2012’de emperyalistler ve sermaye için yapmaları gereken çok iş, aşmaları gereken çok kriz olacak. İşleri çok zor. Ancak bu krizler, kendiliğinden ilerici sonuçlara yol açmaz. Egemenlerin krizi ezilenler açısından bir fırsattır, ama kazanımlara yol açması ancak devrimcilerin bu krizleri ezilenlerin çıkarları doğrultusunda derinleştirecek iradi müdahaleleri ile mümkün olur… 2012’ye girerken geçen yılın kısa bir değerlendirmesini […]
2012’de emperyalistler ve sermaye için yapmaları gereken çok iş, aşmaları gereken çok kriz olacak. İşleri çok zor. Ancak bu krizler, kendiliğinden ilerici sonuçlara yol açmaz. Egemenlerin krizi ezilenler açısından bir fırsattır, ama kazanımlara yol açması ancak devrimcilerin bu krizleri ezilenlerin çıkarları doğrultusunda derinleştirecek iradi müdahaleleri ile mümkün olur…
2012’ye girerken geçen yılın kısa bir değerlendirmesini yapmak yararlı olacaktır. Bir geçen yıl değerlendirmesi ise büyük oranda genel seçimlerden (Haziran) sonraki döneme, Tayyip’in “ustalık dönemi” diye tarif ettiği döneme odaklanmak zorunda.
Bu dönemin belli başlı özellikleri sıralanacak olursa herhalde en sıra dışı olan yönü; 6 ay boyunca, Meclis’in devre dışı bırakılıp, ülkenin Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) yönetilmiş olmasıdır. Tayyip hükümeti bu dönemde yasama ve yürütme erkini tek merkezden kullandı. Mayıs ve Kasım ayları arasında 34 KHK çıkarıldı. Özellikle KHK çıkarma yetkisinin sona erdiği 2 Kasım’da gece yarısı operasyonu ile çıkarılan 6 KHK, Tayyip hükümetinin kurnazlık öykülerinin “nadide” örneklerindendir. Gerek KHK’larla yönetme taktiği gerekse de fırsatçılığı göz önüne alınırsa Tayyip’in Özal’dan çok şey öğrendiği anlaşılmakta.
Aynı dönem içinde Davutoğlu önderliğinde, emperyal niyetler çok daha fütursuz uygulanmaya çalışıldı. İnsani prensiplerle (İsrail ile kapışma) ve barış amacıyla (komşularla sıfır sorun gibi) süslenmeye çalışılan dış misyonların foyası yavaş yavaş dökülmeye başladı. Bahreyn’e ve Suudi Arabistan’a ses çıkarılmazken Suriye’de demokrasi havarisi olundu. Sudan devlet başkanının sırtı sıvazlanırken Kaddafi’ye tecavüz alkışlandı. Tüm bu ikiyüzlülük ülke içinde, “bağımsız bir emperyalist güç olma” niyeti olarak propaganda edildi. Oysa Türkiye’nin ekonomik, askeri ve diplomasi kapasitesi göz önüne alındığında (elbette ABD ile ilişkisi de) bunun hayal bile olamayacağı kesin. Özünde “doğrudan bağımlı” olmasına rağmen görüntüde “bağımlı değişken” pozisyonunda olunması başta ABD olmak üzere emperyalistlerin de işine gelmekte. Çünkü her an “parça iş” verilebilir sonra devre dışı bırakılabilir durumda. Tıpkı Suriye’de, Filistin’de, Libya’da olduğu gibi. Suriye’de Arap Birliği devreye girdi, denetime gitti, Davutoğlu ortalarda yok. Filistin’de Mısır devreye girdi, Hamas FKÖ’ye katıldı, Davutoğlu yine yok.
