararlarını dayatan Nazi hükümetinde gördük. Bu ilk yorumum: Avrupa’nın içinde, güneyin bağımlı ülkeleri ile kuzeyin emperyalist ülkeleri arasında emperyalist politikanın nasıl ilerlediği.
Dikkate almamız gereken ikinci öğe İran. Avrupa ülkelerinin ilan ettiği ambargoyu önceden tahmin etmenin bir yolu olarak İran bugün Yunanistan, İspanya ve İtalya’ya yaptığı petrol ihracatını kesebileceğini açıkladı. Avrupa’nın emperyalist ülkeleri, yine Avrupa’nın güneyine zarar verecek kararlar almakta. İran’ın ihracatını kısıtlamasını umursamıyorlar. Çünkü onlar Suudi Arabistan, Rusya ve başka yerlerden petrol alıyorlar. Bu nedenle, şimdi bir tehlike var; Avrupa’nın İran’a uygulayacağı ambargoyu resmen ilan etmesi durumunda, İran ihracatı kesecek ve Avrupa’yı krize sokacak, en azından Avrupa’daki mevcut katastrofik durumu daha da derinleştirecek. Bu, İran’ın emperyalist ülkelere teslim olmaya istekli olmadığını gösteriyor. İran, Avrupa’ya bağımlı değil, Asya’ya petrol ihraç edebilir. Avrupa, İran pazarının sadece yüzde 25’i oluşturuyor. Şayet Avrupa, Amerika İmparatorluğu’nun liderliğinin peşine takılarak ambargo uygularsa, Çin, Hindistan ve Asya’nın diğer ülkeleri İran’dan daha fazla petrol alacaklardır. İran, saldırılara dayanma, savunma önlemleri alma ve emperyalizme karşı koyma kapasitesine sahip olduğunu bir kez daha gösterdi.
Ve bunun da ötesinde, İran’ın nükleer silah programı geliştirdiğini defalarca duyduk. Oysa İran, bugün, Birleşmiş Milletler’in müfettişlerinin herhangi bir nükleer tesise gidebilmeleri, herhangi bir bilim adamına soru sorabilmeleri ve herhangi bir dokümanı inceleyebilmeleri için izin vermeye hazır olduğunu açıkladı. Bu, İran’ın şeffaflığını ve kampanyalar yürütmek için başta ABD olmak üzere İsrail ve diğer ülkelerin suçlamalarının nasıl sahte ve uydurma olduğunu gösterir. İran’da nükleer silah geliştirme programı olmadığı konusunda tüm uzmanlar fikir birliği içinde. Fakat ABD bunu yakın zamanda yapabileceğini söylüyor… Kendi günlük bütçe politikalarını nasıl yöneteceğini bilmeyen ABD geleceği nasıl biliyor? Bu noktada yine bizler, emperyalist dünyanın tüm saldırganlığına karşı İran’ın bağımsız bir ülke olarak varlığını sürdürme hakkını savunmalıyız.
Libya’da yaptıklarını Suriye’de tekrarlamak istiyorlar
Bu bizim siyaseti etkileyen dini politikaları onayladığımız anlamına gelmez. İran’ın yönetim biçiminin değişmek zorunda olmasıyla, emperyalist ülkelerin barışçıl bir ülkeye karşı militarist kampanyalar başlatması farklı şeyler. Bu bizi Suriye ile ilgili diğer bir faktöre götürür. Suriye bağımsız, egemen ve laik bir ülkedir. Şimdi silahlı saldırı altında; son zamanlarda başkent Şam’ın banliyölerini işgal ederek hükümete karşı ve askerlerin üzerine makineli tüfeklerle ateş eden maskelilerin günlük gazetelerde çıkan fotoğraflarını hatırlayın. Bütün anketler büyük bir şehir olan Halep’te ve Şam’da, büyük çoğunluğun şiddet ve güç yoluyla hükümeti devirmeye çalışan paralı askerlere ve teröristlere karşı olduğunu gösteriyor. Raporlarda, bu teröristler tarafından ne kadar sivilin katledildiğinden, kaç askerin öldürüldüğünden söz edilmiyor; yalnızca kurbanlardan bahsediliyor. Onlar için sadece muhalefetin kayıpları kurban, asker ve hükümeti destekleyenlerin kayıpları kurban değil.
