Yıllardır fırsatı kollanan bu hak gaspına şimdi fena halde niyet edilmiş durumda. Herkes Kürt yangınına bakarken kaş göz arasında kıdemi, badem yapabilirler… Tezgâh büyük. Bir geçirirlerse, çalışan-çalışmayan sınıf, bir çağ daha geriye düşer… Yıllardır duyduğum o klişeyi tekrarlıyordu ekrandaki. Strateji uzmanıymış. “Kürtler başka, PKK başka” diyordu. Daha da iddialıydı. “Kandil var, İmralı var. BDP var… […]
Yıllardır fırsatı kollanan bu hak gaspına şimdi fena halde niyet edilmiş durumda. Herkes Kürt yangınına bakarken kaş göz arasında kıdemi, badem yapabilirler… Tezgâh büyük. Bir geçirirlerse, çalışan-çalışmayan sınıf, bir çağ daha geriye düşer…
Yıllardır duyduğum o klişeyi tekrarlıyordu ekrandaki. Strateji uzmanıymış. “Kürtler başka, PKK başka” diyordu. Daha da iddialıydı. “Kandil var, İmralı var. BDP var… Bunlar sanmayın ki aynı telden çalanlar…” Ve sözü yine bildik nakarata getiriyordu: “Teröre göz açtırmamalı, terörü bitirmeden hiçbir demokratik adım atılmamalı…”
Hayatın bizzat kendisinin o kadar tekzip ettiği bir klişe ki bu… Ama benim oğlum bina okur döner döner aynısını okur… Aynı klişenin, aynı açmazın içine AKP de, hempaları da yeniden düştü. Ne diyor RTE: “Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır…” Bu lafı seçim öncesi de söylemişti, ama karşısına sandıktan daha da güçlenmiş bir Kürt siyaseti dikiliverdi. Nasıl anlayacaklar şu gerçeği; İmralı’daki Öcalan bu siyasetin lideri; Kandil, PKK bu siyasetin silahlı gücü; BDP, bu siyasetin düzlükteki sivil gücü, legal partisi; Kürt seçmen, bu siyasetin kitle desteği. Bu halkalar birbirine bağlı. Gerçek bu. Birini diğerinden koparma, diğerinden farklı davranmaya ikna boş çaba. Her stratejiyi, her politikayı bu gerçekliği kabullenerek yapmak durumundasınız.
Bu gerçekliği başta RTE hazmedemiyor. Sadece o mu? Daha niceleri bu gerçeği hazmedemiyor, bu gerçekle baş edemiyor ve sürekli yanlış teşhis, yanlışın etrafında dolanma ve yanlış tedavi ile yaraları büyüttükçe büyütüyorlar. İşte yine kan, yine etnik kutuplaşma, yine kardeş kavgasının eşiği…
Açık olan bir şey var: AKP, tam bir oportünist tavır içinde seçime giderken her şeyi mübah görmenin sorumsuzluğunun şimdi sonuçlarını yaşatıyor topluma. Ahlaksız kaset hamleleriyle MHP’ye darbe indirirken onun milliyetçi bayrağını sahiplenen ve seçim konjonktürü boyunca milliyetçi dili kullanan AKP, seçime PKK’den “Çatışmasızlık takvimi” almanın rahatlığı içinde girdi. Ve açıktır ki, Kürt siyasetinin yaşadığı tam bir hayal kırıklığı. Kürt siyaseti, ne Hatip Dicle ile ilgili ne de KCK’den tutuklu 5 milletvekili ile ilgili bu kadar dirsek bekliyordu. Bu hayal kırıklığı ile sapla samanı nasıl birbirine karıştırdıkları, “Demokratik özerklik” gibi barışçı çözümün formülü olabilecek bir fikri, herkesin şimşeklerini çekmenin aracı yaparak nasıl piç ettikleri ise ayrı konu…
Yaşanan hayal kırıklığında en büyük payın bizzat RTE’ye ait olduğu çok açık. Hem CHP’nin tutuklu milletvekilleri, hem de Kürt milletvekilleri için kendini yargının yerine koyup verdiği hükmü, kim haklı görebilir? Bizzat AKP’li milletvekilleri, Meclis’in, Çankaya’nın, hatta Pennsylvania’nın zirvelerinde oturan yoldaşları, RTE’nin tutturduğu barış karşıtı dilin, Türkiye’yi yeniden bir iç savaşın eşiğine taşıdığını nasıl görmezler?
Tutuklu milletvekilleri ilk duruşmalarında salıverilseydi, Dicle meselesinde bir hal yolu bulunsaydı, 550 milletvekili de Meclis’e gelip yemin ederek yeni bir dönemi başlatmış olsaydı, 14 Temmuz kara günü yaşanır mıydı? Her şey bugün olduğundan daha farklı olmaz mıydı? Peki, bütün bu olması mümkün şeylere ne engel oldu?
RTE, Hasan Abisinin (Cemal) 17 Temmuz yazısındaki şu cümlelerine kulak verse iyi olur: “Ve bir kaygı: Başbakan Erdoğan’ın, ‘Kürt sorunu yok, PKK sorunu var; bundan sonraki süreç çok farklı olacak’ sözü beni 1990’lara götürdüğü için ve o zamanki gibi kanlı bir şiddet sarmalı ihtimalini gözümün önüne getirdiği için tedirgin ediyor…”
Böylesi toz duman ortamlar içinde sık sık olanlar olur ve fırsatı kollanan bazı kara emellere de karambolde, oldu bitti içinde kavuşulur. İşçilerin kıdem tazminatı hakkının ırzına geçmek de bunlardan biri. Yıllardır fırsatı kollanan bu hak gaspına şimdi fena halde niyet edilmiş durumda. Herkes Kürt yangınına bakarken kaş göz arasında kıdemi, badem yapabilirler…
Hazırlandığı söylenen taslağa göre, kıdem tazminatı kaldırılmıyor, ölüm, emeklilik, malullük, hatta istifa halinde işveren tarafından ödenmeyen kıdem tazminatları devlet garantisi altına alınıyor ve bunun için de kıdem tazminatları için bir fon oluşturuluyor. Fonun geliri, işverenden kesilecek yüzde 3’lük gelirden oluşacak. Pek “insani” gibi görünüyor, değil mi? İşten çıkarılan, tazminatsız kalmayacak, fon, kıdemi garanti ediyor. Bunun bir de işverene getireceği rahatlığı düşünün. İstediğim zaman kapının önüne koyarım. Nasılsa kıdem parası cebimden çıkmayacak. Müthiş bir yükten kurtulma, keyfiyet… İşçi üstünde de işverene kul köle olmanın yeni bir vesilesi. Atar adam işten, cebinden kıdem parası mı çıkacak? Kızdırmayalım, örgütlenmeyelim, sendikalaşmayalım, her dediğini yapalım işimizden olmayalım…
Fon var ama ondan kıdemi almanın şartı var. En az 10 yıl çalışmış olacaksın ki kıdem tazminatı alabilesin… Hadi bakalım, kıdem yanmasın diye iş bul, bulduğun işi kaybetme, kaç para verirlerse çalış, sesini çıkarma, yoksa, kıdemin çıkmaz ayın başına kalır…
Tezgâh büyük. Bir geçirirlerse, çalışan-çalışmayan sınıf, bir çağ daha geriye düşer…