Rejim karşıtı gösteriler nedeniyle başı sıkışan Esad, ABD ve İsrail’i iç işlerine karışmamaları konusunda uyarmak için Filistin kartını oynamaya kalkışınca hiç ummadığı bir tepkiyle karşılaştı. Çocuklarının Esad rejimi için ölüme sürülmesine isyan eden Filistinli mülteciler, Şam’da Suriye devletinin uzantısı durumundaki örgütlerle çatıştı. Esad şunu anlamış olmalı: Filistinliler aptal değil! Filistin davasını diline dolayıp bölgenin politik […]
Rejim karşıtı gösteriler nedeniyle başı sıkışan Esad, ABD ve İsrail’i iç işlerine karışmamaları konusunda uyarmak için Filistin kartını oynamaya kalkışınca hiç ummadığı bir tepkiyle karşılaştı. Çocuklarının Esad rejimi için ölüme sürülmesine isyan eden Filistinli mülteciler, Şam’da Suriye devletinin uzantısı durumundaki örgütlerle çatıştı. Esad şunu anlamış olmalı: Filistinliler aptal değil! Filistin davasını diline dolayıp bölgenin politik denklemlerinde elini güçlendirmeye çalışan öteki “kurnaz”, yani Erdoğan için de son dönemde durumun pek parlak olmadığı biliniyor. Erdoğan’ın “Filistin Büyükelçiler Konferansı”nın açılışında “İsrail özür dilemedikçe ilişkiler düzelmez” diye konuşması, Arap sokaklarında gittikçe gerileyen popülaritesini kurtarmaya yönelik yeni bir manevra girişimiydi. Erdoğan’a dilinin bir türlü söylerken elinin başka türlü eylediğini hatırlatmakta fayda var. Keza, Filistinlileri ve bizleri aptal yerine koyarak korumaya çalıştığı itibarı, AKP iktidarının emperyalizm açısından işlevselliğinin temel kaynaklarından birini oluşturuyor
Arap halk hareketlerinin tetiklediği değişim dalgası, Ortadoğu’da bir süredir görece barışçıl bir çizgi izleyen emperyalizmi yeni bir saldırı stratejisi geliştirmeye itince, Tayyip Erdoğan’ın da Beşar Esad’ın da huzurları bozuldu. ABD emperyalizminin “terörizmle savaş” konseptine dayalı Ortadoğu stratejisinin tökezlemesi 2006 yılında iyice belirginleşmiş; Türkiye gibi hısımlara daha fazla inisiyatif ve tolerans, Suriye gibi hasımlara da daha fazla yaşam şansı tanıyan yeni bir süreç başlamıştı. Birkaç aydır yerinde yeller esen “sıfır sorun politikası”, “aktif taşeron” dış siyaset ve Türkiye-Suriye dostluğu da bu koşulların eseriydi. Bölge kendi iç dinamikleri tarafından tetiklenen bir hareketlilik içine girince, değişim sürecini kontrolü altına almak için askeri müdahaleler ve rejim değişikliği dayatmalarını tırmandıran emperyalizm, hısımları da hasımları da zorlamaya başladı. Beşar Esad yönetimi, kendi rejimini ABD istekleri doğrultusunda değiştirmeye zorlanırken; Tayyip Erdoğan yönetimi de, kısa süre öncesine kadar dostane ilişkiler içinde olduğu Muammer Kaddafi ve Beşar Esad liderliklerine karşı askeri ve politik operasyonlarda görevlendirildi. Çatışmada oldukça farklı pozisyonlarda yer tutan bu iki liderin, bu kadar işin gücün arasında Filistin davasına ilgilerinin canlı kalması ise “takdire” değerdi.
