Geçen yıl Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Cinsiyet Eşitsizliği raporunda Mısır, Suriye ve İran’a geçilerek 126. olan Türkiye, şimdi Arap Baharı konjonktüründe Mısır ve Suriye’ye demokrasi hamiliği yapıyor! Ama ülkemizde yedi yılda 4 bin 190 kadın cinayeti işlendiği verisi, kadın erkek eşitliğinde Mısır ve Suriye’nin gerisinde kalan Türkiye’nin demokratik imajına halel getirir mi endişesi de taşınmıyor. […]
Geçen yıl Dünya Ekonomik Forumu’nun Küresel Cinsiyet Eşitsizliği raporunda Mısır, Suriye ve İran’a geçilerek 126. olan Türkiye, şimdi Arap Baharı konjonktüründe Mısır ve Suriye’ye demokrasi hamiliği yapıyor!
Ama ülkemizde yedi yılda 4 bin 190 kadın cinayeti işlendiği verisi, kadın erkek eşitliğinde Mısır ve Suriye’nin gerisinde kalan Türkiye’nin demokratik imajına halel getirir mi endişesi de taşınmıyor.
Yedi yılda yaşam hakkı ve güvenlik hakkı gasp edilen 4 bin 190 kadın cinayeti, demokrasi kriterlerine mi yoksa ‘cinse yönelik kıyıma’ mı işaret ediyor merakımız da yok…
Ya da kadın cinayet rekorumuz öyle yine Avrupa şampiyonluğunu kaptırmadığımız işçi ölümleri misali maliyet hesabı çıkartılıp ülkemizin kalkınmasına şu kadara mal oldu denilip ‘tüyülecek’ gibi bir durum mu addediliyor.
Yoksa katilleri aile içinden çıkan bu yüklü kadın cinayetleri de aslında kapitalistleşme seyrini hızlandırarak ‘kalkınan’ Türkiye’nin diğer dramatik insani maliyet başlığı mı?
Dolayısıyla biz de ‘liberal demokrasimizin’ içinde kendini yeniden üreten ataerkil zihniyetin kadını siyaset, istihdam ve eğitimden kovalamasıyla ‘kadın cinayetleri’ arasında hiçbir bağlantı yokmuş gibi mi yapacağız?
Görüyoruz ki ‘insan varlığını’ değersizleştirerek ‘maddi değer’ üreten ekonomik yaklaşımın en fazla değersizleştirdiği hayatın kadının olduğu gerçeğini ‘her gün üç kadın öldürülüyor’ sloganı bile taşıyamıyor.
Kadına yönelik bu bir çeşit terör biçimi, son yedi yılda binlerce kadının canını alırken her gün zihnimizde ‘öldürme fiili’ daha bir ‘normalleşiyor’.
‘Öldürme eylemini’ bütün ahlaki ve insani dehşetinden uzaklaştırarak bir ‘temizlik’ ve ‘gücünü sergileme’ pratiğine çeviren gündelik hayatımızın en olağan ölümlerini ‘kadın cinayetleri’ temsil ediyor…
Ve cinayet fiiline bu kesif yabancılaşmamızı kadın cinayet ve tecavüz istatistiklerinin ses getirmeyen raporları ortaya koysa da, klişe ‘namus cinayetleriyle’ değil çok ‘modern’ bir durumla karşı karşıya olduğumuzu da anlamıyoruz…
Aksine toplumsal kabulümüzde kadın hayatını sonlandırma ‘şiddet tekelinin’ erkeklere ait olduğu sinsice pekişiyor.
Rekabet kültünü kışkırtan piyasalar, her şeyi alınıp satılan bir mala dönüştüren ve savaş mantığına göre tasarlanmış kapitalist düzenin ‘kaybeden erkekleri’, en yakınındaki ‘daha zayıf olan’ kadın ve çocuğa hücum ederek bedenine ve canına kastediyor…
Tepesi atan erkek gerekirse cezaevinden izinle çıkıp, gidip cinayetini işleyip tekrar teslim oluyor, devlet tecavüzcüye 21 yıl hapis cezasını çok fazla bulup Yargıtay’da bozarken ‘Kadına şiddet protestosu’ yapan kadınlar hakim karşısına çıkıyorlar.
Adli Tıp küçük kızların ‘kendi iradi rızalarıyla’ tecavüze uğradığını raporluyor, devlete 3 kere koruma için başvuran kadın, sığınmaevi sokağında öldürülüyor, hakim ve savcılarımız ama ‘bölge gerçeğimiz’ diye tecavüz kurbanlarının mağdur olmamaları için tecavüzcüleriyle evlenmelerini ‘içtihat’ olarak öneriyorlar.
‘Erkek devletin’ sokağa çıkan muhalif kadına şiddeti bibergazıyla sınırlı değil hem ‘kadının kimliğini itibarsızlaştırarak’ hem de kemiklerini kırarak gerçekleşiyor.
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’nun sığınma evlerine ‘maktul kadınlarımızın’ ulaşması mümkün olmazken sığınma başvurusu yapan kadınlarımız ‘mesleklerine göre’ kabul görüyorlar.
Sığınma evinde kalan hayat kadınlarının diğer kadınları ayartıp, ‘kötü yola düşüreceği’ devlet endişesi en son resmi icraatlarından…
Bir yanda hazcı tüketim kültürünün vampir gibi sömürdüğü kadın bedeni diğer yanda ailenin içine tıkıştırılarak eve kapatılan 12 milyon kadının oluşturduğu şizoit algımızı devlet de elinden geldiği kadar derinleştiriyor.
İçinde artık ‘kadın adı’ geçmeyen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda bugüne dek ‘Türkiye’de kadına yönelik hak ihlallerine ilişkin tek bir veri’ bile yokmuş…