Deyim, değerli çalışma arkadaşımız Sayın Tevfik Kızgınkaya’ya ait: Testerenin dişleri. İçinde bulunduğumuz küresel kriz konjonktürünü betimlemek üzere alfabede çok harf kullanıldı: V, U, L, W, M… vb. Ancak 2008’in Ekim ayında Lehman Biraderler’in çöküşünden bu yana küresel ekonomide yaşananları açıklamaya hiçbir alfabenin abecesi yetmiyor. Dünya ekonomisinin 2. Dünya Savaşı yıllarından bu yana bir bütün olarak, […]
Deyim, değerli çalışma arkadaşımız Sayın Tevfik Kızgınkaya’ya ait: Testerenin dişleri. İçinde bulunduğumuz küresel kriz konjonktürünü betimlemek üzere alfabede çok harf kullanıldı: V, U, L, W, M… vb. Ancak 2008’in Ekim ayında Lehman Biraderler’in çöküşünden bu yana küresel ekonomide yaşananları açıklamaya hiçbir alfabenin abecesi yetmiyor.
Dünya ekonomisinin 2. Dünya Savaşı yıllarından bu yana bir bütün olarak, topyekûn, ilk defa eksi büyüme gösterdiği 2009’un ardından “toparlanma” yılı olarak muştulanan 2010’da büyüme dalgasının nefesinin yetmediği anlaşılıyor: Dünya kapitalizminin merkezi ABD’de büyüme hızı birinci çeyrekte yüzde 1.8’e geriledi. 2010’un son çeyreğinde milli geliri reel olarak gerilemiş bulunan İngiltere ise 2011’in birinci çeyreğinde sadece yüzde 0.5; ikinci çeyrekte de yüzde 0.2 büyüme kaydetti. İngiltere’de aslında sanayi kesiminin daraldığı; 0.2’lik “yerinde saymanın” ise hizmetler ve özellikle finans kesimindeki genişlemeye bağlı olduğu bildiriliyor. Nitekim haziran ayı verilerine göre, 17 ülkeden oluşan Avro bölgesinde sanayi üretiminin bir ay öncesine göre yüzde 0.7 gerileme gösterdiği anlaşılıyor.
Kamu borçlarının sürdürülebilirliği konusunda finans piyasalarının şantajı altında olan bir diğer ülke, Fransa’da ise büyüme oranı yüzde 0 (sıfır) olarak gerçekleşti. Fransa’nın ilk çeyrekteki yüzde 0.9’luk büyümesi ise Fransız İstatistik Enstitüsü’nce son beş yılın en hızlı büyümesi olarak duyurulmuştu.
Rakamlar küresel ekonominin merkezlerinde yaşananların “ikinci dip”, “üçüncü toparlanma” ve benzeri tanımlamalara uymadığını, kapitalizmin bir bütün olarak yapısal nitelikli uzun bir durgunluk içinde olduğunu belgeliyor. Söz konusu uzun durgunluk konjonktürünün etrafında gözlenen salınımlar ise bir testerenin dişleri benzeri, bir aşağı bir yukarı küçük ivmelenme ve daralma çevrimlerini yansıtıyor.
Öte yandan, özel sermaye yatırımlarının faizlerin yeniden indirimi yoluyla canlandırılması olası gözükmemektedir. 2009 boyunca devreye sokulmuş bulunan parasal canlandırma tedbirleri artık yeni bir ivme yaratma işlevini yitirmiş gözükmektedir. Keynesgil iktisadi yazında likidite tuzağı diye anılan bu noktada faiz oranları o derece düşük düzeye gerilemiştir ki, yatırım davranışlarının faizlerin daha da düşürülmesi suretiyle uyarılması mümkün olamamaktadır. Japonya’da tüm 1990’lı yıllar boyunca gözlenen bu olgu, şimdi küresel kapitalizmin diğer merkezlerine de sıçramış gözükmektedir.
Unutmayalım ki ekonomik büyüme, nihayetinde sermayenin sabit yatırımlarla büyütülmesi sürecidir. Reel sabit sermaye yatırımlarından uzaklaşıp ellerindeki fonları çoğunlukla finans piyasalarında rant peşinde değerlendirme uğraşı içinde olan küresel sermayenin, krizi geride bırakabilecek teknoloji, üretim organizasyonu ve bunlarla uyumlu finansal üst yapıyı gerçekleştirebilmesi bu koşullarda olanaksızdır. Öte yandan finans dünyasının tatlı spekülatif rantları olmadan da kapitalizm kendini üretememektedir.
2008 sonrasında yaşananlar, kapitalizmi sürdürülebilir bir sistem olarak değerlendiren tüm tarihin sonu yorumcularını şimdiden kuşkuya sevk etmiş olmalıdır.