‘Eşkıyalar’ başkente doğru yola çıkar… Soğuk bir Aralık gecesi İstanbul’dan Ankara’ya doğru hareket ettik. Yolculuk sırasında Halkevleri Ankara Film Atölyesi’nin hazırladığı ve 31 Mayıs’taki Hopa olaylarını anlatan “öyle bir gün gördük” belgeselini izledik. Bir gün öncesinde Ayşenur Arslan’ın Medya Mahallesi’nde de belgeselin bir bölümü gösterilmişti. Karadenizli bir kadının feryadını yansıtan bölümü vermişti Medya Mahallesi, fakat […]
‘Eşkıyalar’ başkente doğru yola çıkar…
Soğuk bir Aralık gecesi İstanbul’dan Ankara’ya doğru hareket ettik. Yolculuk sırasında Halkevleri Ankara Film Atölyesi’nin hazırladığı ve 31 Mayıs’taki Hopa olaylarını anlatan “öyle bir gün gördük” belgeselini izledik. Bir gün öncesinde Ayşenur Arslan’ın Medya Mahallesi’nde de belgeselin bir bölümü gösterilmişti. Karadenizli bir kadının feryadını yansıtan bölümü vermişti Medya Mahallesi, fakat tam da kadının “Kim öldürdü?” sözleriyle bitiyordu Medya Mahallesi’nde yayımlanan bölüm. Sonrası yoktu. Belgeseli izleyince bu sorunun cevabının da verildiği görüyoruz: “Recep Tayyip Erdoğan öldürdü.”
“Yahu şunu cumartesi yapsalardı”
Dava, öncesinde muazzam bir kamuoyu yaratmış, anaakım medyada bile önemli bir yer tutmuştu. Hatta yaratılan hava öyle bir noktaya gelmişti ki “Yahu bunu keşke cumartesi yapsalarmış biz de gelirdik” diyen arkadaşlarım oldu.
Yol boyunca verilen molalarda horonlar ve halaylar derken Ankara’ya vardık. Gerçekten zemheri ayazıydı ve kar yağıyordu başkente. Halkevleri ve Öğrenci Kolektifleri, Kurtuluş Parkı’ndan Ankara Adliyesi’ne sloganlarla yürüdü ve binlerce muhalif Ankara Adliyesi önünde buluştu. Sabah 8.30’da başlayan “Halkın hakları yargılanamaz”, “Her yer Hopa her yer direniş” sloganları bir an olsun susmadı.
AKP, dünyanın en büyük adliye saraylarını yapmakla övünedursun, toplumsal muhalefet Ankara Adliyesi’nin önünü, Türkiye’nin büyük eylem alanlarından birine çevirdi. Eylem alanına dönüşen adliye sarayının önünde sürekli bir hareket vardı. Tuvalete gidip gelenler, yemek yiyip gelenler, işinden çıkıp gelenler… Tabii esnaf da saatini Hopa Davası’na göre ayarladı. Sabah saatlerinde 75 kuruşa satılan Ankara Simidi, akşama doğru 5 tanesi 1 liraya kadar düştü. Bir süreliğine ayrıldığım adliyeden dönerken bindiğim taksinin şoförü de Ankara’daki olağan dışı hareketliliğin farkındaydı. ‘Ankara Adliyesi’ dediğimde şunu söyledi: “Abi, Adliye önünde çok fazla polis var. Dava varmış, tüm Hopalılar Adliye’ye gelmiş. Helal olsun Hopalılara, davalarına sahip çıkıyorlar” Oysa taksici davanın ne davası olduğunu bilmiyordu. İstanbul’a döndükten sonra eve ulaşmak için sabah 6.00 sıralarında bindiğim taksinin şoförü de daha bir laf etmeden “Hopa Davası’ndan mı” diye soruvermez mi…
İllegal puşici
Ya puşi satan adama ne demeli. İçeride suç aleti olarak yargılanan puşi, Ankara Adliyesi’nin dışında yok satıyordu. Puşi’nin suç aleti olduğunu öğrenince adını vermekten çekinen puşici, korkmasına rağmen şaşkınlığını da gizleyemedi: “Ben çocukluktan beri puşi satarım tüm akrabalarım puşi takar ne oldu ki?”
Mahpuslardan Sendika.Org emekçisi Soner Torlak’ın savunmasında dediği gibi “Bu dava toplumsaldır.” Gerçekten de çoluk çocuk, genç ihtiyar tüm toplumun davası olmuştu Hopa Davası ve bu diyaloglar bile bunun bir kanıtıydı adeta.
