Son yılların en kitlesel anti-emperyalist eylemi olan 2 Ekim mitinginde anti-emperyalist taleplerle Kürtlerin barış ve özgürlük talebini başka yer ve zamanlarda maalesef göremediğimiz ölçüde kaynaştıran, solun en geniş yelpazesini bir araya getirip yelpaze dışına taşan şoven uçlarını törpüleyen şey Kürecik’in politik hafızasıdır. Anadolu’da emperyalizmle halklar arasındaki mücadelenin farklı süreçlerinin izlerini taşıyan farklı politikleşme katmanları bu […]
Son yılların en kitlesel anti-emperyalist eylemi olan 2 Ekim mitinginde anti-emperyalist taleplerle Kürtlerin barış ve özgürlük talebini başka yer ve zamanlarda maalesef göremediğimiz ölçüde kaynaştıran, solun en geniş yelpazesini bir araya getirip yelpaze dışına taşan şoven uçlarını törpüleyen şey Kürecik’in politik hafızasıdır. Anadolu’da emperyalizmle halklar arasındaki mücadelenin farklı süreçlerinin izlerini taşıyan farklı politikleşme katmanları bu hafızada yer etmiştir
Kürecik’te 2 Ekim’de düzenlenen füze kalkanı protestosu, katılmayanların çok şey kaçırdığı bir eylemdi. Çoğu civar köylerden 7-8 bin kişinin, 2000 küsur rakımlı tepeye doğru dolana dolana tırmanan görkemli yürüyüş kolu, bileşimi ve siyasi mesajları ile eşine nadir rastlanacak bir tablo oluşturdu.
Kürecik halkının, muhtarların ve yöre derneklerinin inisiyatifinde örgütlenen eylem, azimli anonslara rağmen 5’li kortejin bir türlü kurulamadığı ama anti-emperyalist sloganların köylü kadınların dilinden duyulduğu bir halk eylemiydi. Köylülerin geçerken “Biz savaş istemiyoruz, savaş isteyenler utansın” diye laf attığı numunelik birkaç jandarma dışındaki kolluk güçleri, belli ki AKP ikiyüzlülüğünü hedef alan bu halk tepkisini sessiz sedasız geçiştirme niyetinin yansıması olarak uzakta tutuldu ve eylemcilerle karşı karşıya gelmekten özenle kaçındı.
Kürecikliler radar nedeniyle, radara birkaç yüz metre mesafeden başlayan köylerinden sürülmekten korkuyor. Ayrıca daha önceki radar sisteminin kansere yol açtığı yönünde yaygın bir endişe söz konusu. Projenin gizli görüşmeler eşliğinde hayata geçirilmesi ve halka bir bilgilendirme yapılmaması endişeleri besliyor. Bu gündelik sorunlardan kaynaklanan tepkiler, farklı politikleşme dinamiklerinin etkisi altında kendi özgün politik kimliğini kazanan Kürecik halkı tarafından anti-emperyalist ve AKP karşıtı bir protestoya tercüme edilmiş durumda. Katılım ve politik vurgular anlamında beklentileri aşan eylemin sırrı belki de buradaydı.
Solun kendi başına kolay kolay bir araya gelemeyecek genişlikte bir yelpazesinin, kendi simgeleri ile katıldığı ama Kürecik halkının inisiyatifini tanıdığı eylem, solu birleştirecek harcın, halkın bağımsız çıkarlarına dayalı pratik mücadele gündemlerinde saklı olduğunun mütevazı bir göstergesiydi.
“İmralı’da tecrite, Kürecik’te kalkana hayır” yazılı dövizlerle, Türk bayrakları; üzerinde Sinan Cemgil, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya ve Mazlum Doğan’ın resimlerinin yer aldığı pankartlar ile Atatürk posterleri; BDP’li vekiller ile CHP’li vekiller; çok sayıda sosyalist parti ve örgütün pankartları bir aradaydı.” Ancak kitle ve politik mesaj bu örgütlerin tek tek bir araya gelişi ile açıklanamayacak bir potansiyeli yansıtıyordu.
Kürecikliler 4K; yani hem Kürt hem Kızılbaş hem Komünist hem Kürecikli. Kürecikli kadınlar 5K sayılabilir. İsteyen bir zamanlar BDP çizgisindeki partilere oy verilirken son seçimlerde CHP’ye yönelişin öne çıkmasıyla bir de Kemalizm ekleyip K’ları 5’e, 6’ya çıkartabilir. BDP siyasetinin seferber etmekte güçlük çektiği bu Kürtler şimdilik CHP seçmeni ama CHP siyasetine fazla geldikleri de aşikâr. Sosyalist örgütleri de seviyorlar ama bir politik öncüden çok “bizim çocuklar” olarak seviyorlar.
Bir anlamda Kürecik eyleminin parıltısı da olan bu melezlikleri, yarı sömürge Osmanlı’dan yeni sömürge Türkiye’ye Anadolu’da emperyalizmle halklar arasındaki mücadelenin farklı süreçlerinin izlerini taşıyan politikleşme katmanlarına bakarak anlayabiliriz. Bu, aynı zamanda Türkiye halklarının anti-emperyalist mücadelesinin, üzerinde yükseleceği zemini tanımak açısından da gereklidir.