Bu aptal solcular için yeni bir tuzak. Yararlı ahmaklar, bunun, şimdi her şeyin kaos içinde olduğu Libya deneyimini tekrarlayan emperyalist bir çaba olduğunu anlamadan sürekli Suriye’yi suçluyorlar. Orada insanlar Kaddafi yönetiminde sahip oldukları işlerini ve haklarının tamamını kaybettiler. Aynısı Suriye’de de olacak, bu nedenle ülkenin çoğunluğu bu müdahaleyi istemiyor.
Bir şeye dikkat çekmek isterim. Ötekiler, neden hep sokaklarda hükümete karşı protesto eden Suriyelilerin olduğunu gösteriyorlar: çünkü tarihsel olarak emperyalist işgal, dünyada, sipahi kullanımına geçti. Fransa, İngiltere ve şimdi de ABD, kirli işlerini yaptırmak için yerli veya diğer ülkelerden ithal ettikleri kiralık katilleri ve işbirlikçi ulusları kullanıyor.
Bugünlerde Britanya İmparatorluğu’nun tarihine ilişkin bir kitap okuyorum ve Hindu ülkesinin fethinde, birkaç bin İngiliz, yüz binlerce kiralık katil kullanarak Hindistan’ı fethediyorlar. Ardından Hinduları kullanarak Afrika’yı sömürgeleştiriyorlar. Ve sonra başarısızlığa uğradıkları Latin Amerika’yı ele geçirmek için on dokuzuncu yüzyılda bir saldırı düzenlemeye çalışıyorlar. Yerlilerin kullanılmasını yeni bir ilerleme gibi göstermeye çalışıyorlar fakat bu, kullanımı 300 yıllık olan eski bir taktik. Zira Avrupa ülkeleri kiralık katillerden oluşan birliği yönetmek için sadece subayları kullanırlardı ve şimdi bu tekrar ediliyor.
Bre
zilya’da toprak reformu öldü
Ve nihayet, bu koşullarda Latin Amerika’yı değerlendirmek istiyor. Brezilya, son 9 yıl içinde, sosyal programları tamamıyla ihmal etti. Toprak reformundan bahsediyorum. Bir zamanlar işçi örgütleri ve Topraksız Köylüler Hareketi, Brezilyalı topraksızların üretken faaliyetlere yerleştirilmesinin tamamlanması amacıyla her yıl 100 bin aile için toprakların kamulaştırılması gerektiğini ilan etmişlerdi. Lula yönetiminde, yılda 10 bin aile için tarım reformu yapılmış olsaydı bunun çok iyi bir iş olduğu söylenebilirdi. Ve onun görevi bitti, şimdi Rousseff ile yılda 6 bin. Lula sadece 10 bin aileyi yerleştirebildi, gerekli olanın sadece onda biri; şimdi neredeyse bunun yarısı kadarı Rousseff ile karşılanmakta. Diğer bir deyişle, Brezilya’da toprak reformu tamamen öldü. Aslında bu konu, Lula’nın politikası kadar Rousseff’inde politikasının omurgasını oluşturan büyük tarımsal sanayi tarafından ötelendi. Ekvador ve Bolivya’da, politikanın odak noktası olan madencilik sanayinde olduğu gibi.
Bugün Bolivya’da işverenler kuruluşu Evo Morales hükümetinin en iyi hükümet olduğunu söylüyor çünkü sermaye ve emek arasında uzlaşma ve barışı tesis etti. Bu, Bolivya işçi sınıfının söylemi değil, büyük yerli ve yabancı girişimciler kuruluşunun ifadesidir. O halde, gerçekte toplumsal dönüşümlerin lehine olan ilerici hükümetler hakkında yapılan bu anlatıyı, bu retoriği sorgulamamız gerekir. Yapmış olduğu tek dönüşüm, madencilik ve tarımsal alanlara büyük sermayenin girişini kolaylaştırmak ve ihracatı canlandırmak oldu fakat emekçi sınıfların gelirleri ve tüketimi açısından hiçbir şey yok.
