AKP iktidarı gerçek, eşit ve adil bir barış istememektedir. Gerek Kürt sorununun demokratik çözümü için gerekse bu ülke halklarının sömürüsüz, adil ve eşitlikçi bir düzen içinde yaşaması için bu iktidar da def edilmelidir. Tayyip’in bakanları sonbaharla birlikte halka karşı saldırılarını artırıyor. Başı Enerji Bakanı çekti. Doğalgaza ve elektriğe fahiş zamların yapıldığını açıkladı. Tepkilerin yönünü değiştirmek […]
AKP iktidarı gerçek, eşit ve adil bir barış istememektedir. Gerek Kürt sorununun demokratik çözümü için gerekse bu ülke halklarının sömürüsüz, adil ve eşitlikçi bir düzen içinde yaşaması için bu iktidar da def edilmelidir.
Tayyip’in bakanları sonbaharla birlikte halka karşı saldırılarını artırıyor. Başı Enerji Bakanı çekti. Doğalgaza ve elektriğe fahiş zamların yapıldığını açıkladı. Tepkilerin yönünü değiştirmek için de ekledi “mesai saatleri 6’da başlasın” diye, aklınca tasarruf öneriyormuş. Ardından Maliye Bakanı vergi oranlarını “güncelledi”. Vergi oranı güncellenmez, arttırılır. “Koskoca” Maliye Bakanı bunu bilmiyor mu, ya da “koskoca” Enerji Bakanı, OECD ülkeleri arasında çalışma saatleri karşılaştırıldığında en fazla çalışan ülkenin Türkiye olduğunu? Ya “koskoca” Sağlık Bakanına ne demeli? Katkı payını israfı önlemek için arttırmış. Bu nedenle artık aile hekimlerinin yazdığı reçete başına hastalar 3TL ödeyecek. Bunların ya kendisi aptal ya da halkı aptal yerine koyuyorlar!
Bu zamlarla birlikte halkın aylık ortalama harcaması en az yüzde 25 artmıştır. Çünkü zamlanan sadece bakanların açıkladığı kalemler olmayacaktır. Bu furyayla birlikte her şey zamlanacak/zamlanmakta. Üstelik Maliye Bakanı Şimşek’in verdiği “müjde” bununla sınırlı değil. Şimşek, “2012 yeniden değerlendirme oranının yüzde 10,2 olarak” açıklıyor. Bu oran aynı zamanda zam oranını ifade ediyor. Yani 2012 başından itibaren tüm vergi, harç ve cezalara yüzde 10.2 “güncelleme” gelecek. Bu arada Tayyip Hükümeti, kamu çalışanlarına 2012 için yüzde 3+3 artış yapmayı öngörmekte.
Niye yapılıyormuş bu zamlar? Batman’a bağlı Gerçüs ilçesinin Arıca köyünde 9 çocuklu Kürt ailenin en küçüğü olan Mehmet Şimşek’e göre “cari açığı kapatmak” için. (Bu arada Maliye Bakanımızın eski eş durumundan ABD vatandaşı ve İngiltere’ye hizmetlerinden dolayı da İngiliz vatandaşı olduğunu eklemek gerek.) Açıklamalarda, televizyonlarda sıkça adı geçen ama üzerinde ve nedenlerinde çok durulmayan şu “cari açık”ın ne olduğunu bir kez daha belirtmek gerek. Çok basit bir tanımla, cari açık; “giren dövizle çıkan döviz arasındaki fark” demek. Türkiye’nin cari açığı bu yıl 80 milyar dolar civarında. Yani Türkiye halkları bu yıl 80 milyar dolar fazladan ödeyecek, hayır ödeyemeyecek, borçlanacak. (Cari açık 2009’da 14milyar dolar, 2010’da ise 49 milyar dolardı.) Maliye Bakanına göre vergi “güncellemeleri” ile bu borcun 5,5 milyar dolarının kapatılacağı hedefleniyormuş.
Hükümet, Merkez Bankası aracılığıyla bu açığı kapatmak, daha doğrusu düşük göstermek için birtakım atraksiyonlar bile yaptı. Bankanın ve ülkenin bilançoları ile oynayıp, yeni keşfetmiş gibi “net hata noksanı” kalemine sarıldılar. Net hata noksanı, “kaynağı belli olmayan para” anlamına geliyormuş. Hani şu arada sırada kulağa çalınan, Körfez sermayesinin ülkeye soktuğu “teşvikler” var ya. Bir de uyuşturucudan, kara paradan girenler var elbette. Ancak cari açık, bir türlü kapanmadı, kapanmıyor. Hatta her yıl, iki katından fazla artıyor. Türk Lirası sadece bu yıl dolar ve avro karşısında %20 değer kaybetti. Financial Times, en son açıkladığı raporunda, Türkiye’nin önümüzdeki yıl 200 milyar dolar dış finansman (yani borç) ihtiyacı olduğunu belirtiyor.