İster hısım ister hasım, Ortadoğu’da emperyalizm (ve Siyonizm) ile ilişkilerinde elini güçlü tutmak isteyen bütün iktidarlar, bölge siyasetinin kalbinde yer alan Filistin sorununu bir pazarlık malzemesi olarak kullanmaya çalışır. Mısır’dan Körfez ülkelerine, (eski) Irak’tan Suriye’ye, İran’dan Türkiye’ye pek çok ülkenin Filistin’e ilgisi, kurtarma değil kullanma kaygısının izlerini taşır. Şimdilerde araları açılan iki eski dost, Beşar Esad ve Tayyip Erdoğan da öyle yapmaya çalışıyor. Ancak Esad bu kez başarılı olamadı ve Filistinliler kendilerini siyasi rant malzemesi yapanlara yönelik tepkilerini sonu kanlı biten bir eylemle ortaya koydular. Erdoğan’ın da bu tepkiden payını alması ise Türkiye-İsrail ilişkilerinin söylemdeki gerilime rağmen AKP iktidarı döneminde giderek geliştiğinin ifşa edilmesi ve bu ilişkileri hedef alan Boykot hareketinin sokağa inmesi ile mümkün olabilir.
Şam’da Filistinli isyanı
İsrail’in Arap devletlerini dize getirdiği 6 Gün Savaşı’nın (1967) yıl dönümüne denk gelen 5 Haziran günü, Suriye’de İsrail işgali altındaki Golan Tepeleri’ne bir yürüyüş düzenlendi. Yürüyüşe Suriyelilerin yanı sıra Suriye’de yaşayan Filistinli mülteciler de katıldı. Eylemde Türk bayrağı da taşındığı için Türkiye basınının “Golan tepelerinde Türk bayrağı” diye saçma bir gururla duyurduğu olaylarda İsrail ateşi sonucu 23 eylemci öldü. Bu eylem, rejim karşıtlarının sokak hareketleriyle başı dertte olan Suriye devletinin, İsrail’e “Sen iç işlerimize karışırsan, ben de sınırda bir güvenlik sorunu yaratırım” şeklindeki mesajının bir ifadesi olarak yorumlandı.
Asıl önemli gelişme, Golan Tepeleri’nde öldürülen 23 kişinin cenazesi sırasında yaşandı. Suriye’nin başkenti Şam’da yer alan Yermuk Filistin mülteci kampında 150 bine yakın kişinin katıldığı törenler sırasında, konuşma yapmak için gelen örgüt temsilcileri “Çocuklarımızı Esad için öldürdünüz” diyen halkın tepkisiyle karşılaştı. Filistinlilerin hedefinde, adı “FHKC -Genel Komutanlık” olmasına karşın, şu anda FHKC ile isim benzerliği dışında bir ilişkisi olmayan bir Suriye örgütü ve Beşar Esad vardı. Ahmed Cibril cephesi diye de bilinen FHKC-GK Suriye devletinin güdümünde “Filistin davasına destek” için mücadele eden, Corç Habaş’ın FHKC’si ile bir süre ortak hareket ettikten sonra da Suriye ile yakınlığı nedeniyle 1968’de yollarını ayırmış bir grup. Geçtiğimiz ay Golan Tepeleri’nde yaşanan olaylardan FHKC-GK’yi sorumlu tutan Filistinliler örgüt temsilcilerinin konuşmalarına izin vermeyip FHKC-GK’nın bürosuna yürüyünce de silahlı saldırı yaşandı. FHKC-GK militanlarının silahsız Filistinlilere ateş açması sonucu aralarında bir FHKC’linin de bulunduğu 10’dan fazla Filistinli öldü, onlarcası da yaralandı.
Suriye FHKC-GK’nin yanı sıra, Hamas ve FHKC liderliklerini de barındırıyor ve Filistinli mülteciler için Arap ülkeleri içinde en iyi yaşam koşullarını sağlıyor. İsrail ile stratejik ortaklığını hem ekonomik hem askeri alanda gittikçe geliştiren Türkiye’nin aksine, Siyonist devletle gerçek bir çıkar çatışması içinde bulunan Suriye, Lübnan ve Filistin direnişini de bu çatışmada bir pazarlık unsuru, bir koruma kalkanı olarak kullanmak için kolluyor. Şam Yermuk’ta yaşananlar ise Suriye’nin bu siyasetinin Filistin halkından yükselen gerçek bir meydan okumayla karşı karşıya olduğunu ortaya koymakla kalmayıp, bu öfke dalgasına Esad rejiminin elinde adeta rehin durumunda olan Lübnan ve Filistin direniş örgütlerinin de engel olamayacağını gösterdi.
