Kürt ulusal özgürlük hareketinin gelişim sürecinin AKP faşizmine karşı direnişle tanımlanacağı da açık. Bu çerçevede gelişecek yeni siyasallaşma sürecinin, Kürt siyasetindeki “sola yönelim”i toplumsal alana taşıması gerçek bir olanak Tutuklu BDP milletvekilleri Selma Irmak ve Faysal Sarıyıldız’ın da aralarında olduğu 60 Kürt siyasi tutuklu, Kürtlere yönelik siyasi ve askeri operasyonların durdurulması, Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit […]
Kürt ulusal özgürlük hareketinin gelişim sürecinin AKP faşizmine karşı direnişle tanımlanacağı da açık. Bu çerçevede gelişecek yeni siyasallaşma sürecinin, Kürt siyasetindeki “sola yönelim”i toplumsal alana taşıması gerçek bir olanak
Tutuklu BDP milletvekilleri Selma Irmak ve Faysal Sarıyıldız’ın da aralarında olduğu 60 Kürt siyasi tutuklu, Kürtlere yönelik siyasi ve askeri operasyonların durdurulması, Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit politikasına son verilmesi talebiyle süresiz açlık grevine başladı.
“Açlık Grevi” bir “çaresizlik” eylemi. Ama “çaresiz” görünen bir çok süreçte açlık grevlerinin “çare”nin önünü açabildiği de bir başka gerçek.
12 Eylül faşizminin Kürtlere boyun eğdirmek için uyguladığı vahşete karşı Mazlum Doğan’ın 1981 Newroz’unda cezaevi hücresinde intihar ederek başlattığı “ölümüne direniş”in en önemli halkalarından biri Kemal Pir, M.Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek’in ölümleriyle sonuçlanan açlık greviydi. Bu “ölümüne direniş”, 12 Eylül’ün “Kürtleri onursuzlaştırma” siyasetine karşı, Kürt halkının “derinlerinde yatan” direniş potansiyelini açığa çıkaran bir başka süreci tetiklemişti.
Ama açlık grevi, çözüm güçlerini harekete geçiremediğinde, çaresizliğin tesciline de yol açabilecek bir mücadele yöntemi. Bu yönüyle de insanda kaygı uyandırıyor.
BDP’nin verdiği rakamlarla 6000 Kürt siyaset kadrosu tutuklu. Bölgede bir çok belediye, Belediye Başkanları, Belediye Meclisi üyeleri ve kadrolarının çoğu cezaevinde olduğu için çalışamaz halde. Demokratik Kürt kurumları, tutuklamalarla işlevsizleştirilmenin eşiğinde. Yalnızca Kürt siyasi kurumları değil bahsettiğim. Işıkçılar, kostümcüler tutuklandığı için tiyatro oyunları dahi sergilenemeyebiliyor.
AKP faşizminin iktidarını konsolide etmek için temel bir araç haline getirdiği “Kürt Düşmanlığı”, Kürt siyasi kurumlarını “hareketsiz” hale getiriyor getirmesine ama Kürt özgürlük hareketinin Kürt halkı içindeki desteğini azaltmakta başarılı olamadığı da ortada. A&G’nin anketi, Robotski katliamı öncesinde BDP’nin oy oranını %8.2 olarak saptadı. Bölgede AKP desteğinin, artık neredeyse tamamen bölgedeki asker ve polislere daralma eğiliminde olduğu zaten biliniyordu. Ama %8.2, Kürtlere yönelik “siyasi soykırım”ın Batı’daki Kürt nufusunu da AKP’ye karşı saflaşmaya yönelttiğini gösteriyor.
Kürt siyasi temsil kurumlarına yönelik saldırı, Kürtler içinde yeni bir ulusal-siyasal bilinçlenme sürecini harekete geçiriyor.
Bu sürecin önemli yansımalarından birini Kürt siyasetinin PKK dışı unsurlarında izleyebiliyoruz. Bundan birkaç yıl öncesine kadar Kürt siyasetinin PKK dışı unsurlarında gördüğümüz “yeminli PKK düşmanlığı” KCK operasyonlarının sonrasında ciddi bir gerileme gösteriyor. AKP iktidarı Kürt siyasetindeki parçalanma eğilimlerini Kemal Burkay’ı Türkiye’ye getirmek gibi manevralarla kaşımak isterken, tam tersine bir sonuçla yüz yüze geliyor. “Sopa ve havuç” politikası Kürtlerin “Bizansı” Diyarbakır’da dahi sonuç vermiyor. AKP Burkay’ı yeni Şerafettin Elçi haline getirmek isterken, kırk yıllık “gerici Kürt siyaset adamı” Şerafettin Elçi’nin “Kürt ulusal özgürlük hareketi”nin militanına dönüşümünü izliyoruz.
Kürt siyasetindeki bu “birleşme eğilimi”nin, Kürt halkı içindeki bir “dip dalgası”nın yansıması olduğunun mutlaka anlaşılması gerekir.
Kürt açık siyasetinin baskı altına alınmış olması, hatta hareketsizleştirilmiş olması, yani Kürtler için yeni bir 12 Eylül, bu nedenle bir “son” değil, yeni bir başlangıç anlamına geliyor.
Bu dip dalgasının siyasi karşılığının ne olacağını şimdilik kestirebilmek olanaklı değil. Ancak Kürt ulusal özgürlük hareketinin gelişim sürecinin AKP faşizmine karşı direnişle tanımlanacağı da açık. Bu çerçevede gelişecek yeni siyasallaşma sürecinin, Kürt siyasetindeki “sola yönelim”i toplumsal alana taşıması gerçek bir olanak. Kürt ulusal özgürlük hareketinin bir “ezilen halk hareketi” olmaktan kaynaklanan eşitlikçi ve özgürlükçü potansiyelinin ortaya konulması açısından içinde bulunduğumuz anın çok ciddi imkanlar sunduğu görülmeli. Bu olanağın gerçeğe dönüşmesi halinde, Kürt siyasetinin Türkiye toplumundaki karşılığının köklü bir biçimde değişebileceği de ortada.
Kürt hareketinin Türkiye cephesinde ırkçılıktan çok demokratik güçleri harekete geçirdiği günler çok uzakta olmayabilir.