Raul sopa sallıyor
Ve son olarak iki konu daha. Raul Castro, dün Küba Komünist Partisi konferansında yozlaşmış memurların yarattığı tehlikeler hakkında çok önemli açıklamalarda bulundu. Küba Devrimi’ne asıl tehlikenin kapitalizm yolunda giden kendi memurlarından geldiğini birkaç kez yineleyerek söyledi. Ve şimdi, ihracat ve küçük işletmelerin ekonomiyi canlandırması için gerekli olan liberal açılışın, pazar açılışının yapıldığı bir dönemde özellikle tehlikeli. Ve kuşak değişimiyle; çünkü Kongre kuşak yenilenmesi gerekliliği fikrini onayladı. Tehlike, kamu işletmelerinde yeni nesil memurlar arasında konumlarını istismar eden yozlaşmış memurların bulunmasından, tıpkı eski SSCB’de, Doğu Avrupa’da, Komünist Parti yetkililerinin özel sektör milyonerlerine dönüşmesi gibi. İşte Raul çok gerekli bir politikayı onarmakta. Çünkü Küba’da olduğum zaman görevlilerle konuşurken bana yozlaşmış bakanlar olduğu söylendi; örneğin, Ticaret Bakanlığında ve Turizm Bakanlığı memurları, bunları yeniden eğitmek gerekir. Ancak resmen talep edilerek yetişkin bir yetkili yeniden eğitilemez, onlar yargılanmalı, hapsedilmeli. Raul öncesi bu memurlara karşı hoşgörülü bir tutum vardı. Raul halka daha adil, daha dinamik bir ekonomi sağlamak için demir yumrukla çok önemli bir temizlik yapıyor. Sosyalizmde, resmi olarak yabancı şirketlerle iş muameleleri yapan memurların bulunmasında yanlış bir şey yok.
Bu durum karşısında bizler, sadece emperyalizmin sorunlarının bilinmesi hakkında değil, aynı zamanda içerdeki yolsuzluklara karşı kampanya başlatma ihtiyacı duyan Raul’u selamlamalıyız. Bunlar Raul’un öylesine söylenmiş olduğu sözler değil. Küba’da sosyalist süreç üzerinde çok olumlu bir temizlik yapılmakta, şu anda hapiste ya da yargılanmakta olan 300 Kübalı yetkili var.
İşte yorumlarımdan bazıları, açıklamalar biraz geniş oldu ama en azından bir soru için birkaç dakikamız var…
Chury: Bu konular hakkında iyi bir çerçeve çizdin, Petras. Geçen gün okuduğum bir bilgiye dayanarak bir soru sormak istiyorum. Avrupa krizinin belirgin bir normu var, en azından bunu tasarlayan, krizinden en avantajlı ve en güçlü çıkan ülke Almanya için. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Petras: Peki, çeşitli faktörler var. Birincisi, Almanya, Avrupa’da ve dünyadaki diğer ülkelerle rekabet avantajına sahiptir. Öyleyse, verimlilik düzeyi daha düşük olan ülkelerle verimlilik düzeyi yüksek olan ülkeleri birleştirebilir; zenginlik daima Almanya gibi en rekabetçi ülkede yoğunlaşacak olması. İkincisi, Alman bankaları iki şeyi hedefler. İlki, vurgunculuk yerine endüstriyi finanse ekmek. İkincisi, yüksek faiz oranları ile güney Avrupa’nın tahvillerini satın alma. Bu, zenginliğin güney ülkeleri yerine Almanya’da yoğunlaşmasına hizmet eder. Başka bir şey daha, güney ülkeleri ile kuzey Avrupa ülkeleri arasında -özellikle Almanya dâhil- eşitsiz ilişkilerin bulunması. Bu bir eşitsiz ilişkiler sorunudur; fakat kabul etmeliyiz ki Almanya’nın ekonomi politikası imalat, endüstri gibi dinamik sektörleri teşvik etme tarzında düzenlenmiştir. Oysa Güney Avrupa turizm, inşaat ve tüketim gibi sektörlerde yoğunlaşmıştır. Almanya için tüketicilere sahip olmak çok olumlu bir şeydi ve piyasada rakipsizdi; bu nedenle bu borçların birikmesi için Avrupa’ya izin verdi ya da fark etmedi. Çünkü bundan yarar sağlıyorlardı.
Ancak, şimdi kredileri ve diğer borçları ödeme zamanı geldi ve Almanya borçlu ülkelere karşı çok sert önlemler alıyor. Bu, güney ülkelerine zarar verirken Almanya bundan etkilenmiyor çünkü borçlu değil. İspanya ve Yunanistan’da işsizlik oranı şu anda yüzde 24’ü aşarken alacaklı ülkeler, özellikle Asya ve diğer Avrupa ülkelerinin dinamikleri büyümeye devam ediyor.
[La Haine’deki İspanyolcasından Atiye Parılyıldız tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]