Faşizme karşı demokrasi mücadelesi, AKP iktidarına karşı toplumsal muhalefetin bütün direnme eğilimlerinin ortak eksenini oluşturuyor. Hak mücadelesinden Kürt hareketine, emek hareketinden sola bütün toplumsal muhalefet öznelerinin bu eksende mücadeleyi yükseltmek ve ortaklaştırmak için kararlılık içinde olması gerekir “Tüm engellemelere rağmen iktidarda bulunduğumuz sürede ‘inadına demokrasi’ ile ilerledik. Biz en büyük yatırımı demokrasiye yaptık.” (Egemen Bağış) […]
Faşizme karşı demokrasi mücadelesi, AKP iktidarına karşı toplumsal muhalefetin bütün direnme eğilimlerinin ortak eksenini oluşturuyor. Hak mücadelesinden Kürt hareketine, emek hareketinden sola bütün toplumsal muhalefet öznelerinin bu eksende mücadeleyi yükseltmek ve ortaklaştırmak için kararlılık içinde olması gerekir
“Tüm engellemelere rağmen iktidarda bulunduğumuz sürede ‘inadına demokrasi’ ile ilerledik. Biz en büyük yatırımı demokrasiye yaptık.” (Egemen Bağış)
“Türk demokrasisinin önünü açtık. Türk demokrasisine giden yolların bölünmüş yoldan otoyol haline getirilmesi için ilave adımlar atmaya devam edeceğiz.” (Sadullah Ergin)
“Türkiye’nin en demokrat partisi Adalet ve Kalkınma Partisi’dir. İçinde yaşadığım için biliyorum, demokrasinin bütün özellikleri bizim partimizde uygulanır.” (Bülent Arınç)
Espri yapmıyor bu şahıslar. Tam tersine söylediklerini öyle bir inanç ve kararlılıkla söylüyorlar ki insanın inanası geliyor! Söylediklerine inanmayanlara ise hayret ve kuşkuyla bakıyorlar. Söylediklerinin gücü haklılıklarından değil, muhalefet edenlerin zayıflıklarından, zaaflarından geliyor. Sadece son dönemde yaşananlar/yaşatılanlar bile AKP’nin nasıl ve kimin için bir demokrasi uyguladığını görmek için yeterli.
Hrant Dink davası sonuçlandı ve Hrant’ın katledilmesinin örgüt işi olmadığına karar verildi. Tayyip Erdoğan yargı bağımsız diyor ve “Biz yürütme olarak bizden ne istendiyse yaptık, ondan sonrası yargıya ait” diye ekliyor. Ergenekon davasında “savcı” olan Tayyip, bu davada seyirci. Üstelik müdahil avukatların yayımladıkları raporda Tayyip’in yalan söylediği, yani yürütmenin işlerini yapmadığı kesin olarak belirtiliyor; “Güvenlik ve istihbarat birimlerinin, maddi gerçeği ortaya çıkartacak nitelikteki bilgi ve belgeleri sakladıkları, değiştirdikleri, yok ettikleri, yalan beyanda bulunarak soruşturma makamlarını yanıltmaya çalıştıkları, deliller üzerinde oynadıkları olgusu, bu aşamanın en belirgin ve sistematik olgusu olarak ortaya çıktı.”
“İnadına demokrasi”lerde yürütme, istediği davaya karışır, istemediğine karışmaz. Demokratik sistemlerin adil olması gerekmez, çoğunluk oyunun sahibi kendi yöntemini belirler.
“Otoban demokrasi”lerde hukuk da Sadullah’ın işbitiriciliğine bırakılmıştır, istediğine yolu genişletir, istemediğine daraltır. Adalet Bakanlığı, yaklaşık 100 maddede değişiklik içeren yeni bir “yasa paketi” hazırlamış. Önümüzdeki günlerde Meclis’ten geçecek. Neler yok ki taslakta, otoban demokrasinin en güzel örnekleri var! Sadullah Bey övünüyor; “yargılama ve temyiz mahkemesi dahil, 12 ay, 14 ay arasında davalar bitecektir. Temyizi dahil. Bu Türkiye açısından bir devrimdir.” Yargılamaların bir türlü sonuçlandırılmaması, tutukluluk süresinin uzaması eleştirilerinden çok rahatsızlar ya. Ancak kimse şaşırmasın; AKP iktidarında, yargılama sürelerinin kısaltılması adalet anlamına gelmeyecek, tam tersine adil yargılanamadığı için çok daha fazla cezalar almış hükümlülerle dolacak cezaevleri. Şu tutuklu 36 bin kişinin (ki bunların 27 bini son bir yıl içinde tutuklanmış) çok büyük bir bölümü bir yıl içinde hükümlü olacak.