Önceleri dünyadaki finans çevreleri, IMF ve elbette AKP bu cari açığı çok önemsemediler. Dışarıdakiler verdikleri borcu, faiziyle birlikte kat be kat almaktan memnundu, AKP de onlara para kazandırdıkça iktidarda kalacağını biliyordu. Ancak şimdi, dünyadaki kriz panik yaratmış durumda. Dışarıdakiler “ya paramızı alamazsak” derdinde, içeridekiler “ya borç bulamazsak” derdinde. Dışarıdakilerin, içerideki bir numaralı temsilcisi olan Ali Babacan, o yüzden aylardır yırtınıyor. Tayyip’in durumu kavradığını söylemek ise imkânsız. Kendi Maliye Bakanı, cari açığı azaltmak, daha çok para toplamak için vergileri artırırken Tayyip, “sigarayı, içkiyi bırakın” diyor. Millet sigarayı, içkiyi bırakırsa nasıl para toplayacaksın, a be Tayyip? Hadi diyelim “koca” Başbakan, milletin sağlığını çok önemsiyor, o zaman o “koca” Başbakan hastanelerde alınan katkı paylarını niye arttırıyor?
Bunların söylediklerine değil, yaptıklarına bakmak gerek ve elbette, bir de yapmadıklarına!
AKP iktidarı kendilerine, sermayeye ve patronlara “yarar sağlayan” bir iktidardır. O çok dert edindikleri cari açığı kapatmak için “çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi almak” gibi uygulamayı savunuyorlar mı? Elbette Hayır. O zihni sinir bakanların bu çözüm akıllarına gelmez bir türlü. Ya da lüks tüketim maddelerinden daha fazla vergi almak? Bu da aklılarının ucundan geçmez. Üstelik tam tersini yaparlar. Pırlantadan, zümrütten, yakuttan (mücevherattan) alınan KDV, AKP iktidarında (2004’te) %18’den %0’a düşürüldü. Şu sıralar İstanbul’da “lüks yat fuarı” yapılıyor, eğer 9-12metrelik bir lüks yat alırsanız devlete ödeyeceğiniz harç 400TL, 12-20 metrelik bir lüks yat için ise sadece 800TL. Havuzunu suyla dolduranla da, 2000 metrekarelik evini ısıtanla da aynı “birim fiyatı” ödüyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, adaleti adaletsizdir, kalkınması ise sadece sermaye sınıfı içindir. AKP iktidarı, tüm dünyada yürürlüğe konulan neoliberal “vergiyi tabana yayma” stratejisinin en azgın uygulayıcısıdır. Asgari ücret alan bir çalışan, aldığı paranın neredeyse yarısını doğrudan ve dolaylı vergilerle tekrar geri vermektedir. Bu ülkede hangi patron gelirinin yarısını vergi olarak veriyor?
Bu uygulamalar karşısında halkın geliştirmesi gereken ve hatta artık zorunlu kaldığı strateji bellidir; insanca bir yaşam için gerekli olan tüm ihtiyaçların parasız karşılanmasını talep etmek,bu taleplerini güçlü bir muhalefet hareketine dönüştürmek. 140 metreküp doğalgaz, 230 KW saat elektrik, 18 metreküp su parasız olmalıdır. Bu ülkenin halkları işsizliğin sorumlusu değildir; işsizlik, siyasi iktidarların sermaye sınıfına ucuz işçi sağlamak için özel olarak uyguladığı bir taktiktir. Eğitim, sağlık, ulaşım parayla satın alınacak mallar değildir, halkın haklarıdır ve parasız olmalıdır.
AKP iktidarının saldırıları demokratik haklara, bu hakların kullanılmasına karşı da tüm kuralsızlığıyla devam ediyor. En somut örnek Hopa’da yaşananlar ve Hopa Davası. Hatırlanacağı gibi Genel Seçim öncesi, 31 Mayıs’ta Tayyip Erdoğan’ın neden olduğu olaylar sonucunda Hopa halkı demokratik tepkilerini göstermiş ve polisin gaz bombaları ve darbı ile Metin Lokumcu öldürülmüştü. Bu olaya karşı tüm yurt genelinde protesto gösterileri düzenlenmişti. Siyasi iktidarın bu demokratik hakların kullanımına verdiği yanıt ise azgın bir şiddet (onların deyimiyle orantısız güç), operasyon, baskı, gözaltı ve tutuklama olmuştu. Tüm bu süreç boyunca bir dizi hukuksuzluğa, keyfiliğe, anti-demokratik uygulamalara şahit olundu. Demokratik tepkiler terör eylemi, demokratik kurumlar terör örgütü oldu. Metin Hoca’nın katledilmesini aklamaya çalıştılar, HES’lere karşı tepkileri bastırmayı, AKP’ye karşı oluşan halk muhalefetini sindirmeye çalıştılar. Aylardır onlarca insanı hapishanelerde tutuyorlar.
