Ekim ayıyla birlikte siyasetin bir dengeye oturacağı, meclisin faaliyete geçmesiyle birlikte artık kurallara uygun bir siyasi işleyişin sağlanacağını varsaymak AKP iktidarında mümkün değil. Referandumdaki yüzde 58, seçimlerdeki yüzde 50 AKP cenahında özellikle Tayyip’te, “hukuksuzluğun hukukunu” bir siyasi silah olarak kullanma hakkı aldığı sanrısı oluşturmuş durumda. Seçim öncesi vaatlerin hepsi yalan olmuş, seçim sonrası, yaz aylarındaki […]
Ekim ayıyla birlikte siyasetin bir dengeye oturacağı, meclisin faaliyete geçmesiyle birlikte artık kurallara uygun bir siyasi işleyişin sağlanacağını varsaymak AKP iktidarında mümkün değil. Referandumdaki yüzde 58, seçimlerdeki yüzde 50 AKP cenahında özellikle Tayyip’te, “hukuksuzluğun hukukunu” bir siyasi silah olarak kullanma hakkı aldığı sanrısı oluşturmuş durumda. Seçim öncesi vaatlerin hepsi yalan olmuş, seçim sonrası, yaz aylarındaki keyfiyet olağan davranış biçimine dönüştürülmüş durumda.
Hukukun hukuksuzluğunun bir siyasi silah olarak kullanıldığı en belirgin konu kuşkusuz Kürt sorunudur. “KCK operasyonları” adı altında son altı ayda 1500, son iki yılda 3000 insan tutuklanmış durumda. Bu insanların çoğu hala ilk duruşmalarına çıkartılmadılar bile. AKP, bu işi sözde bir hukuk adına yapıyor ama kimin hukuku ve kime uygulanan hukuk? Uzun tutukluluk süreleri bir zorunluluk değil, AKP’nin uyguladığı bir siyasi tercihtir. Bu durum üstelik sadece Kürtlere karşı değil, tüm demokratik muhalefet öznelerine karşı uygulanmaktadır. 2005’te 273 olan “terör suçu hükümlüsünün sayısının, 2009’da 6.345’e çıkması çarpıcıdır. “İzinsiz gösteriye katılmak” gibi uyduruk bir ithamla karşı karşıya olan “Hopa tutukluları” bile beş aydır ilk duruşmaya çıkmayı beklemekteler. Meclis çoğunluğu olmasına rağmen Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) uygulamalar oldu-bittilerle yasal kılıflara sokulmaktadır. AKP döneminde hukuk, hukuksuzluğun aracı olmuştur.
Diğer yandan AKP, Kürt sorunu karşısında hukuksuzluğu da bir hukuk haline getirmeye çalışıyor. AKP’lilere bakarsanız dokuz yıllık iktidarları döneminde Kürt sorunu konusunda kimsenin yapmadıklarını yapmış, demokratik açılım sağlamışlar. Ancak dikkat edilirse AKP döneminde hiçbir adım, kalıcı hukuki güvenceler altına alınmamıştır. Dönemin siyasi tercihlerine göre uygulamalar değiştirilmektedir. Sadece Habur’dan giriş örneği bile yetebilir. Aynı mahkemeler ilk önce Habur’dan giren gerillaları serbest bırakırken bir süre sonra haklarında cezai işlem yapabilmektedir. Kürt hareketi için kritik öneme sahip olan Öcalan’a, görüş yasağı konması da benzer niteliktedir. AKP döneminde hukuksuzluk, hukuk haline getirilmiştir.
Aysel Tuğluk’un dediği gibi “Hem ideolojisiyle, hem uygulamalarıyla hem de yöntemleriyle Erdoğan yeni Enver Paşa’dır. Dokuz yıllık iktidarın bakiyesi demokrasi ve özgürlükler değildir. Kürtler için hiç değildir”
.
Yeni meclisin “yeni üyeleriyle” faaliyetine başlaması ve temel gündemi olarak yeni anayasayı gündemine alması bu garip “kuralsızlık düzenini” bir “hukuk düzenine” dönüştüreceğini beklemek mümkün değil. Zaten nazire yaparcasına, yeni meclis “hükümete, yurtdışına asker gönderme yetkisi veren” tezkereyi bir yıl daha (beşinci kez) uzatma kararını vermesi, bir “savaş meclisi” ve bir “savaş hükümeti” olduğunu kanıtlamış durumda.