Malatya’nın kurtuluşu
Malatya’nın bir kurtuluş günü yok. Çünkü işgal edilmedi. Ama kurtulamadı da. Malatya’nın ne Ermenileri kurtulabildi, ne Türkleri, ne de Kürtleri. Ermeniler “tehcir” yollarında; Türkler ve Kürtlerin askere gitmeyi kabul edenleri Sarıkamış, Yemen, Çanakkale cephelerinde; askere gitmeyi reddedenleri ise Malatya dağlarında ya da Harput’ta öldü.
Yarı sömürgeleşmiş Osmanlı’da iktidara gelen İttihat Terakki’nin, emperyalistler arası kapışmayı fırsata çevirerek imparatorluğu yeniden canlandırma hayalleriyle Birinci Dünya Savaşı’nda Alman emperyalizminin işbirlikçiliğine soyunması, bu toprakların halkları açısından felaket anlamına geliyordu. Osmanlı devleti ile Almanya’nın çıkarları, Osmanlı egemenliğinde yaşayan halklar aleyhinde bütünleşmişti.
Osmanlı’nın ayrılıkçıları Almanya’nın da hasmıydı. İngiliz emperyalizmi ile Alman emperyalizmi arasındaki çekişmede, uluslaşma hareketleri İngilizlerce desteklenen ve Almanya’yla ters düşen Ermeniler, Alman genelkurmayının planlanmasında doğrudan rol oynadığı “tehcir” ile katledildi.[1]
Osmanlı sarayının “Etrak-ı bi la idrak” (akılsız Türkler) ve “Ekradı bi la idrak” (akılsız Kürtler) diye andıkları ise Alman emperyalizminin çıkarları uğruna Sarıkamış’ta, Yemen’de, Çanakkale’de ölüme sürüldüler. Bir kısmı bir emperyalizme kalkan olmak için bir başka emperyalizmin kurşunlarının önüne sürülerek, çoğu da açlıktan, soğuktan, sıcaktan, bitten öldüler.
Kürecik aşiretlerinden Kasımoğlu ise, Kızılbaş oldukları için 400 yıldır zaten düşmanlık içinde yaşadıkları Osmanlı’ya bu savaşta asker vermeyi reddetti ve “Kasımoğlu (Mamadali) isyanı”nı başlattı. 1914-1915 yıllarında kısa süre ve sınırlı bir alanda etkili olan, iyi örgütlenmemiş bu isyan bastırıldı. Kasımoğlu da Harput’ta idam edildi. Halk türküleri bugün Birinci Dünya Savaşı cephelerini ve dönemin İttihat Terakki paşalarını lanetle, tarih kitaplarında yer bulamayan Mamadali’yi ise sevgiyle anıyor.[2]
Savaş Osmanlı ile “yedi düvel” arasında değil, emperyalizm ile halklar arasındaydı ve emperyalizmin yanındaki Osmanlı devleti kendi halklarının da karşısındaydı. Osmanlı’ya asker vermeyi reddeden Kasımoğlu, böylece Alman emperyalizmine kalkan olmayı reddediyordu.
Resmi tarih kitapları şöyle yazar: “Almanya yenilince Osmanlı da yenik sayıldı.” Anadolu halklarının yenilgisi ise Almanya’nın yenilgisinden çok Kasımoğlu’nun yenilgisiyle ilişkilendirilebilir.
“Kurtuluş savaşı” ama bir yere kadar
Emperyalizmle işbirliği reddedilerek kazanılan “Kurtuluş Savaşı”nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kırsal ağırlıklı toplumu yeniden örgütlemek üzere cumhuriyet ideolojisiyle donanmış kadrolar yetiştirmek için 1940’ta Köy Enstitüleri’ni kurdu. Köylü çocuklar bu okullarda okuyacak, sonra yine köylere dönüp öğretmenlik yapacaktı. Bu Köy Enstitülerinden biri de Akçadağ’a, Kürecik’in yanı başına kuruldu.
Köy Enstitüleri “komünist yuvası” değildi elbette ama köylüyü toprak ağaları, şeyhler, dedeler karşısında fazlaca ezilip büzülmemek üzere kışkırtan sonuçlara yol açtığı da bir gerçekti. “Çarıklı erkân-ı harp[3] uyandırmaya gelmez” diyenler, İkinci Dünya Savaşı sonrasında elverişli ortamı buldu. İsmet İnönü liderliğindeki Türkiye, kapitalist kampı seçmiş olmanın bir gereği olarak ABD ile birlikte hareket etti ve yeni bir sömürgecilik sistemi kurulurken yeni sömürge dünyasındaki yerini aldı. Truman Yardımları ile 1947’de başlayan yeni sömürgeleşme sürecine, Sovyet sistemini andıran uygulamaların terk edilmesi eşlik etti. 1947 aynı zamanda Köy Enstitüleri’nin basit öğretmen okullarına dönüştürüldükleri yıldı. Son darbeyi de Demokrat Parti indirecek, 1954’te bu okullar bütünüyle kapatılacaktı.