Kamplarda bir yıl önceki hava
Ekim 2010’da Halkevleri ile FHKC’nin ortaklaşa düzenlediği “Ortadoğu Halklarıyla Kardeşlik ve Dayanışma Buluşması” için Yermuk Filistin mülteci kampına gitmiş, bol bol Beşar Esad resmi görüp Tayyip Erdoğan ve İHH övgüsü dinlemiştik. Esad rejimi, Arap liderlikleri içinde kötünün iyisiydi ve yıllardır Filistinlilere iyi kötü bir yaşam alanı sağlıyordu. Tayyip Erdoğan, İsrail ile stratejik ilişkilerine rağmen en azından İsrail liderlerini Filistin halkına yaptıklarından dolayı paylıyor, bu sessizliğin ortasında iki sözüyle kıymete biniyordu. Daha çok işe yarayanı ve duygulara daha iyi hitap edeni yokken Esad ve Erdoğan kıymete biniyordu. Erdoğan’ın ABD ve İsrail ile ilişkileri mazur görülebiliyor, hatta ABD’nin Irak’ı işgali öncesinde Meclis’e gelen tezkereyi Erdoğan’ın engellediği gibi gerçek dışı yakıştırmalar yapılabiliyordu.
Davos’taki bir dakikanın (one minute) hatırı yıllarca sürmezdi ya, Türkiye’nin Mayıs 2010’da Filistinlilerin çağrılarına kulak tıkayıp İsrail’in OECD üyeliğine destek vermesi ile yaşanan hayal kırıklığı, bu kez de Haziran 2010’da Gazze’ye giderken İsrail ateşiyle 9 İHH’lının öldüğü Mavi Marmara katliamının hatırına sineye çekildi. Tayyip Erdoğan, televizyona çıktığında Filistinlileri ekran başına kilitleyen, resimleri mülteci kamplarına asılan, bebeklere adı verilen bir siyasi figüre dönüştü.
Bir yılda değişenler
Bu yaz ise aynı şeyden söz etmek zor. İsrail ile ekonomik ve askeri ilişki
leri hız kesmeden sürdüren, Abdullah Gül’ün sözleriyle “NATO’nun prestijini kurtarmak” için İran’a yönelik füze kalkanına ev sahipliği yapmayı kabul eden AKP iktidarı, Arap halk hareketleri karşısında da olabilecek en geri tutumu takındı. İlk başta (ABD’nin yaptığı gibi) halk hareketleriyle koltuğu sallanan liderleri, sonra da halk hareketlerinin liderlik boşluğundan istifade ederek emperyalizm işbirlikçisi yeni rejimler inşa etmeye girişen ABD’yi ve potansiyel ABD işbirlikçilerini destekledi.
AKP’nin Libya ve Suriye konusundaki tavrı Arap ekranlarında ve sokaklarında Erdoğan’a yönelik olumsuz ifadelerin öne çıkmasına yol açan yeni bir aşamaya geçişin simgeleri oldu. Siyasi rakiplerine tükürdüklerini yalatmakla övünen Tayyip Erdoğan, Libya konusunda kendi deyimiyle tükürdüğünü yaladı. Önce “NATO’nun ne işi var Libya’da, öyle saçma şey mi olur?” diyen “dünya lideri Erdoğan”, Türkiye’nin çağrılmadığı bir NATO toplantısında alınan karar gereği askerlerini, savaş gemilerini, limanlarını ve üslerini Libya’ya karşı NATO saldırısının emrine verdi.
