Mart ayıyla beraber ilkbaharın sıcak toplumsal muhalefet konuları AKP’nin 2014’e kadar rahat ilerleyemeyecek olmasının en önemli habercisi. Toplumsal muhalefet “nesnel” olarak çok daha uygun koşullarda ilkbaharı karşılayabilir Son günlerin aktüel gündemini bir kez daha Tayyip Erdoğan belirledi; dindar gençlik yetiştirmek istiyorlarmış! Tüm siyasi iktidarlar, elbette AKP de gündem yaratma taktiğini sık sık kullanıyor. Ancak son […]
Mart ayıyla beraber ilkbaharın sıcak toplumsal muhalefet konuları AKP’nin 2014’e kadar rahat ilerleyemeyecek olmasının en önemli habercisi. Toplumsal muhalefet “nesnel” olarak çok daha uygun koşullarda ilkbaharı karşılayabilir
Son günlerin aktüel gündemini bir kez daha Tayyip Erdoğan belirledi; dindar gençlik yetiştirmek istiyorlarmış! Tüm siyasi iktidarlar, elbette AKP de gündem yaratma taktiğini sık sık kullanıyor. Ancak son günlerde hükümet üyesi bakanların (Hüseyin Çelik, Ömer Dinçer) bu içerikteki açıklamalarını basit bir gündem değiştirme olarak değerlendirmek doğru olmaz.
Tayyip, “dindar gençlik yetiştirmek istiyoruz” açıklamasını özel bir tercihle yapmıştır ve CHP’nin bu açıklamanın üzerine atlayacağını bildiğinden ikinci ve üçüncü cümlesini de hazırlamış, zaten; “ateist bir gençlik yetiştirmemizi mi bekliyorsunuz” ve “dindar değil tinerci mi yetiştirelim.” (Sağlam bir kişilik sahibi olmak, iyiyi kötüden ayırabilmek, toplumsal bir varlık olabilmek için “dindar” olmak şart mı? Bosna paralarını iç eden Erbakan, Mercümek dindar değil miydi, ya da Deniz Feneri’ni hamutuyla götürenler, ya da Cüppeli Ahmet Hoca? Hepsini geçseler bile Hüseyin Üzmez’i hangi dindar yetiştirdi?)
Ne referandumdan önce ne de seçimden önce bu tür bir üslup tercih etmeyen AKP’nin “ustalık dönemi”ndeki tercihleri artık iyice netleşmiştir. Bu tercihlerin başında, kendi çekirdek topluluğuna “CHP’nin sürekli düşman olduğunu sık sık hatırlatmak” geliyor. Ayrıca yine çekirdek kitlesi içinde baş gösteren huzursuzluklara karşı “ortak dava”larının önemi yine sık sık hatırlatılacak. Devlet iktidarının el değiştirmesinin, mücadelenin ilk aşaması olduğu asıl bundan sonra devlet olanaklarıyla toplumsal dönüşüme gidileceği beklentisi ile içeride sıkıntılar giderilmeye çalışılacak.
Böyle bir dönüşüm için de kuşkusuz temel hedef; eğitim alanı. Ustalık döneminde Milli Eğitim Bakanlığı’na Tayyip”in akıl hocası Ömer Dinçer’in getirilmesi elbette rastlantı olamazdı. Dönem arasında ilköğretim öğrencilerini umreye götüren bakan, hemen ertesinde de, 19 Mayıs gösterilerinin yapılmaması için genelge yayınladı. Dinçer’i, AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik devam ettirdi; “Gençliğe Hitabe neden kaldırılmasın, ayet mi ki?”. (Elbette devrimciler, T.C. devletini korumaya, kollamaya yönelik bir takım ritüellerin devamından yana olamaz ancak AKP’nin bu icraatları niçin yaptığı ayan beyan ortadayken, bunlara alkış da tutmaz).