Daha neler yok ki yeni “otoban demokratik yargı paketi”nde:
“Kaçak elektrik kullanma” hırsızlık suçu olmaktan çıkarılıyor ama cezası değişmiyor, 2 yıldan 5 yıla kadar hapis. Borç faiziyle ödenirse hapisten kurtulunacak. Elektrik hırsızlığından mahkemelere gelen yıllık dosya sayısı 70 binmiş. Petrol boru hattından hırsızlık yapmanın cezası ise 3-7 yıldan 12 yıla çıkıyor, hırsızlık örgütlü ise 18 yıl (bu iş örgütsüz nasıl yapılır ki). Boru hattına zarar verilmesi durumunda bir 12 yıl daha (bu iş boru hattına zarar vermeden nasıl yapılır ki). Aman petrol şirketleri zarar görmesin.
Mevcut düzenlemede bir terör örgütü üyesi olmadan örgüt adına “suç” işleyenler işledikleri “suç”un yanı sıra bir de “örgüt üyesi olmak” suçundan cezalandırılıyorlardı. Şimdi örgüt üyeliği kesinleşmeyen ancak örgüt adına “suç” işleyenler “esas suç”larından ceza alacaklar. Ancak örgüt üyeliğinden yırtmış olmayacaklar sadece örgüt üyeliği “suç”u yarıya indirilecek. Bu arada eğer işledikleri “esas suç” molotof atmaksa, silah kullanmış sayılacaklar. (Böylece aklıevvel AKP, sözümona “taş atan çocukları” serbest bırakmış olacak.
Bunlarla birlikte Adalet Bakanı Sadullah bey müthiş(!) otobanlık bir düzenleme yapmış, özel yetkili savcıların iddianame açıklanan kadar gizlilik kararı verebilme süresini üç ayla sınırlamış. (Zaten davalar 1 yılda bitecekse gizlilik kararı süresi ne kadar olabilirdi ki?) ama bu kıyağın (!) acısını da çıkarmadan edememiş; “gizli tanık” uygulamasına “gizli bilirkişiler” uygulamasını eklemiş. Artık bilirkişiler de bilinmeyecek. Hazırladıkları raporların güvenilmezliği defalarca kanıtlanmış, sanık avukatlarının güvenilir bilirkişi aramak zorunda kalmalarına yol açmış sayısız örneğin deşifre edildiği davalarda, bilirkişilik kurumunun daha da karanlık işlere alet edileceğinden kimsenin şüphesi olmasın, otoban demokraside.
Ayrıca yeni pakete göre, istihbarat için telefon dinlenmesi suç sayılmadığı gibi bu konuşmaların yayımlanması da suç olmayacak. İddianamede yer verilmişse ya da herhangi bir yerde bir kez bile yayımlanmışsa, bu konuşmalar basılabilir, çoğaltılabilir.
Tüm bunların yanında otoban demokrasi de yargıçları “geçmek” büyük suç, artık yargıçlar hakkında yapılacak eleştiriler bile suç sayılmaya başlanacak.
Yeni düzenlemeler daha yasalaşmadan meyvelerini vermeye başladı bile. Sözde “yasaklanmış yayınların” güncelleştirileceği müjdesi(!) verilmişken bu güncellemenin daha genişletileceği anlaşıldı. Aram Yayınları’ndan çıkan ve aralarında 15 yıldır kitapçı raflarında serbestçe dolaşan Musa Anter’in eserlerinin de yer aldığı 10 kitap hakkında soruşturma başlatıldı. Bir yandan Musa Anter’in kitapları “zararlı” bulunup yasaklanırken, öte yandan ülkeye girişi yasaklanmış oğlu Anter Anter’in “zararsız” bulunup demokrasi şovu eşliğinde Türkiye’ye getirilmesi tipik bir AKP operasyonudur.
Görüldüğü gibi adı ister “ileri”, ister “inadına” isterse “otoban” olsun AKP’nin demokrasisinde yasak var, kayırmacılık var, ayrıcalık var, cezaevi var. Ne özel yetkili mahkemeleri kaldırmaya niyetliler, ne özel hayatı gizli tutmaya niyetliler, ne halkın çıkarlarını korumaya niyetliler, ne de herkes için adalet dağıtmaya niyetliler.
Ama “fırsatçı demokrasi”de üstlerine yok. Hatırlanacağı gibi 2010 Eylül’ünde yapılan referandumun önemli kandırmacalarından biri “kamu çalışanlarına toplu sözleşme hakkı” verileceği idi. Toplu sözleşme süreci sonunda hükümetle anlaşma sağlanamaması halinde konu Hakem Kurulu’na götürülecekti ve bu Hakem Kurulu da hükümetten (sözde) bağımsız kişilerden oluşacaktı. 1,5 yıldır süren bu oyalama, bu hafta içinde AKP hükümetinin “fırsatçı demokratik oyunuyla” sonlandı. AKP tasarıda değişiklik yaptı. Buna göre 11 kişilik Hakem Heyeti’nin başkanı da dahil 3 üyesi Bakanlar Kurulu tarafından, 4 üyesi de Bakanlar tarafından seçilecek (atanacak), sadece geriye kalan 4 üye hükümetten bağımsız belirlenecek (o da ne kadar bağımsız olacaksa). Yani devlet dayatmasının adı “toplu sözleşme” olacak!