Ancak temel gündem olarak yeni anayasanın hazırlanmasının belirlenmiş olması, “çeşitli” kesimleri, yeni yazılacak kurallar/tanımlar metnine aktif müdahale sürecini de bir süredir başlatmış durumda. Kuşkusuz bunların başında Kürt siyasi hareketi gelmekte. 30 yıllık mücadelenin artık somut/yazılı kazanımlara dönüşmesi konusunda “ısrarlılar”. Kürt siyasi hareketi ile egemen blok arasında henüz sonuca ulaşılamayan bir kapışma/pazarlık süreci devam ediyor. AKP bu süreçte bir taraftan KCK operasyonları ile Kürtlerin açık/kitlesel muhalefet edebilme yeteneklerini ortadan kaldırırken, diğer taraftan Kandil’i bombalıyor, askeri operasyonları büyütüyor. Aynı zamanda Öcalan’la görüştürmüyor, ABD’den askeri ve siyasi destek istiyor. Kürt hareketi ise silahlı eylem yapılmayan bir günün geçmemesini sağlıyor, Ankara’da, Antalya’da bombalar patlatarak ilerisi için mesaj veriyor, öğretmenleri kaçırarak düzenin askeri olamayan kanallarını da tıkayabileceğini gösteriyor. Bu dönem (bir kez daha) şahit olunan bir başka şey, Siirt’te dört genç kadının yanlışlıkla öldürülmesinde olduğu gibi kontrolsüz ve yaygın şiddetin ne tür sonuçlar yaratacağı. (Bu arada yeri gelmişken, bu tür eylemler Kürt hareketinin kendi tarihinde kalıcı, olumsuz izler bırakması bir yana, Batı’daki solun Kürt hareketiyle ilişkilenme, empati kurma düzlemini de ortadan kaldırmaktadır. Kitle ilişkilerine sahip sol siyasi hareketler kendi çalışma alanlarında bu eylemleri haklı gösterecek gerekçeler bulabilirler mi? KESK’in, Eğitim Sen’in “kaçırılan öğretmenler” karşısında aldığı ürkek tutum İzmir’deki ya da İstanbul’daki bir öğretmenler odasında savunulabilir mi?)
Sonuç itibariyle, anayasa eksenli bir çatışma kolay bir uzlaşmayla sonuçlanmayacak. Karşılıklı hamleler bu yıl içerisinde çokça yaşanacak. Tayyip, “terörle mücadele, siyasetle müzakere” diyerek protokoller zeminini sürdüreceğini ifade etmiş olsa da hinlikler, kuralsızlıklar sürekli aklında olacak. Kürt siyasi hareketinin ise 1 Ekim ile birlikte Meclis’e siyasi temsilcilerini gönderme kararı, Kürt siyasetinin ağırlıklı olarak silahlarla politik alana müdahaleden, BDP ile politik alana müdahaleye dönüştüğünün göstergesi sayılsa da hatta PKK, tekrar ateşkes ilan etse de yeni anayasa noktalanana kadar bu dönemin temel özellikleri korunacak.
Yeni anayasa hazırlıklarında inisiyatif alma isteği sadece Kürtlerden gelmiyor, ya da bu süreç sadece meclisteki partilerin inisiyatifinde yaşanmayacak, TÜSİAD da daha ilk günden tam kadro sahaya çıktı. Türkiye’nin “demokrasi lokomotifi” olma ambalajını kimselere bırakmak istemeyen TÜSİAD üyeleri, bu görüntü altında kendileri için kaçınılmaz olan yasa maddeleri uğruna kanlarının/paralarının son kuruşuna kadar her türlü lobi faaliyetine hazır olduklarını deklere ettiler.