Eylem alanında dolaşırken “96 yıllıklardan” Metin Murat Kalyoncugil ve Özgür Tüfekçi’yi gördüm. “Çemberin içinde”ydiler yani onlar da. 29 Şubat 1996’da TBMM’de “Paralı eğitime hayır” pankartı açtığı için 96 yıl hapis cezası istemiyle yargılanan Öğrenci Koordinasyonu üyesi sekiz üniversiteliden ikisiydi onlar. 1997’nin 17 Aralık’ında ve 1998’in 18 Mart’ında onlar içerideydi, toplumsal muhalefet dışarıdaydı. Bunu hatırlatıp “Hangisi daha zor” diye sorduğumuzda ikisi de “dışarıda olmak daha zor” yanıtını verdi. Tüfekçi, “Ne olursa olsun bu davanın bu noktaya gelmesi, hak mücadelesinin yarattığı hareketin büyük bir başarısıdır” dedi.
Mahkeme duvarı da vız geldi
Davanın görüldüğü salona girmek mümkün değildi ancak girenlerin orada yaşananları dışarıdakilere bildirmesinin önüne geçilemedi. Twitter, cep telefonu gibi araçlarla dava salonunun içinde ne konuşulduysa anında dışarıdaydı. Bunlara da gerek yoktu aslında; içeridekilerin savunmaları dışarıdaki beş binden fazla devrimcinin yüreğindeydi. Öyle ya da böyle, birbirimizi hissettik; o duvar vız geldi.
Öğleden sonra, mahpusların savunmasına geçildi. Savunmalar başlarken Ankara’nın zemherisi dağılmaya başladı. Birden bire güneş açmıştı. Güneş zemheriyi dağıtırken, içeridekilerin savunmaları da AKP karabasanını dağıtıyordu:
“Tabii ki HES’lere karşı olacağım” diyen Hikmet Tanıl savunmasın devamında şunları söylemişti: “Başbakan Necdet Adalı ve Erdal Eren’i anarak ağlamıştı. 12 Eylül’den hesap soracağını söylemişti ama 12 Eylül yargılamalarının hesabını tarih kesti. Bizi 52 yılla yargılayanları da tarih yargılayacak.”
Benzer savunmalar, savcı Hakan Yüksel’i tarih önünde yargılıyordu. Hele ki Can Kaya’nın Öğrenci Kolektifleri’nin bildirilerinde nelerin yazmadığını söylemesi Sivas Katliamı’nın firari sanıkları için zaman aşımı talep eden Yüksel’e önemli bir yanıt niteliğindeydi: “Kolektiflerin bildirilerinde faili meçhullerin, 35 aydının nasıl cayır cayır yakılabileceğinin, yoksullara bağış adı altında toplanan paraları cebe atmanın planları yoktur.”
Akşam karanlığı bastıkça, Adliye etrafında yanan irili ufaklı ateşlerle geceyi ısıttı devrimciler. Sloganlar, horonlar, halaylar durmadı. Herkes oradaydı. Akşam saat 22.13’ü gösterirken 22 mahpusun tahliye edildiği haberi geldi. Gözleri dolanlar birbirlerine sarılanlar, “Halkın hakları yargılanamaz”, “Yaşasın devrimci dayanışma” sloganları… Sakarya Caddesi’ne yürüyüş başladı. Tekel direnişindeki gibi bir coşku vardı Ankara sokaklarında. Gece 11 olmasına rağmen evlerinin pencerelerinden alkışlarla sloganlara eşlik edenler vardı. O saatte bile işyerinde çalışmak zorunda bırakılan güvencesiz emekçiler için bir umut olmuş ki yürüyüş, işyerlerinden camlara çıkıp alkışlayanların da sayısı fazlaydı.
Sakarya Caddesi’ne gelindiğinde bir basın açıklaması yapıldı. Ardından mahpusları almak için Sincan F Tipi Cezaevi’ne gidildi. Çocuklarının düğününe çağırı gibi herkesi davaya çağıran aileler ve ailelerin yanında binlerce kişi Sincan’da halkın çocuklarını davullu zurnalı karşıladı. 31 Mayıs’tan sonra ‘böylesi bir gün’ de gördük.
Halkın hakları yargılanamaz
Neticede mahkeme özgürlük vermedi; suyuna, deresine, hayatına, yarınına sahip çıkanlar AKP karanlığının elinden çocuklarını almasını bildi. Tıpkı, içerideki savunmalarıyla ve dışarıdaki destekle, Sivas katillerini aklamaya çalışan savcının elindeki iddianameyi yırttıkları gibi. Hak mücadelesinin yargılanamayacağını gösterenler aynı zamanda AKP’nin hak mücadelesi militanlarına giydirmeye çalıştığı “terörist” gömleğini de yırtıp attılar. Ankara’da yanan ateş Gerzelilere, Hopalılara, Solaklılılara, Tortumlulara, İspirlilere, mahpus kalan gazetecilere, aydınlara, öğrencilere, akademisyenlere, Kürt siyasetçilere umut olacak.
Şimdi sıra Adana Balcalı Hastanesi’nde gelecekleri için mücadele eden ve Üniversite rektörlüğü tarafından yasadışı bir biçimde düzenlenen ihaleye engel oldukları için “İhaleye fesat karıştırmaktan” 27’şer yılla yargılanan Dev Sağlık-İş üyesi taşeron sağlık işçilerinin 16 Aralık’taki davasında.