Halk kurtuluş cepheleri, orduları…
Emperyalizmle ekonomik entegrasyona askeri entegrasyon da eşlik etti ve 1952’de Demokrat Parti yönetimindeki Türkiye NATO’ya üye oldu. SSCB ile ABD arasında 1961’de patlak veren nükleer füze krizinde, ABD, radar sistemini Kürecik’e, nükleer başlıklı füzelerini de Manisa Akhisar’a yerleştirmiş ve bu füzelerin varlığı 40 yıl boyunca halktan gizlenmişti.
Çarıklı erkân-ı harp, Kasımoğlu ve Köy Enstitüleri’nin ardından şimdi de yeni bir kışkırtıcı ile karşı karşıyaydı. Anti-emperyalist mücadele içinde politikleşen ve zamanla devrimci bir kopuşa yönelen gençlik hareketleri emperyalistleri hedef alan silahlı eylemlere girişecekti. Türkiye halklarının kurtuluşu için silahlı mücadele yolunu seçen devrimci gençlik liderleri Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan, Kürecik Radar Üssü’ne baskın yapmak için harekete geçti. Eylem hazırlığındaki gerillalar 31 Mayıs 1971’de bir ihbar üzerine Nurhak’ta askerlerle çatışmaya girerek katledildi.
Çarıklı erkân-ı harbi, emperyalizme ve işbirlikçi egemen sınıflara karşı kendi bağımsız çıkarları doğrultusunda harekete geçmeye çağıran bu kışkırtıcılar fizik olarak imha edilse de politik etkileri halkların kolektif hafızasında yer edecekti.
Ders çıkartmak…
Zorlama paralellikler kurmanın lüzumu yok. Ancak Davutoğlu ve Erdoğan ikilisinin iyiden iyiye ateşlenen dış politikasını İttihat Terakki / Enver Paşa maceracılığı ile benzeştirenler arasında AKP muhaliflerinin yanı sıra, AKP yakınında yer alan Ahmet Turan Alkan, Nuh Gönültaş, Akif Beki, Cengiz Çandar gibi isimler yer alıyor. Şimdi yarı sömürge Osmanlı yerine yeni sömürge Türkiye, İttihat Terakki yerine AKP var.
Ancak emperyalist paylaşımda sistem içi tökezlemeleri fırsata çevirip emperyalizm işbirlikçiliği ile yeniden bir bölgesel güç olma sevdası tekerrür etmiş görünüyor. Alman emperyalizmi için değil ama Amerikan emperyalizmi için bu halkın çıkarına olmayan bir çatışma bu ülke topraklarına çekiliyor; halk emperyalist çıkarlara kalkan yapılmak isteniyor. Bir zamanlar Ermenilere karşı Almanya ile ortaklaşa tasarlanan katliamları anımsatırcasına şimdi de ABD ile kafa kafaya verilip Kürtlere karşı harekâtlar/operasyonlar tasarlanıyor. Halk muhalefetini örgütleyebilecek odaklar baskı altına alınıyor.
Bu politika ile AKP’nin Türkiye’yi bölgesel bir güç yapamayacağını ama emperyalistlerin bölgesel politikalarının maliyetini bu ülke halklarına çok boyutlu bir biçimde ödeteceğini öngörmek için müneccim olmaya gerek yok. Bugüne kadarki emperyalizm işbirlikçisi politikaların Türkiye halklarına maliyetini hatırlamak yeterli… Son yılların en kitlesel anti-emperyalist eylemi olan 2 Ekim mitinginde anti-emperyalist taleplerle Kürtlerin barış ve özgürlük talebini başka yer ve zamanlarda maalesef göremediğimiz ölçüde kaynaştıran, solun en geniş yelpazesini bir araya getirip yelpaze dışına taşan şoven uçlarını törpüleyen şey Kürecik’in kendi özgün koşulları nedeni ile diri kalan hafızasıdır.
Öyleyse mitinglerini “Tayyip kurma boşuna, yıkacağız başına” diye noktalayan Kürecikli köylülerin eylemini yalnızca AKP’ye değil, parçaların peşinde koşmaktan bütüne odaklanamayan toplumsal muhalefete yönelik bir uyarı olarak algılamakta da fayda var.
Dipnotlar:
[1]. Feroz Ahmad http://www.ntvmsnbc.com/id/25134503
[2]. Grup Nurhak’ın yorumundan Mamadali http://www.youtube.com/watch?v=rIPIi2sBEiE
[3]. “Çarıklı erkan-ı harp” yani “çarıklı genelkurmay” Anadolu köylüsünün kurnazlığını ifade etmek için kullanılan bir deyimdir. Vaktiyle, Köy Enstitülerinin kapatılmasını savunanlarca yürütülen tartışmalarda da köylüleri tanımlamak için bu deyim kullanılmıştır.