Referandum demişken, AKP’nin “gözboyama demokrasisi”nin nadide örneği 12 Eylül’ün yargılanacağı safsatasına da değinmek gerek. Her şeyin ismi geçiyor da “24 Ocak kararları” anılmıyor. Ha
tırlanacağı gibi 12 Eylül’ün asıl nedenlerinden biri olan, tekelci sermayenin doğrudan çıkarına olan, TÜSİAD’ın desteklemek için gazete ilanları verdiği 24 Ocak 1980’de kabul edilen kararlardı. Kabul edilmesine rağmen bu kararlar uygulanamamış, 12 Eylül faşist darbesinin koşulları beklenmişti. 12 Eylül faşizmini hazırlamak için derinleştirilen halka saldırı süreci de yargılamalara dahil edilecek mi, acaba!? (Ocak ayı hatırlatması). Ayrıca, kimi 12 Eylülcüleri yargılamak için hazırlanan iddianamenin, 12 Eylül faşizmiyle aynı mantıksal-politik arka plana sahip olması mutlaka dikkate alınmalı. Gerçek bir hesaplaşma sürecine dönüşmeyen her girişim, AKP’yi soldan destekleyenler için hep hayal kırıklığıyla sonuçlandı.
AKP iktidarının kalıcı bir modele dönüşmesi için politik baskının yoğunlaştığı üçüncü iktidar döneminde Türkiye’de siyasal çatışma ekseni oluştu. Faşizme karşı demokrasi mücadelesi, AKP iktidarına karşı toplumsal muhalefetin bütün direnme eğilimlerinin ortak eksenini oluşturuyor. Önümüzdeki bahar süreci, direnme eğilimlerinin toplumsal muhalefete dönüşeceği bir mücadele dönemi olacak. Hak mücadelesinden Kürt hareketine, emek hareketinden sola bütün toplumsal muhalefet öznelerinin bu eksende mücadeleyi yükseltmek ve ortaklaştırmak için kararlılık içinde olması gerekir.
Ne var ki tüm bunlara rağmen, birçok muhalif özne kendi rutin çizgisini izlemeye devam ediyor. AKP’nin tekerine asıl çomak sokması gerekenler hala zayıf, hala zaaflı, hala durağan. DİSK ve TMMOB genel kurul derdine düşmüş durumda. Kelimenin gerçek anlamıyla “derdine düşmüş” durumda. Bu genel kurullar her iki kurum içinde yerleşmiş hakim zihniyetler için siyaset açısından bir yenilenme, kadrolar açısından bir değişim, tarz açısından bir farklılık içermiyor, içermeyecek. Var olan statükonun korunması, var olan koltukların “ustaca” pay edilmesi gerçekleştirilecek. Hakim yeni yönetim kadroları, yeni, farklı ve etkin bir sendikal tarzı uygulamak için aday olmuyor. Değiştirme iddiası yerine var olanı korumayı amaç edinmiş, topluma dönmek yerine içe dönmeyi tercih etmiş, devrimcilik adına mirasyedi olmuş, bir bürokratlar topluluğu elbette ki bu dönemin ihtiyacı olan devrimci dönüşümü sağlayamaz. Ufak kıpırtılar, zorunlu ritüeller ile toplumun, üyelerinin beklediği görevleri yapıyormuş gibi yapacaklar.
Diğer yandan örgütlü siyasal özneler için de zor bir dönem geçirildi, geçiriliyor. ÖDP’de bir fay daha kırıldı; ama durağanlık devam ediyor. TKP, hâlâ, seçim politikasının ve sonuçlarının yarattığı olumsuz etkinin üstesinden gelemedi. EMEP, sol adına, bir türlü ayırt edici bir çizgi sergileyemedi, sergileyemiyor. Bir dönemin etkin radikal sol grupları, düzenin sert saldırıları altında çözülen kadro yapılarını yenileyememenin sıkıntılarını aşamadılar; savrulma ve yalpalamaları giderip sağlam bir çizgiye yönelemediler.
Bununla birlikte yine de bu ülkenin demokratik mücadele dinamikleri asla yok olmaz. Devrimci damarı asla tıkanmaz. Baharla birlikte AKP faşizmine karşı demokrasi mücadelesinde yeni filizlerin de uç vereceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.