Ergin Yıldızoğlu’nun 12 Ocak’ta Sol Haber Portalı‘nda[1] ve 2 Şubat’ta Sendika.Org‘da[2] devlet kavramı üzerine iki yazısı yayımlandı. Bu yazılarla Yıldızoğlu, Türkiye komünist hareketini uzun zamandır ihmal ettiği bir kuramsal tartışmayı canlandırmaya, devleti tartışmaya davet ediyor. Bu davetin zamanlaması da çok anlamlı. Zira böyle bir tartışma, AKP’nin yükselişini toplumun devlet karşısında güç kazanması olarak görüp, AKP’nin […]
Ergin Yıldızoğlu’nun 12 Ocak’ta Sol Haber Portalı‘nda[1] ve 2 Şubat’ta Sendika.Org‘da[2] devlet kavramı üzerine iki yazısı yayımlandı. Bu yazılarla Yıldızoğlu, Türkiye komünist hareketini uzun zamandır ihmal ettiği bir kuramsal tartışmayı canlandırmaya, devleti tartışmaya davet ediyor.
Bu davetin zamanlaması da çok anlamlı. Zira böyle bir tartışma, AKP’nin yükselişini toplumun devlet karşısında güç kazanması olarak görüp, AKP’nin son dönemdeki anti-demokratik uygulamalarına şaşıran siyasi faillerin, bu anti-demokratik uygulamaları aynı devlet ve toplum ikiliği çerçevesinde anlamlandırma yolundaki nafile çabalarına müdahale etmek olacak.
Bu yazıyla Yıldızoğlu’nun davetine icap etmeye çalışıyor, çizdiği kuramsal çerçevenin geliştirilmesine katkı yapmayı amaçlıyorum.
Devlet ne değildir?
“Devlet nedir?” sorusunu cevaplamaya başlamanın bir yolu onun ne olmadığını göstermek. Yaygın görüşe göre devlet ve toplum birbirinin dışında iki varlık. Toplumun bittiği yerde devlet, devletin bittiği yerde toplum başlıyor. Oysa, bu ikilikle devletin toplumsal karakterinin kavranması mümkün değil. Sungur Savran’ın özetlediği gibi:
Sınıflar arasında bir toplumsal ilişki biçiminde kavranamadığı için devlet (tanımlandığı ender durumlarda da) bir cihaz olarak ele alınır. Böylece, bağımsız, sınıflarüstü, bütün sınıflar ve toplumsal kategorileri aynı biçimde ezen bir hayalet haline gelir.[3]
Yıldızoğlu bu saptamaya, devletin kurum olarak da görülmemesi gerektiğini ekliyor.
“Araç” bir pasiflik, eline geçirenin istediği gibi kullanabileceği bir nötrlük ima ediyor. “Kurum” ise başı sonu, sınırları belli, saptanmış bir yapıntıya işaret ediyor.
Bu saptamaların içerdiği bir noktayı daha görünür kılmak için biz de bir not düşüp, devletin bir fail olarak da görülmemesi gerektiğini söyleyelim. Zira kaynağı kendinde bir rasyonalite ve eylem gücü barındıran devlet algısı, devleti ören toplumsal ilişkileri göremiyor.
Cihaz değil, kurum değil, fail değil… Peki, nedir devlet? Yıldızoğlu’nun başlattığı kolektif düşünce sürecine eklenebilecek birkaç noktayı sıralayalım:
Devletin varlığı değişmez mi?
Yıldızoğlu, Eflatun’un materyalist bir okumasını kullanarak, devletin üç soyutlama düzeyinde kavranabileceğini söylüyor: Devletin varlığı (ontolojik düzeyde devlet, örneğin kapitalist devlet), devletin biçimi (devletin bileşenlerinin birbirleri ve devlet bütünüyle arasındaki güç dengesinin karakteri, örneğin faşist devlet) ve devletin rejimi (bu bileşenlerin birbiriyle ilişkilenme tarzı).