Dış politikadaki başarısızlığın ve emperyalistlerin AKP hükümetine verdiği “değer”in son örneği Fransa’da yaşandı. 1915’te yapılanların “soykırım olmadığını” beyan etmek yasal yaptırıma bağlandı. Bu durum ülke içinde, Sarkozy’nin seçim hesapları, Ermeni diasporasının lobi başarısı olarak lanse edilmekte. Hani Türkiye’nin itibarı çok yükselmişti, hiçbir şey eskisi gibi değildi? İkiyüzlü, tutarsız politika yine devreye girdi. Davutoğlu, Fransa büyükelçisini geri çekti, Fransız mallarına boykot başlatıldı. (Bu boykot işi her başarısızlıkta moda yapıldı zaten, hatırlanırsa bir ara da İtalyan mandalinaları ayaklar altında çiğnenmişti.) Fransa’ya tepki veren Davutoğlu aynı hafta içinde, 1915’te yapılanların “soykırım olmadığını” beyan etmeyi yasal yaptırıma yıllar önce bağlayan İsviçre’nin büyükelçisi ile toplantı yapabiliyordu. Üstelik İsviçre mahkemeleri tarafından bu gerekçe ile mahkum edilmiş T.C. vatandaşları mevcut. Ayrıca Fransa’nın almış olduğu kararın aynısını İsviçre gibi Slovak Cumhuriyeti de almıştı.
Bu konuda AKP’nin ikiyüzlülüğü bu kadarla da sınırlı değil. Hatırlanacağı gibi Hrant Dink, bırakın “soykırım” demeyi, asıl olarak Ermenileri eleştiren bir yazısı nedeniyle 301. maddeden “Türklüğe hakaret” suçlamasıyla yargılanmış ve aksi yönde verilen bilirkişi raporuna rağmen 6 ay hapis cezası almıştı. Yani T.C., “ifade etme” yasağını en çarpılmış biçimiyle zaten yıllardır uygulamakta. Unutulmamalıdır ki kefaretini ödemiş bir toplum geçmişine tümüyle sahip çıkabilir. Ancak AKP’nin kendi rızasıyla kefaret ödemesini beklemek (en azından bu dünyada!) saçmalık olacaktır.
Çok yüzlü AKP, kadına yönelik şiddet sorunundaki ikiyüzlülüğünü ve kadın düşmanı yüzünü de bir kez daha sergiledi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın aylardır üzerinde çalıştığı “Kadın ve Aile Bireylerinin Şiddetten Korunmasına Dair Kanun Tasarısı”na, kadın örgütlerinin çabalarıyla, evli olmayan kadınların da şiddetten korunması yönünde bir ifade eklenmişti. Ancak Bakanlar Kurulu, “hakkında koruma tedbirleri alınacak kişiler” bölümünden “yakın ilişki içinde yaşayanlar” ifadesini atarak kadına yönelik şiddeti belli durumlarda onayladığını gösterdi.
AKP’nin “ustalık dönemi”ndeki en büyük paniklerinden biri ise ekonomik kriz paniği oldu, olmaya da devam edecek. Bu paniği yaratan iki neden var. İlki, ülke ekonomisinin büyüme konusunda geldiği sınır. 2010’da yüzde 9, 2011’de yüzde 7,5. AKP’ye göbekten bağlı olmayan iktisatçılara göreyse, ülke ekonomisinin “potansiyel büyüme hızı” yüzde 5 civarında. Yani aynı hızla büyümek imkansız, şişirilmiş bir büyüme hızı var. Bu mutlaka yüzde 3-4’lere inecek. İkincisi ise Avrupa krizi, şişirilmiş büyümeyi durduracak önemli bir faktör olacak. En basit karşılığıyla ülke ihracatının yüzde 55’inin yapıldığı Avrupa pazarı daralacak, kredi bulmaktaki zorluklar da cabası. Yüzde 3-4’lük bir büyüme hızı bile AKP iktidarı için kâbus, çünkü tarihsel deneyimler bu koşullarda “toplumsal hoşnutsuzlukların” arttığını kanıtlıyor.
AKP’nin Meclis’te kabul ettirdiği 2012 bütçesinin gelir ve giderlerine bakmak bile ekonomik kriz paniğini göstermeye yeter. AKP hükümeti gelirler için yüzde 13 artış beklerken, giderlerde yüzde 12 artış olmasını öngörmüş. Ancak bütçe gelirlerindeki en büyük kalem doğrudan ve dolaylı vergilerin artırılması, kesilecek cezalar ve yapılacak zamlar olarak belirlemiş durumda. Kısaca krizi atlatmak için halk daha fazla soyulacak.