Tayyip’in fetvasının en önemli sonuçlarından birini Milli Eğitim Bakanlığı’nın kadrolarında ve elbette gerici öğretmenlerde göreceğiz. “Dindar gençlik” yetiştirme bahanesiyle her türlü yobazlık ilköğretim okullarında ete kemiğe bürünecek. Örnek Antalya’dan; ana sınıfı öğrencilerine düzeyleri üzerinde dini kitaplarla ders verdiği için daha önce kınama cezası ve türban üzerine taktığı perukla derslere girdiği için hakkında soruşturma açılan öğretmen Melek Münevver Işık, başka bir okula vekâleten müdür olarak atanırken, o okulun müdürü ise “inanan insanlara baskı yapıyor” gerekçesiyle sürgün ediliyor. Eğitimin içeriğinin gericileşmesine karşı mücadelede, kadro-güvence-sözleşme-sürgün girdabına giren ilerici öğretmenler her şeye rağmen önemli bir misyon üstlenmek zorunda kalacaklar. Ve belki de şimdiye kadar hiç olmadığı kadar da öğrenci velileri eğitim sürecine müdahale etmekle karşı karşıya olacaklar.
Tayyip’li AKP hükümetinin bu ve benzer icraatlarına önümüzdeki iki yıl boyunca bolca tanık olacağız. 2014’teki Yerel Seçimlere kadar tam bir fütursuzluk içinde devam edecekler. Çünkü “görünürde” onları yolundan edecek bir güç yok. Bu sistemde yarıdan bir fazla milletvekili çıkarmak yeterli, üstelik AKP %50 oy aldığına göre Tayyip’in cüreti engellenemez. İki seçim arası onları denetleyecek, kontrol edecek, koltuğundan edecek hiçbir tehlike yok! Seçimden önceki vaatlerini yerine getirmeyebilir (44 bin öğretmen atamaması yapmamak gibi), seçimden önce söylemediklerini ise yapabilirler (Kürt halkına bir bütün olarak -kaçakçılık işinde çalışanlar da dahil- savaş açabilirler). Benzer bir durum yerel yöneticiler için de geçerli. Kadir Topbaş, “Haydarpaşa Gar’ını otel yapacağım” deseydi ya da “oturduğunuz evi başınıza yıkacağım bir de enkaz parası alacağım” deseydi aynı oyu alabilir miydi?
“Temsili Demokrasi”nin nimetlerini yiye yiye bitiremeyecekler. Bir de bu temsili demokrasiye yargı ve yasama erkleri de eklenince, iki seçim arası her türlü muhalefet bertaraf edilebilir. Basından gelebilecek muhalefet; kredi muslukları, vergi memuru ziyaretleri ve elbette ki özel yetkili savcı korkutmaları ile sokaktan gelebilecek muhalefet; kitlesel-keyfi tutuklamalar, “terör suçu” yaftalamaları ile zor da olsa bertaraf edilmeye çalışılır. Kulis kapıları sadece TÜSİAD gibi seçkinlere açıktır, temsili demokrasilerde.
İki seçim arası yasal/parlamenter muhalefet de sistemin kurallarına uyacağım diye kriz içinde kriz yaşıyor. Meclis’in lüks koltukları arasına sıkışmış, demeç vermekten öteye gitmeyen, Tayyip’in laflarına laf yetiştirmeye çalışan sözde sosyal demokratlar.
Muhalefet etme hakkı devralınamaz, muhalefet etme hakkı başkasına devredilemez! Özellikle, AKP iktidarında geçecek önümüzdeki iki yıl düşünülecek olursa bu durumun ne tür vahim(!) sonuçlar doğuracağı ortadadır. Basit bir örnek “kadın sorunu”na yaklaşımda görülebilir. Hatırlanacağı gibi AKP, “Ailenin Korunmasına Dair Kanun”da değişiklik yapılacağını belirtmişti. (Bu arada AKP iktidarıyla birlikte kadın, aile ile anılmaya başlandı, aile kavramının dışında “kadın” varlığı neredeyse tamamen kanunlardan/tanımlardan çıkartıldı.) Ve bu değişikliklerde kadın örgütlerinin belirleyici olacağı vaat edilmişti. Hükümetin Aile Bakanı Fatma Şahin, bu süreçte 236 kadın örgütünün temsilcileriyle görüştüğünü açıkladı. Pekiyi, sonuçta ne oldu? Bu sözü edilen 236 kadın örgütünün görüşleri yasa taslağına yansımadan, taslak bakanlar kuruluna sevk edildi. Kadın örgütleri, “her geçen gün taslakta kadınların aleyhine yapılan düzenlemeler, mevcut durumu daha da kötüye götürecektir” açıklamaları yapmalarına rağmen, Bakan Hanım “süreç daha sonlanmadı, merak etmeyin” yalanını söylemeye devam etmekte. Ta ki yasa meclisten geçene kadar bu oyalama devam edecek.
