Koordinasyon hareketinin ikinci dönemi diyebileceğimiz dönemde, gençlik, 28 Şubat süreci, 75.yıl tantanaları, Abdullah Öcalan’ın yakalanma sürecinin yarattığı faşist gerici histeriler ve toplumsal muhalefetin bütün olarak gerilediği sokağın hemen hemen unutulduğu bir süreç devraldı. İşte gençlik mücadelesi bu dönemde kendinden önceki gençlik hareketinin kumsala bıraktığı “fiili-meşru-militan-kitlesel” çizgiyi ve onun öz örgütü olarak Koordinasyon’u on yıllardır devreden […]
Koordinasyon hareketinin ikinci dönemi diyebileceğimiz dönemde, gençlik, 28 Şubat süreci, 75.yıl tantanaları, Abdullah Öcalan’ın yakalanma sürecinin yarattığı faşist gerici histeriler ve toplumsal muhalefetin bütün olarak gerilediği sokağın hemen hemen unutulduğu bir süreç devraldı. İşte gençlik mücadelesi bu dönemde kendinden önceki gençlik hareketinin kumsala bıraktığı “fiili-meşru-militan-kitlesel” çizgiyi ve onun öz örgütü olarak Koordinasyon’u on yıllardır devreden devrimci iddiayla örgütlemeye devam etti
Birikim Dergisi’nin hazırladığı “Öğrenci Hareketi” konulu dosyaya ilişkin Sendika.Org sitesinde yayımlanan değerlendirme ve eleştiri yazılarında (Madem aynı zamanda bugüne ilişkin sonuçlar çıkarmak amacıyla yazılmış) eksik kaldığını ve vurgulanması gerektiğini düşündüğüm bir iki temel konuya kendimce değinerek katkı sunmak istedim.
Birikim Dergisi’nin gençlik mücadelesi tarihini çeşitli kabarma dönemlerini öne çıkararak tahlil etmeye çalışması zaten, tartışmanın başında çıkmaz bir sokağa girmesine yol açmış. Gençlik mücadelesinin bence en önemli -Birikim’in doğal olarak göremediği- yanı, tarihin hiçbir anında kesintiye uğramamış bir fikir ve eylem sürekliliğinin, on binlerce üniversiteli gence çeşitli biçimlerde mal olmuş, bu bakımdan yaşayan bir tarihi organizma olmayı başarabilmiş bir mücadele olduğu.
Ben bu yazıda, on yıllardır “fiili-meşru-militan-kitlesel bir gençlik hareketi” yaratma iddiasının “Koordinasyon’un ikinci dönemi” denebilecek olan ’98 ve sonrasındaki karşılığına değinmeye çalışacağım. Bunu yaparken amacım gençlik mücadelesi tarihinin ’96’lar, ’98’ler, ocular, şucular, binler ve yüzler gibi rakamsal değerlerden öte bir devrimci iddianın birbirine güç vererek devredildiği bir tarih olduğu gerçeğini vurgulamak.
Ama önce Deniz Derya’nın yazısı dolayısıyla fark ettiğim Birikim’in hazırladığı dosyaya dair düşüncelerimi paylaşmak isterim. Madem söz konusu tarih; o zaman yapılan tartışmaları takip etmek bakımından Carr’ın “Tarih nedir”deki notlarından bir iki alıntıyı yorumlamadan giriş yapmak istemedim. Tesadüfen bugünlerde okuduğum kitabında Carr, tarihin her zaman kayıt tutanın zihninden kırılarak yansıdığının altını çiziyor ve ekliyor: “Bu nedenle tarih hakkında yazılan yazılarda olgulardan önce onu yazan tarihçiyle ilgilenin.” Marksist tarihçi Carr’a kulak verelim; gençlik mücadelesine dair tartışmalardan önce buna vesile olan”Birikim Dergisi”nin kendisini hatırlayalım.
Kimse bize ihanet etmemiş, Biz kimseyi aldatmamışken, Eskidendi, çok eskidendi…
1989 Mayıs’ında yeniden başlayan yayımını kesintisiz sürdüren dergi hakkında çokça yazıldı, çizildi; ama tekrar etmenin kimseye zararı dokunmaz. Birikim dergisi ’90’ların sonunda henüz liberal solun utangaçça yaptığı AB taraftarlığının dikkat çekici bir açıklıkla militanlığına soyunmuştu. Ama o zamanlar liberal sol henüz bugünkü gibi siyasi iktidarın halk düşmanlığının taşeronu olamamıştı/olmamıştı. Henüz, Laçiner ve Birikim 2002 seçimlerinin sonuçlarını değerlendirirken “muhafazakâr devrim” kapak sloganıyla çıkan 163-164 sayılarında, ülkede “muhafazakar demokratik devrimin” gerçekleştiği ve böylece “burjuva devriminin de tamamlanma sürecine girdiğini” ilan etmemişti. İçinde yaşadığı toplumun neoliberal saldırganlıkla paramparça edildiği bir süreçte yaşananları “muhafazakâr devrim” olarak niteleyen bir fikrin sahiplerinin o toplumun ilerici gençlik hareketleri tarihine bugün durdukları yerden bakıp yazdıkları yorumlar olsa olsa “muhafazakar devrim”in işine yarayacak fikirleri yeşertmeye yöneliktir. Hal böyle olunca Birikimcilerin örgütlü sosyalistlerin başarılarını perdelemek, olayların akışına yön veren devrimci iradeyi yok saymak, siyasal olayları doğa olaylarıyla; dolayısıyla gençlik hareketi çıkışlarını devrimci siyasetten, bilinçli eylem tasarımından kopararak “sürü” hareketleri olarak incelemek ve bu amaca derginin bir sayısını adamış olmak da şaşırtmıyor beni.