Yeni anayasa hazırlık sürecinde ve hatta sonucunda en büyük mağduriyeti ezilenlerin, emekçilerin ve yoksulların yaşayacağını ise şimdiden öngörmek için kahin olmaya gerek yok. Mücadelesi ve örgütlülük düzeyi geri olan kesimler bu sürecin asıl mağduru olacaklar. AKP’nin Türkiye halklarına kendiliğinden nimetler sunacağını beklemek safdilliktir. Yeni anayasa hukuksuzluğu ve keyfiliği yasallaştıracaktır. Abdullah Gül’ün Meclis açılışında dile getirdiği beklenti önemlidir; “esnek” ve “her yönüyle eşit vatandaşlığı” garanti altına alan bir anayasa. Esnek’ten kasıt; iktidara, sermaye ve emperyalizm lehine her türlü düzenlemeyi yapabilme yasallığı sağlamasıdır, “her yönüyle eşit vatandaşlık” ise Kürtlerden çok dini-gerici kesimlerin toplumsal konumlarının garantiye alınmasıdır.
Son dönemde açıklanan iki zam haberi bile AKP iktidarının kimin için ve kime hizmet ettiğinin açık kanıtıdır. Elektriğe ve doğalgaza, üstelik özellikle kış ayları başlarken yapılan zamlar asıl olarak, bu alanda faaliyet gösteren patronlara yeni rant alanları yaratmak ve karlarını arttırmak amacını taşıyor. Elektriğe, son dört yıl içinde yapılan zam toplamı yüzde 89. Sözde pahalı olduğu gerekçesiyle Rusya’dan alınan doğalgazın üçte birinin artık kamu tarafından alınmayacağını açıklayan Enerji Bakanı, gerçek niyetinin bu alandaki özel şirketlerin kar payını arttırmak olduğunu ve okul ve hastanelerdeki sübvansiyonun kaldırılmasıyla çifte zam yapıldığını pişkince saklıyor. Yüzde 14’lük doğalgaz zammı halka zararlıdır ama doğalgaz piyasasından kar eden patronlar için yeni bir sömürü hortumudur.
Tüm bunlarla birlikte AKP’nin çok da gündem yapılmasına fırsat vermeden uygulamaya koyduğu icraatları mevcut. Örneğin; AKP, ilköğretimde okutulacak seçmeli yabancı dil sayısını d
okuza çıkardı. Çince, İspanyolca ve Rusçadan sonra Arapça da yabancı dil olarak okutulacak. Ancak İngilizce öğretmeni bile bulamayan MEB’in diğer yabancı dil öğretmenlerini nasıl bulacağı merak konusu. Merak konusu olmayan ise ortalıkta boş gezen çok sayıdaki İmam Hatip ve İlahiyat mezunlarına yeni iş kapısı açılacağı. Ve artık Kuran kursu tartışması da bitmiş olacak çünkü bütün ilköğretim okullarında fiilen Kuran öğretilecek. AKP’nin toplumsal mühendisliğinde sınır yok, şimdi de “ihbar yasası”nı uygulamaya koyuyorlar, “teröristleri ihbar edenlere para ödülü vereceklermiş”. Örnek alınan yer Amerika elbette. Bu uygulama sayesinde komşunun komşuyu dinlediği, canı isteyenin istediği kişiyi gammazladığı bir korku toplumu yaratmayı başarabilirler belki. Kamusal hakların satışı konusunda ise AKP’nin duracağı bir sınır yok. Artık özel üniversite açmak için vakıf kurmaya gerek kalmayacak. Bilindiği gibi şimdiye kadar özel üniversiteler ancak vakıflar aracılığı ile kurulabiliyordu, bundaki amaç da eğitimden sözde kar elde edilmesini önlemekti, vakıflar kar amacı güdemiyor ya. Ama artık buna gerek olmayacak, AKP, doğrudan kar amacı güden şirketlerin, şahısların da üniversite açabileceği koşulları sağlıyor.
Hukukun garip hukuksuz şekiller aldığını gördük, görmeye de devam edeceğiz. Hatırlanacağı gibi geçen referandumla birlikte kamu çalışanlarına toplu görüşme yerine toplu sözleşme hakkı tanınmıştı, uzlaşamama durumunda ise hakem kurulu diye bir şey icat edip, üyelerini hükümetin atayacağı bu kurulu yetkili kılmışlardı, AKP de bu düzenlemeleri bolca şişirmişti. Şimdi Kasım ayında AKP ile kamu çalışanları sendikaları “toplu sözleşme” yapacaklar. 27 maddeden 24’ünde uzlaşma sağlamışlar, uzlaşılamayan konularda “hakem kurulu”nun nasıl karar vereceğini ise hep birlikte göreceğiz.