Bu kavramsallaştırmayı ampirik çözümlemelerimizde kullanacağımız bir şema olarak değil, kuramsal tartışmayı kolaylaştıracak bir rehber olarak almayı öneriyorum. Ve bu kavramsallaştırmanın göstermediği birkaç tartışma alanına işaret etmek istiyorum.
Birincisi, bu üç soyutlama düzeyi arasında geçişler yaparken mekanik çıkarımlardan kaçınmamız gerekiyor. Yüksek soyutlama düzeyinde kavradığımız devletin varlığından, ampirik inceleme yapmaksızın, mantıki çıkarımlarla devletin varoluşuna ve buradan da görüntüsüne ulaşamayız.
İkincisi, toplumsal inceleme, bu soyutlamalar arasında, varlık -> biçim-> rejim doğrultusunda ilerleyen tek yönlü bir belirlenim ilişkisini varsaymamalı. Devletin varlığını değişmez bir öz veya çekirdek olarak görüp, biçimin bu özden, rejimin ise biçimden türediğini varsaymamamız gerekiyor. Öyle ki, rejimde ve biçimde olan dönüşümler devletin varlığını yeniden üretmekte hatta değiştirmekteler. Somutlamak gerekirse, AKP döneminde gerçekleşen devlet biçiminde ve rejimindeki değişimler, Türkiye’deki devletin kapitalist varlığını kuran dinamikler olarak görülmeli. AKP döneminde devlet bicim değiştirirken, devletin kapitalistleşmesi ivme kazanıyor. Bu sebeple, Yıldızoğlu’nun verili aldığı Türkiye’deki devletin varlığı, yani “kapitalist devlet”, bir oluş olarak algılanmalı; kapitalist devletin nasıl üretilmekte olduğu tartışmanın kuramsal uğraklarından biri olmalı.
Üçüncüsü, devletin kapitalist karakterini düşünürken işlevselliğe düşmemek gerekiyor. Örneğin, Yıldızoğlu devletin ne tür bir organizma olduğunu açıklarken devletin kapitalist toplumsal ilişkilerin yeniden üretimindeki işlevlerini sıralıyor:
Ben Kapitalist toplumda devletin, sermayenin mekan ve zamanda hareketini, zamanı ve mekanı düzenleme süreçlerini kolaylaştıran, kar oranları karşıt eğilimlerinin hareketini düzenleyen (düzenlemeye çabalayan), ekonomik kriz sırasında bu yönde gereken mali, kurumsal değişiklikleri gündeme getiren, emek denetim sistemlerini, biopolitiği pratikte uygulayan, uygulanmasına bekçilik eden, ideolojik aygıtları yaratan, olanları yaşatan, ya da imha eden, sermayenin yeniden üretim sürecine uygun öznellikleri oluşturan kültürel süreçlerin gelişmesini teşvik eden, destekleyen, bir organik ilişkiler ağı, bir “organizma” olarak düşünülmesinden yanayım.
Burada yanlışlanabilecek bir şey yok. Sayılanların tümü kapitalist devletin kapitalist toplumsal ilişkilerin yeniden üretimindeki asli işlevleri. Ama eklememiz gereken bir nokta var: Devletin kapitalist toplumlardaki pozisyonunu diğer sınıflı toplumlardaki pozisyonlarından ayıran özellik… (Geçerken söyleyelim: devlet sadece sınıflı toplumlarda var olur. Bu yüzden devletin varlığının karakterini saptarken sadece sınıflı toplumlar arasında karşılaştırma yapmak anlamlıdır). Bu özelliği kısaca hatırlatmaya çalışalım.
Kapitalist olmayan toplumlarda artıkdeğerin sömürüsü siyasi zoru gerektirir. Siyasi iktidar sömürü ilişkisinde dolayımsız mevcuttur. Kapitalist toplumlarda ise emek, özgür emek halini alır. Sömürü ilişkisi anında, siyasi iktidar formel olarak mevcut değildir. Siyasi iktidarın işi ise sömürü ilişkisinin koşullarını yeniden üretmektir. Yani isçinin sömürülmesi anında değil, isçinin sömürülme mekânına götürülmesinde, isçinin kapitalist ilişkilerin içerisinde yer almaya zorlanmasında vs. bizzat mevcuttur kapitalist devlet.