Bu vesileyle yazılmış yazılara ilişkin söylemeden edemeyeceğim; hem Birikim’inkinde hem de Deniz Derya’nınkinde “kuşaklar” fenomenleri yaratılmasını, tartışmanın vurgularını arttırmak bakımından tercih edilmiş olsa da doğru bulmuyorum. Doğru bulmuyorum; çünkü asıl olarak kesintisiz DEV-GENÇ tarihini 96 kuşağı, 98 kuşağı gibi tanımlamalarla bölerek, Türkiye’deki tek kesintisiz gençlik hareketinin siyasi sürekliliğini kültürel kodlarla zayıflatıyoruz. Elbette ki gençlik hareketinde kabarma dönemleri politik tartışmalarda uçlar oluşturur; ama mesele, o uçların kuşakları (Bu tür yazılarda kuşaktan kasıt harekete çeşitli biçimlerde dahil olmuş gençlerin tamamı değil, o dönemin gençlik hareketi önderliğidir ki önderlik yarıştırmak da yorucu ve faydasız bir çabadır) değil, gençliği meydanlara döken fikir ve eylemlerdir.
İnadına isyan, inadına özgürlük…
“96 yıl” davası öncesinde yapılan 17 Aralık Kızılay, 18 Mart Taksim eylemi, benim açımdan, Koordinasyon hareketini somut olarak anlamamı sağlayan eylemlerdi. O yıl gençlik örgütlerinin tamamına yakını, demokratik kitle örgütleri ve sendikalar davaya sahip çıkarken asıl olarak Koordinasyon hareketine sahip çıktıklarını açıkça beyan etmiş oldular. Üstelik üniversiteliler ve toplumsal muhalefet örgütleri polisin azgın saldırısını göze alarak Taksim’e gelmeyi tercih etmişlerdi.
Koordinasyon hareketine yönelik daralma eleştirilerinde 1990’ların ikinci yarısında toplumsal muhalefetin içine girdiği kriz görmezden gelinerek; bu muhalefet hareketlerinin doğal bir parçası olarak gençlik hareketindeki dönemsel duraklama ve geri çekilme halini sadece gençlik önderliğinin iradesiyle açıklama gibi bir eğilim mevcut. Oysa gençlik hareketinin yatağı olan toplumsal muhalefetteki dönemsel daralma göz önüne alınmadan yapılan tartışmalar eksik kalıyor. Yanı sıra polisin ve faşistlerinin artan saldırılarına (Polis hemen her kitle eylemine saldırıyor, Koordinasyon hareketini gayri meşru pozisyona sokmak için operasyonlar yapıyor, toplamda 96 yıl gibi hapis cezaları veriliyor, faşistler ise polisin desteği ile birlikte üniversitelere her geldiğinde bir iki arkadaşımız bıçaklanıyor ya da silah ile yaralanıyordu) karşı gençlik hareketi bütün direngenliği ile kısmi başarılar kazanmasına (96 yıllıkların hapisten çıkarılması) rağmen bu saldırganlık geniş kitlelerde yorgunluklara yol açıyordu. Bu durum da değerlendirmeler bakımından önemli.
Koordinasyon hareketinin ikinci dönemi diyebileceğimiz bu dönem, gençlik, 28 Şubat süreci, 75.yıl tantanaları, Abdullah Öcalan’ın yakalanma sürecinin yarattığı faşist gerici histeriler ve toplumsal muhalefetin bütün olarak gerilediği sokağın hemen hemen unutulduğu bir süreç devraldı. İşte gençlik mücadelesi bu dönemde kendinden önceki gençlik hareketinin kumsala bıraktığı “fiili-meşru-militan-kitlesel” çizgiyi ve onun öz örgütü olarak Koordinasyon’u on yıllardır devreden devrimci iddiayla örgütlemeye devam etti.
Bu dönemden söz ederken dönemin gençlik hareketinin de bir “KOORDİNASYON” hedefi olduğu gerçeği önemli. Sözünü ettiğimiz dönemde Koordinasyoncular üniversitelerde düzenli cephe toplantılarını yapmaya devam ediyor, Koordinasyon gazetesi düzenli olarak çıkıyor, üniversitelerde yerel sorunlara dair önemli hak alıcı eylemler düzenleniyordu. Özellikle İTÜ ve İÜ gibi üniversitelerde ve Anadolu’nun pek çok büyük üniversitesinde paralı eğitime geçişin hızlandığı, somut biçimler aldığ