Suriye’de önce Beşar Esad’a dostça mesajlar veren “sıfır soruncu” bölge lideri Erdoğan, CIA yetkililerinin buyurduğu üzere Hatay’da henüz yola çıkmamış mülteciler için çadır kamplar kurmaya, henüz kendini ispat etmemiş muhalefet “liderlerini” Türkiye’de toplamaya başladı. Ancak Erdoğan ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabildi. Esad’la ilişkilerinden dolayı Arap dünyasındaki Esad sevmezler tarafından, ABD ile birlikte çevirdiği işlerden dolayı da Amerikan karşıtları tarafından eleştirilmeye başladı.
Haziran sonunda, Türkiyeli ve Filistinli sağlıkçıların dayanışma ziyaretine eşlik etmek için gittiğimiz Lübnan’da da havanın değiştiğini gözlemledik. Geçen yıl Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında Tayyip Erdoğan resimlerini görmekten gurur duyduğunu yazan AKP medyası yazarlarının (örn. Mustafa Akyol) yazıları hala arşivlerde. Biz o resimleri göremedik, belki de Usame bin Ladin posterlerinin altında kalmıştır. Libya ve Suriye’de yaşananlardan dolayı Türkiye’nin suçlanması bir yana; AKP’nin Mavi Marmara’nın bu yıl da Gazze’ye hareket etmesini engellemesi, İsrail ile ilişkileri sürdürmesi ve sözlerini bir türlü eyleme geçirmemesi de Filistinlilerdeki Erdoğan sempatisini aşındırmış. Fetihçi, Osmanlıcı jargondan da pek haz etmeyen Araplar için Erdoğan’ın kusurları daha da görünür hale gelmiş.
Oysa Erdoğan’ı bölgede işlevsel kılan, Arapların sempatisini emperyalizmin de güvenini aynı anda muhafaza ederek, bölgenin emperyalist denetim altında tutulmasını sağlayabilmesiydi. Örneğin, Lübnan direnişinin 2006 Lübnan-İsrail savaşının ardından “BM Barış Gücü” adı altındaki işgal gücünü kabul etmesinde Türk askerinin varlığı etkili olmuştu.
Erdoğan durumu toparlayabilecek mi?
İsrail karşıtı direnişe ve Filistin davasına verdiği (kelimenin gerçek anlamıyla) sözde destekle, emperyalizm işbirlikçiliğini yenilir yutulur kılmaya çalışan AKP, yeni sözler bulmakta zorluk çekmeyecektir. Ancak eyleme geçmeyen sözler, artık eskisi kadar etkili olmayacaktır. ABD’nin işbirlikçilerine daha toleranslı davrandığı bir tökezleme döneminde, Arap halklarının özlemlerini dile getirecek toplumsal hareketlerin ve liderlerin yokluğunda edinilen karizmanın kullanma süresi geçmektedir. Türkiye’nin Filistinli örgütlerin sığınağı Suriye’de bozguncu olarak anıldığı bir dönemde, üstelik Filistin halkı bu davayı siyasi rant malzemesi yapanlara artık eskisi kadar tahammül göstermezken Erdoğan da risk altındadır.
23 Temmuz’da “Filistin Büyükelçiler Konferansı”nın açılışında konuşan Erdoğan’ın yine İsrail’e çıkışması, Esad’ınki kadar kanlı olmasa da yine Filistinlileri pazarlık unsuru olarak kullanmaya yönelik bir hamleydi. Sonbaharda bağımsızlıklarını ilan edip Birleşmiş Milletlerde oylamaya sunmaya hazırlanan Filistinlilerin toplantısında konuşan Erdoğan, “İsrail özür dilemedikçe ilişkiler düzelmez” sözleriyle, kendince Filistinlileri kandırıyor, İsrail’i de tehdit ediyordu. Erdoğan bu sözüyle İsrail’e şu mesajı vermeye çalışıyor: “Sonbaharda zorlu bir sürece gireceksin. Filistinliler üzerinde etkim var. Sen özür dile karizmamı kurtar, ben de bu zorlu süreçte sana sorun çıkarmayayım.” Filistinlileri kandırmaya yönelik mesaj ise şu: “İsrail’e karşı tavır aldık, ilişkilerimiz bozuk.”