AKP hukuksuzluğunun hukukunu işletirken ülkemiz ve bölge halklarının geleceği için de büyük bir tehlike oluşturmakta. Tayyip’in Suriye konusundaki ihtirası azmış durumda. Daha önce buna benzer her durumda BM Kararı şartı arayan, örneğin İran konusunda yaptırımlar gündeme geldiğinde Davutoğlu aracılığı ile “ilkesel olarak yaptırımlara karşıyız” açıklaması yapan AKP hükümeti, şimdi ise BM’den Rusya’nın ve Çin’in veto etmesi nedeniyle çıkmayan yaptırım kararlarına karşı bizzat Tayyip tarafından “vetolar yaptırımlarımızı etkilemez” açıklaması yapıyor. 9 Ekim’de Hatay’a gidip oradan bağıracak Suriye tarafına ve yaptırımları açıklayacak. Ancak Esad, elini ondan çabuk tuttu ve Türkiye ile ticari ilişkilerini kesmek anlamına gelen yeni bir gümrük tarifesi açıkladı. (Ancak bir hafta içinde bu tarifeden vazgeçildi.) Bu arada Tayyip’in orduya atadığı yeni komutanlar da Hatay’da “Yıldırım 2011” askeri tatbikatı yapacaklarını açıkladılar.
Suriye operasyonu doğrudan bir ABD tezgahıdır. Tayyip de bu operasyon ihalesini ABD’ye yaranmak adına sırtlanmıştır. Anlaşıldığı kadarıyla bu ihalenin sırtlanılmasının da karşılığı ABD tarafından ödenmekte. ABD Ticaret Odaları Başkanı, İstanbul’u dünya finans merkezlerinden bir yapmak için ülkemizi ziyarete gelmiş. Bu kadar değil, Amerikan Federal Mahkemesi’nin tek kadın üyesi de Anayasa konusunda akıl vermek üzere ülkemizde bulunuyor. Bu kadar da değil, 2 Kasım’da da ABD Dışişleri Bakanı Clinton tekrar bize misafirliğe gelecekmiş. Hatırlanacağı gibi onbeş gün önce de ABD’nin 16 istihbarat örgütünün başkanı bizim misafir odasındaydı. Bu arada Almanya ile de ilişkiler gerdiriliyor. Tayyip’in ‘Alman vakıfları’ PKK’yi ve CHP’yi destekliyor açıklaması, CHP’ye yeni bir uğraşı alanı çıkardığı kadar, “şu Deniz Feneri üzerinden, benimle fazla uğraşma” mesajı taşımakta.
Tayyip’in yurtdışı ihtirası Fetullah’ı aratmayan nitelikte. Onun sosyal ağını siyasal ve askeri yönle birleştirme çabasında. Gidilmedik ülke bırakılmıyor, yurtdışından bolca öğrenci ülkeye getiriliyor, MİT’e Dışişleri’nden Tokyo büyükelçisi müsteşar yardımcısı olarak atanıyor, yine MİT’e yurtdışında görevlendirilmek üzere yabancı dil bilen (Çince, Rusça ve Arapça) personel almak için gazetelere ilanlar veriliyor, v.s. yakında ABD’den uçak gemisi almaya kalkarlarsa şaşmamak gerek.
Bu arada, füze kalkanı inşaatı tüm hızıyla ilerliyor. Kürecik’te faaliyete geçirilecek olan o “füze kalkanı” AKP’nin emperyalist taşeronluğunun simgesidir. O kalkan ne Malatyaları ne de Türkiye halklarını korumak için oraya yerleştirilmektedir. O kalkanın tek bir amacı vardır; İran’a saldırıldığında İran’ın İsrail’e karşı saldırı da bulunmasını engellemek. Ancak böyle bir durumda Tayyip dahil herkes bilmektedir ki İran, ilk önce Kürecik’i vuracaktır. Böyle bir durum ise Türkiye’nin zorunlu olarak savaşa girmesine neden olacak ve ABD’nin iğrenç planları için Türkiye halkları feda edilecektir. Tayyip ve Abdullah ikilisi yanlarına Bülent’i de alarak (belki Ajda’yı da alırlar, yalakalıkta sınır tanımıyor ya) sığınağa girerken çocukları ABD’ye sığınacaktır.