Kapitalist toplumlarda devletin formel olarak sömürü ilişkisinin ekonomik boyutunda yer almadığını söylemek bize devletin varlığı üzerine iki tartışma alanı acar: Birincisi, Türkiye’de devlet yani siyasi iktidar ile sömürü ilişkisi formel olarak ayrışmış mıdır? Yoksa bu formel ayrışma erken kapitalistleşen toplumların özelliği midir? Geç kapitalistleşen ve bağımlı formasyonlarda böyle bir ayrışma gerçekleşmez mi (ya da farklı bir şekilde mi gerçekleşir?) İkincisi, Türkiye’de kapitalist devletin kapitalist ilişkilerin yeniden üretimindeki rolü ne olmuştur bu rol nasıl dönüşmektedir? AKP döneminde özgür emek ilişkisinin üretiminin devletle ilişkisi nasıl değişmiş, devlet nasıl kapitalistleşmiştir?
Kısacası, Yıldızoğlu’nun Türkiye’de sadece rejimin değişimini değil devlet biçiminin değişiminin de tartışılması gerektiği yönündeki yargısına, bu değişimlerin devletin kapitalist “varlığına” tesirinin araştırılması gerektiğini düşündüğümü eklemek istiyorum.
Dış ve iç ikiliği
Yıldızoğlu devleti bir organizma olarak tanımlarken, uluslararası devletler sistemini ve küresel kapitalizmi “ekosistem” figürüyle kavranılmasını öneriyor. Ekosistem “organizma”nın “girdi”lerinin asli bir kaynağı olarak görülüyor. Burada Yıldızoğlu tek yönlü bir belirlenim ilişkisinden k
açınıyor. Organizmanın reflekslerinin de ekosistemi etkileyeceğini söyleyerek, örneğin Türkiye’deki içsel dinamiklerin emperyalist dünya sistemine tesir edeceğini imliyor. Sadece mantıki değil, tarihsel dayanaklarını da bulabileceğimiz bir argüman bu. Aynı zamanda, bu dinamik kavrayış ile emperyalizmi dışsal bir olgu olarak görmeyip, emperyalizmin ancak içselleşerek bir toplumsal formasyonda faaliyet gösterebileceğini anlayabiliyoruz. Bu, emperyalizmi sadece Türkiye’ye kendini dayatan bir dışsal güç olarak gören ve içsel sınıfların anti-emperyalist mücadelenin ulusal/içsel unsurların/sınıfların ittifakıyla kurulmasını öneren siyasi hareketlerin eleştirisini içinde barındırıyor.
Bu bağlamda üç noktaya dikkat çekmek istiyorum: Birincisi, Yıldızoğlu’nun “girdilerin… metabolize etme süreci” olarak nitelendirdiği, yani dışsal faktörlerin bir sosyal formasyonda içselleştirilmesi sürecinin faillerini saptamak gerekiyor. Örneğin, Amerikan emperyalizminin Türkiye sosyal formasyonuna hangi sermaye fraksiyonlarının aracılığıyla girdiği ve burada yeniden üretildiği saptanmalı. Burada unutulmaması gereken bu anlamda içselleştirmelerin -belli bir sınıf fraksiyonunun liderliğinde olsa da- bir toplumsal ittifak sayesinde gerçekleştiği. Amerikan emperyalizminin 2002 sonrası sermayenin tüm fraksiyonlarının ve küçük burjuvazinin bir kanadının ittifakı kanalıyla Türkiye’ye penetre olması ve burada yeniden üretilmesinde olduğu gibi.