Bir ekonomik kriz ortamında kendi içlerinde de “pastadan pay alma” yarışlarının yaşanacak olması kaçınılmaz. Milletvekili emekli aylıklarında yapılan fahiş artış, kendilerini kurtarma çabası olduğu kadar aynı zamanda birbirlerine karşı dağıttıkları rüşvettir. Cemil Çiçek, “ihtiyaçtan kaynaklanmıştır” diyor. Neymiş bu ihtiyaç? Asgari ücretli için niye bu “ihtiyaçtan kaynaklanma” durumu hiç söz konusu olmuyor?
AKP’nin ustalaşamadığı en önemli konu ise Kürt sorunu oldu. Kürt sorunu karşısında, düzen içi her taktiği başarısız oldu. Yukarıdan verilen sözde tavizler (söylemin yumuşatılması, TRT 6 gibi), dinci gericiliği devlet olanakları ve parti kadrolarıyla yayma girişimleri, sosyal yardımlaşma ağlarının tarikatlar ve cemaatler aracılığıyla güçlendirilmesi vs. Kürt halkı ile silahlı siyasal özne arasındaki bağı koparamadı. 36 milletvekili çıkarıldı. Açık kitlesel siyasal faaliyeti ortadan kaldırma, daha doğrusu cezaevine sokarak işlevsizleştirme şeklindeki uzun zamandır devam eden taktik ise son dönemde azgınlaştırıldı. Sayısı tam olarak bilinmese de 5 bin civarında KCK tutuklusu mevcut.
Son dönemin iki siyasal figürü, eski İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile yeni içişleri Bakanı İdris Naim Şahin, Tayyip’in elindeki sopa ve havuç, adeta. Bir yanda siyasal bilinci olmayan, her türlü örgütlenmeden uzak Kürtler için Beşir Atalay’ın bol vaatleri, diğer yanda resim yaparken bile aklından siyasal sorunları geçiren, örgütlenmek gerekli diyen K
ürtler için İdris Naim’in karakolu.
(Şırnak Uludere’deki katliam, bu yazı kaleme alındıktan sonra gündeme düştü. Bu katliam ne kazaydı ne de kader. İktidarın teknik, politik, psikolojik vs tüm kollardan yolunu açtığı bu katliam, tam da yukarıda anlatmaya çalıştığımız gibi iktidarın Kürt sorunu karşısındaki çözümsüzlüğünün, kaçınılmaz iflasının kanıtı olmuştur. AKP’nin Kürt siyasi hareketini her alanda tasfiyeye dayalı siyasetinde ısrar etmesinin karşılığı budur.)
AKP’nin bu dönemde, yasal siyasal muhalefete karşı kullandığı asıl taktik ise itibarsızlaştırma oldu. MHP’yi bir siyasi rakip olarak gördüğü dönemde kasetlerle “ahlaksız kadrolar”a vurgu yaptı. Bu taktik, ihtiyaç duyulduğunda yenilenme potansiyeli taşıyor. CHP ise sürekli hedef, sanki “seçim öncesi” dönemdeyiz. CHP’nin içini Dersim gündemiyle kaşırken, kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırma operasyonu, belediyelere yönelik yolsuzluk operasyonlarıyla yapılıyor; İzmir’den sonra Samsun gündemde. Bunun doğal sonucu MHP’nin ve özellikle CHP’nin enerjilerinin büyük kısmını içeriye sarf etmeleri oluyor. CHP ve MHP’nin bunlarla uğraşmamaları halinde acayip muhalefet yapabileceği de elbette söylenemez.
Ergenekon ise AKP’ye tatlı geldi, her öğün yemeğin üzerine yenebilir. Çünkü karşı taraftakiler için sürekli bir korku, kendi taraftarları için sürekli bir motivasyon, kendi kontrgerillasını oluşturmak için uygun koşullar sağlıyor. Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi tutuklulukları operasyonların meşruiyetini zedeleyip baş ağrıtan birkaç kişiden kurtulursa Şam’da kayısı… Zaten onlar aracılığı ile tüm yazılı ve görsel basın çalışanları başlarına neler gelebileceğini gördü.
Bu dönemin belirgin değişikliği işkencenin yerini tutuklamaların alması oldu. AKP döneminde Türkiye’de siyasi nedenlerle yapılan tutuklamaların dünya çapındaki siyasi tutuklamalara oranı 1’e 3. Uzun ve yaygın tutukluluğun meşruluk kılıfını Ergenekon, yasallık kılıfını referandum sağladı. HSYK bileşiminin değişmesi ile yargıda bir türlü yükselemeyen tarikatçı, cemaat üyesi tüm kadrolar işlevsel pozisyona getirildi. Böylece emir-komuta zincirine bile gerek duymadan çalışan, aynı tezgâhtan çıkmış hukukçu bürokrasisi yaratılmış oldu.