Önümüzdeki dönemin hiçbir biçimde devredilemeyecek muhalefet konusu ise kuşkusuz “sağlık hakkı” mücadelesi olacak. Devrimcilerin, bugüne kadar “AKP sağlık alanında bir yıkım gerçekleştirecek” uyarıları artık somut birer gerçekliğe dönüşüyor. Bitmek tükenmek bilmeyen bürokratik işlemler, uzayan kuyruklar, gelir testi saçmaları ve nihayetinde güvencesizlerin, yoksulların gasp edilen sağlık hakkı. Bu süreç; büyüyen borçlar, haciz edilen varlıklar ve hastane kapılarına bile gidemeyen ölümlerle devam edecek.
Özellikle yerel seçimler yaklaşmadan AKP’nin ve AKP’li belediyelerin yapmak zorunda(!) oldukları bir diğer icraat ise “kentsel dönüşüm” adlı yağma süreci. Kentlerin çok büyük rant alanı haline gelen bölgeleri büyük tekeller için karlı alanlar haline getirilecek. Ve bu sürecin sonunda yoksul, emekçi kitleler kentlerin dışına sürülecek. Kent yağması sadece “kentsel dönüşüm” adıyla yapılmıyor. Yüz binlerce aile yıllardır oturdukları ancak yerel yönetimler tarafından bir türlü çözüm bulunup tapusunu alamadıkları konutları için şimdi fahiş fiyatlarla tapu almaya zorlanıyorlar. Çünkü AKP’li belediyelerin kaynakları tükendi ve yen
i beslemeler için yeni para bulmak zorundalar. Benzer bir yağma süreci de “kent içi ulaşım” gerekçesiyle yaşanıyor. Kent içi ulaşıma çözüm yaratma gerekçesiyle plansız, düzensiz, rant yaratmayı temel amaç güden bir süreç işletiliyor. Taksim Meydanı, Haydarpaşa Garı, Hızlı Tren uygulaması somut örnekler. İnşaatlar süresi boyunca halkın mağduriyetini çözmeyi hiçbir biçimde düşünmeyen sığ yöneticilik bir yana halkın yıllardır ortak sahipliğine dönüşmüş kent varlıklarını bir çırpıda üç-beş tekel için AVM ya da otel haline getirme planları yapılıyor. Barınma hakkı mücadelesi aynı zamanda insanca yaşanabilecek kentler için de mücadele etmeyi gerektiriyor.
Tüm bunlarla birlikte, Mart ayıyla beraber ilkbaharın sıcak toplumsal muhalefet konuları AKP’nin 2014’e kadar rahat ilerleyemeyecek olmasının en önemli habercisi. Toplumsal muhalefet “nesnel” olarak çok daha uygun koşullarda ilkbaharı karşılayabilir durumda. Geçen yıla göre seçim baskısı altında, göz boyama taktikleriyle geçirilemeyecek bu dönem. Mücadele konuları çok daha çeşitli olmasına rağmen, hepsi sokakta çok canlı yaşanan ve çözüm bekleyen konular olacak.
Toplumsal muhalefetin gerçek birliği de olması gereken yerde, yani sokakta yeniden kurulacak. (Çünkü DİSK örneğinde de görüldüğü gibi masa başında, bürokratik sendikal zihniyetle, koltuk hesabı üzerinden kurulmaya çalışılan birliklerde, devrimcileri dışlama sanatı rahatlıkla icra edilebiliyor.) Sokak, demokrasi mücadelesinin de hak mücadelesinin de yeniden şekil alacağı ve yeni kazanımlar sağlayacağı ve bunlar üzerinden yeni birlikteliler kuracağı bir bahara açılacak.