Murat Belge’nin Metin Lokumcu’nun ölümü üzerine ettiği laf bu kişiyi uzun süredir bilen, takip eden biri olarak bende ilk kez bir bulantı hissi uyandırdı. Fikirlerini beğenirsiniz beğenmezsiniz ayrı mesele. Ben kendi adıma fırsat buldukça okumaya, NTV’de Şerif Mardin ve Gündüz Vassaf’la sohbetlerini dinlemeye çalışırdım. Birikim Dergisi’nde, diğer yazarlarla birlikte “Benim görmediğim neyi görüyorlar?” merakıyla yazılarını […]
Murat Belge’nin Metin Lokumcu’nun ölümü üzerine ettiği laf bu kişiyi uzun süredir bilen, takip eden biri olarak bende ilk kez bir bulantı hissi uyandırdı. Fikirlerini beğenirsiniz beğenmezsiniz ayrı mesele. Ben kendi adıma fırsat buldukça okumaya, NTV’de Şerif Mardin ve Gündüz Vassaf’la sohbetlerini dinlemeye çalışırdım. Birikim Dergisi’nde, diğer yazarlarla birlikte “Benim görmediğim neyi görüyorlar?” merakıyla yazılarını okumaya çalışırdım.
Murat Belge ismini 1980 öncesinden bilirim. O zamanlar devrimci sol çevrelerin “Birikimci tayfası” diye hafife aldığı, sürekli konuşan, yazan ama hayatın sıcak pratiğine ilişkin tek laf etmeyen birileri olarak çok kabul görmezlerdi. Köprünün altından çok sular aktığında, Birikim Dergisi 1980 darbesinde yasaklanıp ’80’li yılların sonunda yeniden yayınlanmaya başladığında, okuduğum yazılarında “’80 öncesi çatışma ortamı içerisinde gözden kaçırdığımız bazı şeyleri bu adamlar dışarıda durarak görebiliyorlarmış” diye düşündüğümü hatırlıyorum.
Murat Belge’yle ilk sıcak temasım daha Birikim Dergisi darbe sonrası yayınlanmaya başlamadığı 1986 yılında oldu sanırım. İstanbul Taksim’de faaliyette olan İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Mezunları Cemiyeti’nde o zamanlar hafta sonları bazı öğretim üyeleriyle söyleşiler düzenlenirdi. 12 Eylül dönemini bilmeyenler için bu söyleşilerin önemini anlamak mümkün olamaz sanırım. Politik tartışma yapılan, 12 Eylül’e eleştiri yöneltilebilen ortamlar o kadar azdı ki Cemiyet bu açıdan önemli bir işlevi yerine getiriyordu. Emre Kongar, Taner Berksoy, Toktamış Ateş, Tülay Arın aklımda kalan müdavim hocalardandı… Murat Belge de bir söyleşiye gelmişti. Belge orada ettiği bir lafla benim o güne kadar kendisine karşı taşıdığım olumsuz yargıyı kırmış ve belki de bir süre sonra yayın hayatına başlayan Birikim Dergisi’ni daha istekli takip etmeme neden olmuştu.
Cemiyet’teki toplantılara katılanların büyük çoğunluğu Marksist ve iktisat ağırlıklı üniversite öğrencilerinden oluşurdu. Benim gibi öğrenci olmayanlar da tartışmaları izleyebilirdi. Tahmin edeceğiniz üzere o günkü söyleşiye gelenler Murat Belge’yi “sadece laf söylemek ama devrimci mücadeleye somut bir destek sunmamakla” eleştirdiler. Murat Belge şimdi hatırlayamadığım bazı karşı argümanlarla kendi yaklaşımını anlatmaya çalışmış ve konuşmasını (mealen) şöyle tamamlamıştı: “Bana sadece konuşan bir adam olduğum için kızabilirsiniz, ama ben sosyalizm mücadelesine, 12 Eylül öncesi bu mücadeleyi veren örgütler veya militanlarına mesafeli durmuyorum. Bu süreç devrimcilerin önüne gelmişti ve devrimciler kaçmak yerine mücadele etmeyi tercih ettiler. Ben buna saygı duyarım. Ben şunu da biliyorum ki; eğer ben burada halen sosyalizm adına bir şeyler konuşabiliyorsam bu; 12 Eylül’ün zulmüne uğramış yüz binlerce devrimcinin sayesindedir. Çünkü işkence sırası devrimcilerden bize gelememiştir. Ben bunu biliyorum, farkındayım.”
Bu söylediği son söz doğrusunu isterseniz beni yumuşattı. “En azından ahlaki bir duruşu var” diye düşündüğümü çok net hatırlıyorum. Zira aydın kimliğinde ideolojik duruş kadar ahlaki sorumluluk da çok önemlidir. Kimi kez ideolojik olarak tereddütte kaldığınız anlarda ahlaki duruşunuz sizin aydın kimliğinizi koruyabilir, size yol gösterebilir.
Gazetedeki köşe yazısında yurt dışında bir yere giderken Metin Lokumcu’nun öldürülmesini “duyan” bir aydın, ömrünce “sivil toplumcu” diye etiketlenmiş, fanatik bir devlet düşmanı olmakla eleştirilmiş bir aydın devletin polisi tarafından öldürülen bir vatandaş için “biri de ölmüş” deyip hükümeti zor durumda bıraktı diye ölen kişiye kızar mı? Allah için bir kelime de hükümete söyle… Yok ama Hopalılara çok kızmış. Niye AKP’yi zor durumda bırakıyorlar diye… AKP’nin Türkiye’nin geleceği için bir şans olduğunu düşünebilirsin, bunu anlarım ama ortada devletin işlediği bir cinayet var. Demokratik protesto hakkını kullanan bir vatandaş öldürülmüş… Bu durumda hangi görüşten olursan ol eğer kendine bir siyasi partinin taraftarı değil de bir “aydın”, “entelektüel” diyorsan safını belirlemekte hiç tereddüt duymayacaksın… Duyuyorsan aydın olamazsın, mümkün değil…
Bence bu saatten sonra Murat Belge’nin ne dediğinin bir önemi yoktur. Artık o AKP yandaşı liberalleri eleştirmek için bile bir ölçü olarak alınıp eleştiri konusu edilmemelidir. Zira Murat Belge bir aydın olarak muhatap alınmayı hak etmiyor artık. Aydın olmak sadece parlak fikirleri olmak ya da düşünsel bir derinliğe sahip olmakla sınırlı değil. Aydın olmak aynı zamanda egemenlere-ezenlere karşı bir tutum alışı zorunlu kılan ahlaki bir sorumlulukla mümkündür. Bu sorumluluğun şu ya da bu fikri çerçeveyle yerine getirilmesi ikincil derecede önemlidir. Anlaşılan o ki; Murat Belge’de bunu yapacak ne hal kalmıştır ne de mecal… Artık o olsa olsa entelektüel yozlaşmanın bir portresini çizmek için iyi bir malzeme olarak kullanılabilir, o kadar…
* Tufan Sertlek
Dev Sağlık-İş Yönetim Kurulu Üyesi