Sonuç: Özal dönemiyle ciddi benzerlikler taşısa da fiili dönüşümlerin ardından gelen yapısal-kurumsal-yasal yeni bir dönem başlamış durumda. Yapısal dönüşümün belirleyici noktası “yeni anayasa” olacak. Bunu yasal değişikler takip edecek. Kurumsal dönüşüm için hala deneme yanılma aşamasındalar (bakan yardımcılıkları gibi) ancak fiili uygulamalar devam edecek.
Ciddi risk noktaları var; ekonomik kriz, savaş ve Kürt sorunu gibi. Aynı zamanda kendi içlerinde de ciddi kapışmalar yaşıyorlar. Bu anlaşmazlıklardan şimdilik açığa çıkanları; şike davası, Fethullah Gülen’in Cüppeli Hoca operasyonu, reyting operasyonu…
Bu kritik dönemde en istemedikleri şey ise toplumsal muhalefetin süreci “sekteye uğratıcı” müdahaleleri. Kendiliğindenci tepkileri bastırabilecek toplum içi örgütlenmeleri mevcut; cami imamları, kadın kolları, cemaat ağları, medya kontrolü gibi… Ancak “özneler”in siyasal inisiyatifini işlevsiz kılınması gerek. Bunun için, TMMOB ve Tabipler Birliği yasalarında yapılacak değişiklerde olduğu gibi iç sorunlar çıkarma; güdümlü sendikaları kullanarak sendikal hareketi parçalama/zayıflatma; haksız/keyfi tutuklamalar ve belki hepsinden önemlisi yılgınlığa sürükleyen ideolojik aygıtların kullanımı.
2012 tüm bunlarla birlikte ve belki de asıl olarak neoliberal politikaların artık iyice yerleştirilmeye çalışıldığı bir yıl olarak yaşatılacak. Bu durumun ilk habercisi ise 1 Ocak’ta yürürlüğe girecek olan Genel Sağlık Sigortası (GSS) sistemi. Böylece sağlık alanında üç temel sorun alanı oluşmuş durumda. İlki, taksimetre gibi sürekli artan katkı payları. O çok “değerli” milletvekilleri gece yarısı kendi emekli maaşlarına 3-5 bin lira arası zam yaparken aynı dakikalarda oyladıkları bir başka madde ile halkın daha fazla sağlık harcaması yapmasını da sağladılar. Artık ilaçta 3 kaleme dek 3 lira, ilave her kalem için de 1 lira katkı payı verilecek. Ve bu katkı payları sürekli artacak. İkincisi, bu ülkede yaşayan herkesten GSS adı altında sigorta primi toplanacak. AKP, artık herkesin sağlık sigortası var dese de “işsizlik sigortasından yararlanamayan işsizler, kayıt dışı sektörlerde çalışanlar, primini ödeyemeyen esnaflar, primini ödeyemeyen çiftçiler, 18 yaşını dolduran ve çalışmayan kız çocukları” Genel Sağlık Sigortasından yararlanamayacak. Kısacası işsizler, güvencesizler, yoksullar ve kadınlar kapsam dışı. Üçüncüsü, artık her ile bakanlık tarafından o ilin tüm sağlık kurumlarının ve bu kurumlardaki ekonomik etkinliğin bağlandığı merkezler oluşturuluyor. Ve bu merkezlerin tek amacı atandığı ildeki sağlık sektöründen maksimum parayı kazandırmak. Yani artık AKP, halkın hastalığından en çok parayı kazanmanın kurumsal karşılığını da yaratmış oldu.
2012’de emperyalistler ve sermaye için yapmaları gereken çok iş, aşmaları gereken çok kriz olacak. İşleri çok zor. Ancak bu krizler, kendiliğinden ilerici sonuçlara yol açmaz. Egemenlerin krizi ezilenler açısından bir fırsattır, ama kazanımlara yol açması ancak devrimcilerin bu krizleri ezilenlerin çıkarları doğrultusunda derinleştirecek iradi müdahaleleri ile mümkün olur.
2012 onlar için zor geçecek, biz de “zor”u büyüteceğiz.