İkincisi, uluslararası kapitalizmi “ekosistem” olarak görmek, sistem kelimesinin görünmez kılabileceği çelişkilere dikkat çekmemizi gerektiriyor. Öyle ki, uluslararası kapitalizmin çelişkilerini görmemek, onu sahip olduğundan daha güçlü bir varlık olarak görme yanılgısına götürebilir bizi. Ayrıca, “ekosistemin” çelişkilerinin “organizmaya” yani toplumsal formasyona nasıl içselleştirildiği, kapitalist devletin işlevi ve işlevine tekabül eden devlet biçimine dair fikir verir bize. Somutlaştıracak olursak, emperyalizmin penetre olması emperyalist çelişkilerin penetre olması demektir. Bu çelişkilerin devlet tarafından ehlîleştirilmesiyle sermaye birikiminin devam ettirilmesi devletin işlevidir. 2000’lerde Türkiye’de devletin bu tür çelişkileri nasıl yönetip çözümlediği araştırma ve tartışma uğraklarımızdan biri olmalıdır.
Üçüncüsü, Yıldızoğlu’nun karşı çıkmayacağı gibi ekosisteme organizmaların ekleniş biçimleri farklıdır. Her organizmanın refleksinin ekosistemin dönüşümüne etkisinin aynı olmayacağını belirtmek gerekir. Yani Almanya’nın “reflekslerinin” emperyalizme tesiri ile Türkiye’nin tesiri arasında niceliksel ve niteliksel bir farklar olacaktır. Bu farklar kapitalist toplumlar arasındaki hiyerarşi, dolayısıyla aralarındaki bağımlılık ilişkileri tarafından belirlenir.
“AKP Faşizmi”
Bitirirken, Yıldızoğlu’nun Foti Benlisoy’un BirGün’de yayımlanan “‘AKP Faşizmi’ ve Sol Liberalizm” yazısına katkısına işaret etmek istiyorum.[4]4 Benlisoy AKP’yi faşist olarak nitelerken AKP’nin sınıfsal karakterini unutmamayı, dolayısıyla asli toplumsal çelişkiyi faşist AKP ve kişisel özgürlükler ekseninde değil, sınıf mücadelesi ekseninde değerlendirmek gerektiğini hatırlatıyordu. Bu görüşe katılan Yıldızoğlu, AKP döneminde dönüşen devlet biçiminin (iktidar blokundaki güçler dengesinin değişimiyle) faşist devlet biçimiyle birçok ortak özellikler taşıdığını ekliyor.
Bu görüşe bir metodolojik bir de politik uyarıyla katılmak istiyorum. İlk uyarım, analizimizi formalizme düşürmeyip, faşist devlet biçimini Weberyan bir ideal tip olarak görmemek. Faşizmi, kapitalizmin tarihsel gelişimindeki bir dönem olarak görmemiz, faşizmin kapitalizmin tarihselliğindeki özel yerini ufkumuzda tutmamız, yirminci yüzyıl başı kapitalizmi ile yirmi birinci yüzyıl başı kapitalizminin arasındaki farklılıkları gözden kaçırmamıza gerekiyor. İkinci uyarım ise, “faşist AKP” söyleminin, faşizm karşısında milli demokrasi ittifakı kurma çağrısını içerebileceğini görmemiz ve içerisine sermaye fraksiyonlarını alan “anti-faşist” halk cephelerinin tarihsel çıkmazlarını hatırlamamız gerekiyor.
Sonuç olarak, Ergin Hoca’nın devlet konusunu tartışmaya ve araştırmaya devam edilmesi gerektiği fikrine katılıyor, sadece yazılarının içeriğinin değil kullandığı tartışma üslubunun da örnek alınası olduğunu düşünüyorum.
Dipnotlar:
[1] http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ergin-yildizoglu/kapitalist-devlet-uzerine-kisa-notlar-50385
[2] http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=42672
[3] Savran, S. (1986) Sol Liberalizm, 11. Tez, 2, s 32. Savran’ın bu cümlelerine Demet Dinler’in yazısında rastladım. Burada söz konusu olan ve Türkiye entelijansiyasında yaygın olan bu görüşlerin en kapsamlı eleştirilerinden biri için bkz. Demet Dinler, “Türkiye’de Güçlü Devlet Geleneği Tezinin Eleştirisi”, Praksis no:9.
[4] Bu yazıya şu adresten ulaşılabilir: http://www.sdyeniyol.org/index.php/siyasal-guendem/632-akp-faizmi-ve-sol-liberalizm
* Yasin Kaya
York Üniversitesi (Toronto) Öğretim Elemanı