Son on yılda, yakın tarihimizi açıklıkla konuşmak konusunda hayli ilerleme var. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürtlere ve gayrimüslimlere yönelik soykırımlara, katliamlara ve zulümlere ilişkin epeyce günah çıkarttık. 1915 soykırımını, mesela, ama-sız, mazeretsiz kabul etmeyi öğrenmeye başladık. Kürtlere reva görülen işkenceleri, yargısız infazları dile getirmekle kalmayıp, PKK’nın devletin zulmünün sonucu olduğunu kabul edenlerimizin sayısı epey arttı. […]
Son on yılda, yakın tarihimizi açıklıkla konuşmak konusunda hayli ilerleme var. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürtlere ve gayrimüslimlere yönelik soykırımlara, katliamlara ve zulümlere ilişkin epeyce günah çıkarttık. 1915 soykırımını, mesela, ama-sız, mazeretsiz kabul etmeyi öğrenmeye başladık. Kürtlere reva görülen işkenceleri, yargısız infazları dile getirmekle kalmayıp, PKK’nın devletin zulmünün sonucu olduğunu kabul edenlerimizin sayısı epey arttı.
1915’ten, Dersim’den, ‘6-7 Eylül Olayları’ndan, Diyarbakır Cezaevi’nden söz ederken mazlumu değil zalimi konuşmayı öğrenmeye başladık. Zira anladık ki, katledilen kim olursa, dini, etnik kimliği ne olursa olsun, önemli olan katliamın kendisidir; hesap sorulması gereken de zulmün öznesidir, nesnesi değil. Yine öğrenmeye başladık ki, zulmün ardında yatan ‘neden’i sorgulamak, zulmü meşrulaştırmanın bir yönteminden başka bir şey değildir. Zulmü, zalimin neden zulmettiğini sorgulamaksızın, tek başına konuşmayı, sorgusuz sualsiz kabul etmeyi öğrenmeye başladık.
Sivas, bu durumun istisnasıdır. Bugün, Kürt meselesi ve Ermeni meselesine ilişkin resmi anlatıya mesafeli duran birçok insan, Sivas katliamı söz konusu olduğunda, hâlâ ya sessiz kalıyor ya da kelam ettiğindeyse ama-sız konuşamıyor. Eskiye oranla daha az olmakla birlikte, katliamın mağdurlarının tedbirsizliğine ve sorumsuzluğuna vurgu yapılabiliyor. Daha yaygın bir tavır, katliamı ‘elbette’ kınamakla birlikte, hem öznesini hem nesnesini genelleyerek meseleyi mümkün olduğunca Alevilerin katlinden uzaklaştırmaya çalışmak. Bu bakış, bir yandan tek mağdurun festival için şehre gelen Aleviler değil, aynı zamanda otelde çalışan iki garson da olduğuna dikkat çekerken, diğer yandan katliamın öznesi olarak otelin önünde birikmiş yerli halka değil derin devlet provokasyonuna işaret eder. Buradan giderek, Sivas’tan üç gün sonra Başbağlar Köyü’nde 33 insanın infaz edilmesine mutlaka dikkat çeker, ikincisinin birincisi kadar konuşulmamasından anlam çıkartır. Sivas’a ilişkin en yaygın tepki ise tepkisizlik. Devletin Kürtlere, Ermenilere, Süryanilere, Rumlara yönelik politikalarına eleştirel yaklaşan birçok insan, yakın tarihin Alevi katliamları karşısında sessiz kalmıştır, kalmaktadır.
Bu ikircikli tavrın nedeni ne olabilir? Bunun ardında, bir yönüyle Alevilere karşı önyargı, korku ve/ya nefretten beslenen Sünni refleks yatıyor. Diğer yönüyle de Alevilere ilişkin siyasi algı. Alevilerin, cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, devlete fazlasıyla yakın olmuş, CHP’ye oy vermiş, orduyu desteklemiş olmaları, bu halkı, Türkiye’nin demokrasi mücadelesini destekleyen birçok insanın gözünde siyaseten güvenilmez ve ‘sevimsiz’ kılmakta. Öte yandan, kimisi Sünni Müslüman dindar çoğunluğa mensup olan, kimisi ise demokratikleşme hareketinin itici gücü olarak gördüğü bu çoğunlukla siyaseten birlikte hareket eden birçok insan, Sivas’ın ‘otelin önünde birikmiş yerli halkın Alevileri katletmesi’ olarak resmedilmesinin Sünni Müslümanları rencide edeceğinden endişe etmekte. Bu iki unsurun birleşmesiyle ya ikircikli bir duruma düşmemek için mesele görmezden geliniyor ya da olayın bir devlet ve/ya PKK provokasyonu olduğuna işaret ediliyor.
Sorun şu ki, vicdani temelden yoksun bu bakış açıları meselenin özünü konuşmamızı engellediği gibi, mağdurlara büyük haksızlık yapıyor. Sivas’ta 33 insan, sadece Alevi oldukları için (Aziz Nesin örneğinde, ateist olduğu veya İslam’a hakaret ettiği düşünüldüğü için), camiden çıkışta galeyana getirilen (kolayca da gelen) çoğu dindar Sünni Müslüman olan Sivas halkı tarafından, devletin işbirliğiyle ve toplumun gözünün önünde katledildi. Otelde çalışan iki kişinin daha öldürüldüğü doğru ancak bu, hedef gözetilenin Aleviler ve Alevilik olduğu gerçeğini değiştirmez. Üç gün sonra Başbağlar’da 33 kişinin katleedildiği de doğru ama bu Sivas’ta 1) hepimizin gözünün önünde; 2) 8 saat boyunca; 3) devletin müdahale etmeyip teşvik ettiği; 4) aralarında Milli Görüş geleneğinden gelen bir partinin üyelerinin de bulunduğu halk tarafından; 5) bir katliam yapıldığı gerçeğini değiştirmez.
Sivas’ı, katliamı ama-sız kabul etmeden, mağduru değil zalimi görmeden, neden yapıldığını değil, ne yapıldığını konuşmadan, Alevileri Sünni düşmanlığıyla itham etmek yerine adalet taleplerini görmeden ele aldığımız sürece, resmi anlatıyı meşrulaştırmaktan öteye gidemeyeceğiz. Devletin, otelin yerine açtığı ‘Bilim ve Kültür Merkezi’nde mağdurların arasında olaylarda ölen iki saldırganı da ‘anmasına’ şaşmamalı. Bu cüretkârlık gücünü bizden alıyor.