En sonunda Ankara Özel Yetkili Savcısı lütfetmiş, iddianamesini hazırlamış ve 9 Aralık dava günü olarak belirlenmiş, altı ay sonra. Metin Hoca’nın ölümü takdiri ilahi olmuş, otobüse tutunmasını bilmeyen polisin yaralanmasının suçu, “terör eylemi” sayılıp Hopa halkına yüklenmiş, savcısı olduğu devlet
in yayınlanmasına izin verdiği dergi ve gazeteler illegal terör örgütlerinin illegal yayınları olarak gösterilmiş, bu toplumun gelişmesinde 80 yıllık emeği olan Halkevleri terör örgütü yapılmış, bu halkın onurlu çocukları onlarca yıllık ceza ile ceza ile sindirilmeye çalışılmış durumda.
Sonuç itibariyle bu davalar, kendi hukuk kuralları içerisinde bile dayanaksızdır, düzmecedir ve geçersizdir. Bu davalar hukuki değil siyasidir. AKP iktidarının bu davaları sürdürmesindeki siyasi amaçları bellidir.
1-AKP iktidarı, intikam almaya çalışmaktadır. Hopa halkından ve Halkevleri’nden intikam almaya çalışmaktadır. Tayyip, Hopa’dan arkasına bakmadan kaçışını hazmedememektedir, onun şakşakçıları ise hiç hazmedememektedir. Gericilerin, bu ülke topraklarında kendi gelişmelerinin önünde en büyük engellerden biri olarak gördükleri Halkevleri’nden intikam almaya çalışılmaktadır. Altında Tayyip ve bakanlarının, bir de Gül’ün imzası bulunan “Halkevleri’ni, kamu yararı dernek statüsünden çıkaran” belge bir intikam belgesidir.
2-AKP iktidarı, bu davalar ile kendini eleştiren, uyguladığı politikaları engelleyen, demokratik haklarını kullanan insanları “yok etmeyi” amaçlamaktadır. Hopa halkı AKP’ye muhalefet etmiştir, HES uygulamalarını engellemiştir. Bu ülkenin onurlu insanları zalimler karşısında demokratik tepkilerini gösterme hakkını kullanmıştır. AKP’nin verdiği yanıt ise “terörist” suçlamasıyla itibarsızlaştırmak ve muhalefetin en ileri, en dinamik kesimlerine hapishanelerini göstermek olmuştur.
3-AKP iktidarı, bu saldırganlığı ile halkın tamamına bir mesaj vermeye çalışmaktadır; “korkun ve benim iktidarımın benim dışındakilere neler yapabileceğini görün”. AKP, kendinden öncekiler gibi, dünyadaki her baskıcı iktidarın seçtiği yolu izliyor. Ancak halk düşmanı politikalar ve bu ülkenin demokratik muhalefet geleneğinin yarattığı çizgi AKP’nin yüzde 82.24 oy aldığı Tortum’da bile o iş makinelerini hurda haline getirebiliyor.
Diğer yandan AKP iktidarının, Kürt sorununun çözümü konusundaki basiretsizliği ve aklınca uygulamaya çalıştığı taktikler tek tek başarısızlığa uğradığı gibi bu ülke halklarına kalıcı zararlar vermeye devam ediyor. Çok değil bir önceki Aktüel Gündem yazısında “Kürt siyasi hareketi ile egemen blok arasında henüz sonuca ulaşılamayan bir kapışma/pazarlık süreci devam ediyor” diye yazılmıştı ve eklenmişti; “anayasa eksenli bir çatışma kolay bir uzlaşmayla sonuçlanmayacak. Karşılıklı hamleler bu yıl içerisinde çokça yaşanacak. Tayyip, ‘terörle mücadele, siyasetle müzakere’ diyerek protokoller zeminini sürdüreceğini ifade etmiş olsa da hinlikler, kuralsızlıklar sürekli aklında olacak.”
AKP iktidarı, PKK ile müzakere sürecinde gerek KCK tutuklamaları ile gerekse de askeri operasyonlarla elini güçlendirerek yer almak istemekte. Hatta Abdullah Gül’ün geçen hafta Hakkari’ye gidip oradaki askeri birliklerde iki gün geçirmesi bile askeri alanda bir üstünlük elde etme girişimi olarak değerlendirilmeli. Ancak bu taktik, PKK’nin Hakkâri’de 8 ayrı askeri merkeze düzenlediği, son dönemlerin en büyük saldırısıyla karşılık buldu. (PKK saldırılarının Habur’dan girişlerin olduğu geçen yılki 18 Ekim’e denk getirildiğini de eklemek gerek).
AKP iktidarı gerçek, eşit ve adil bir barış istememektedir. Bu iktidarın bir parçası olan Abdullah Gül, hala sorunu “devletimizi hizaya getirmeye çalışanlara” karşı bir savaş olarak adlandırmakta ve misli misli intikam almaktan bahsetmektedir. Şimdiye kadar bu sorunu sözde çözmek için 25’ten fazla kara harekatı yapıldı, hala yeni bir tanesinin sorunu çözeceği iddia ediliyor. Halka yalan söylemeye devam ediyorlar. Bu iktidarın da öncekilerden bir farkı yoktur. Gerek Kürt sorununun demokratik çözümü için gerekse de bu ülke halklarının sömürüsüz, adil ve eşit düzeni için bu zihniyet de bu iktidar da def edilmelidir.