Türkiye tarihi, bu tip düzeltmeler ve engellemelerle doludur. Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta vahşice katledilen yüzlerce kişi; gündelik yaşamın bir parçası haline gelmeye başlayan linç girişimleri; bu düzeltme ve engellemenin örneklerinden birkaçıdır Eski bir reklâmda şoförler, “ağzı olan konuşuyor” diyorlardı. Kendi uzmanlıklarıyla ilgili başkalarının söz sahibi olmalarından çok rahatsız gibiydiler. Tepeden tırnağa karşısında durulması gereken bir düşünüş […]
Türkiye tarihi, bu tip düzeltmeler ve engellemelerle doludur. Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta vahşice katledilen yüzlerce kişi; gündelik yaşamın bir parçası haline gelmeye başlayan linç girişimleri; bu düzeltme ve engellemenin örneklerinden birkaçıdır
Eski bir reklâmda şoförler, “ağzı olan konuşuyor” diyorlardı. Kendi uzmanlıklarıyla ilgili başkalarının söz sahibi olmalarından çok rahatsız gibiydiler. Tepeden tırnağa karşısında durulması gereken bir düşünüş biçimi elbette. Herkes konuşmalı konuşabilmeli.
Yeni Şafak’ın yazarlarından Hayrettin Karaman “Tahammül mü hoş görmek mi?” başlıklı bir yazı ile konuşmuş dün (8 Ağustos) köşesinde. Ve hemen girişte demiş ki; “(…) her Müslüman, aleni (açıkça, kamuya açık yerde) dine, ahlaka, âdâba aykırı bir davranışa -engellemek veya ıslah etmek maksadıyla- müdahale etmekle yükümlüdür.”
Bu müdahalenin ne demek olduğu, daha birkaç gün önce (her sene olduğu gibi) Erzurum’da görüldü. Bir kadın, ramazan ayında sigara içtiği için önce saldırıya uğradı, sonra da provokatör ilan edildi. Buraya kadar şaşılacak bir şey yok. İmam-cemaat meselesi. Daha birkaç ay bu ülkenin başbakanı, Metin Lokumcu için dolaylı ifadelerle “katli vaciptir” demiyor muydu?
Peki, Hayrettin Karaman’ın yazdıklarında farklı olan şey ne?
Farkı şurada başlıyor: Hayrettin Karaman İslam toplumunda “İslam’a inanmayanların aykırı filleri için özel mekânlar ihdas edilmesi” gibi önlemlere başvurulduğunu yazıyor. Yani imkân olsa, 1930’larda çıkarılan İskan Kanunu’na benzer bir düzenlemenin hayalini kuruyor.
Ancak henüz İslam toplumunda olunmadığından hareketle sözü yan yana yaşama durumuna getiriyor ve “bir apartmanda, bir sokakta, bir mahallede eşcinselinden sarhoşuna, nikâhsız birlikte yaşayanından (zina edenlerden) kumarcısına, Müslümanları sevmeyenlerden düşmanına, sokakta sevişenden çıplağına… kadar birçok insanla yan yana yaşama” durumunda dindar Müslümanların bu insanlara tavırlarının ne olması gerektiğine odaklanıyor.
Karaman’a göre yan yana yaşama durumunda Müslümanların iki tavrı olabilir. “Müslümanların bu davranışları asla beğenmediği”ni, “bu fiillerden nefret ettiği”ni, “imkan bulsa düzeltme ve engelleme niyetini muhafaza edeceği”ni iç tavır olarak nitelendiren Karaman, dış tavır olarak ise “dine, ahlaka ve âdâba aykırı davranışı çekinmeden, gözünün içine baka baka, meydan okurcasına sergileyen insanlara cesaret verecek, davranışlarını meşrulaştıracak tavırlardan sakınır” diyor.
Aslında Karaman, seslendiği kitleye direktif veriyor: “Düzelt, engelle, cesaret verme, davranışları meşrulaştıracak tavırlardan sakın”. Türkiye tarihi, bu tip düzeltmeler ve engellemelerle doludur. Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta vahşice katledilen yüzlerce kişi; gündelik yaşamın bir parçası haline gelmeye başlayan linç girişimleri; bu düzeltme ve engellemenin örneklerinden birkaçıdır. Şimdi Karaman, her gün ve her yerde bunun örgütlenmesini istiyor. Çünkü ona göre “bir Müslüman, farklı olanlarla arasındaki farkın ‘farkında olmak’ mecburiyetindedir” ve “dindarlık bakımından en önemli tehlike, bu ‘farkında oluşun’ ortadan kalkması”dır.
Ne diyordu yıllar önce Recep Tayyip? “Demokrasi amaç mı, araç mı? Burada bizim kesin bir ayrılığımız vardır. Biz diyoruz ki demokrasi amaç değil araçtır. (…)Türkiye’de demokrasiyi biz yazmadık. Bize karşı olduklarını söyleyenler yazdı. Bizim için demokrasi bir amaç değil, tramvay gibi bir araçtır. Ona biner hedefe gideriz.” Anlaşılan AKP ve şürekası, artık “mağdur” rolünü oynamaya pek ihtiyaç duymamakta; “mağrur” ifadeler takınarak bindikleri tramvayla hedefe doğru ilerlemektedir.