Oysa İsrail-Türkiye ilişkileri hiç de bozuk değil. Ekonomik ilişkilerden söz edeceksek, Dışişleri Bakanlığı’nın resmi sayfasını ziyaret edip, Türkiye-İsrail ticaretindeki istikrarlı gelişimi grafiklerle izleyebilirsiniz. Ekonomik boykotun telaffuz edilmesi karşısında “ticaret başka siyaset başka” diye altını çize çize boykotu reddeden AKP hükümeti İsrail’den turizm boykotu yiyor, o ayrı. Ama AKP boykota yanaşmıyor. Askeri ilişkilerde de aynı şey söz konusu. İsrail’in Aralık 2008 Gazze saldırısı sırasında silah alımlarını durdurmayı reddeden AKP’nin İsrail’le yıllık 1,8 milyar dolarlık bir silah ticareti hacmine ulaştığı, Gazze’de Erdoğan’ın sözleriyle öldürmeyi iyi bilen İsrail pilotlarının Konya’da eğitildiği açığa çıkmıştı. Silah ticareti yakın dönemde Heron uçaklarının alımıyla sürdü. Mart 2010’da Türkiye’ye gelmeye başlayan Heron’ların alımları Mavi Marmara saldırısına rağmen aksatılmadı ve yıl boyu İsrail uçakları Türkiye’ye geldi. İsrailli askerler Türkiye’ye, Türkiyeli askerler İsrail’e gitti. ABD’nin isteğiyle ertelenen üçlü tatbikatlardan başka, sembolik de olsa ilişkilerde bir bozulma yaşanmadı. Diplomatik ilişkilerde dikilen tüy İsrail’in OECD oylaması sırasında Türkiye’nin verdiği destekti. Mavi Marmara katliamından yalnızca haftalar önce, Mayıs 2010’da, Filistin’den gelen çağrılara kulaklarını tıkayan AKP veto hakkını kullanmayarak İsrail’in OECD üyeliğini, bununla da “uluslararası hukuka saygılı bir devlet” olduğunu onayladı.
İsrail ile ilişkiler bozulmadıkça İsrail geri adım atmaz
Şimdi “İsrail özür dilemedikçe ilişkiler düzelmez” diyen Erdoğan’a sormalı, ilişkiler ne zaman bozuldu ki düzelsin? “Paranın dini, milleti olmaz”, “Ticaret başka siyaset başka” diyerek aslında tam da sınıfının siyasetini izleyen, ticaretinin gereğini yerine getiren Erdoğan, İsrail’e yaptırım uygulamaktan kaçınıyor. O da Filistinlileri pazarlık malzemesi yapmak için konuşuyor, örtülü mesajlar veriyor.
İsrail’in geri adım atması da Erdoğan’ın ikiyüzlülüğünün ifşa olması da ancak İsrail ile ikili ilişkileri hedef alan bir boykotla mümkündür. Dünya çapında BDS (Boykot, Yaptırımlar ve Yatırımların geri çekilmesi) Türkiye’de de Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’nin hedefi böylesi bir boykot kampanyasıdır. Filistinlilerin bağımsız bir devlet ilan etmeye hazırlandığı sonbahar, İsrail’e karşı boykotu dillendirmek için elverişli bir siyasal atmosfer sunacak. Ortadoğu’da artık halkların da siyasetin öznesi haline gelmeye başladığı, Filistinlilerin kendilerini kullanmaya çalışan cin fikirlilere “yeter” dediği bir ortamda, Türkiye toplumsal muhalefetinin Erdoğan’ın ikiyüzlü Filistin siyasetine karşı çıkışı yankı bulacaktır. Böylesi bir muhalefetin yokluğu ise Erdoğan’ın işine yarayacaktır.