Başta Yunanistan olmak üzere, “devletin mali krizi” biçimine bürünmüş küresel krizin ikinci fazında, tıkanma nasıl aşılır? Bu sorunun yanıtı, farklı iç ve dış konjonktürde mali kriz yaşamış Türkiye deneyiminde yer alıyor aslında. Ama Türkiye’de yaşanan ve yaşatılanlar Avrupa’da yapılabilir mi, o başka. Yine de küçük bir zihin idmanında yarar var. Yunanistan başta olmak üzere, yüksek […]
Başta Yunanistan olmak üzere, “devletin mali krizi” biçimine bürünmüş küresel krizin ikinci fazında, tıkanma nasıl aşılır? Bu sorunun yanıtı, farklı iç ve dış konjonktürde mali kriz yaşamış Türkiye deneyiminde yer alıyor aslında. Ama Türkiye’de yaşanan ve yaşatılanlar Avrupa’da yapılabilir mi, o başka. Yine de küçük bir zihin idmanında yarar var.
Yunanistan başta olmak üzere, yüksek kamu bütçe açığı ve döndürülemeyen kamu borç stokunun ağırlığı altında ezilen ülkelere, “kurtarma” adı altında bulunan çözümler, sadece sündüren, sorunu öteleyici çabalar, o kadar. “Kurtarma operasyonları” adı altındaki mutabakatların hiçbiri iflası tek başına önlemeye yetmiyor. Nitekim, İngiliz Financial Times gazetesi, Yunanistan’a ağırlıklı olarak borç takası ve özel sektörün elindeki tahvillerin vadesinin yayılması şeklinde sağlanacak olan 109 milyar Avro tutarındaki son paketin çok da işe yaramayacağını söylerken haksız değil. Yenilik ne? Yenilik, özel bankaların da elini taşın altına sokması talebinde ısrarcı olan Almanya Başbakanı Merkel‘in muradına ermesi. Ama borcu bir el daha çevirmek neye yarayacak? Bu borç nasıl makul bir büyüklüğe indirilecek? Sorun bu. Borç stokunu milli gelirin makul bir düzeyine indirmek için üç şey önemli:
1- Bütçede vergi gelirlerini arttırmak, harcamaları kısmak gerekiyor. Bu operasyon, bütçeden borç ödemelerine artan ölçüde kaynak ayırmayı mümkün kılmalı. Bu, işin “mali disiplin” ayağı.
2- Özelleştirmelerle, kamu varlığını eritip elde edilen gelir bütçeye aktarılıp borç azaltmada kullanmalı.
3- Büyümeyi, ihracatı ihmal etmeden sürdürülebilir bir kulvara oturtmalı. Dünya iş bölümünde avantajlı sektörleri belirleyip oradan ilerlemeli.
Türkiye bunu 2001 krizinde yaşadı ve eksik-fazla bir şeyler yaptı. Şimdilerde dostu Yorgo Papandreu’ya gayri resmi akıllar vererek ondan teşekkür alan Kemal Derviş, mutlaka Türkiye’ye IMF ile içirdiği acı ilacın deneyimini aktarıyordur.
Özelleştirme projelerine hemen alıcı çıkar mı bilinmez. Özelleştirilecek kamu işletmelerinde çalışanların ücretleri, sosyal hakları yüksek. Mesela Yunanistan, 2015’e kadar 50 milyar Avro’luk özelleştirme geliri elde etmek istiyor. İlk etapta mevduat bankası Hellenic Postbank’ın yüzde 34’ü satılmak isteniyor. Ayrıca Pire ve Selanik limanlarını elden çıkarmak, kamu enerji şirketinin, telekom şirketi “Ote”nin ve su şirketinin satışından gelir bekliyorlar. Ama bunların hiçbiri çöpsüz üzüm değil ve umulan fiyatlarda teklifler almaları zor.
Vergi gelirlerini arttırmaları tüm sınıflardan, özellikle de varlıklı kesimin iknasını gerektiriyor; kolay değil. Bizdeki gibi vur abalıya misali, dolaylı vergiye abanabilirler mi, sanmıyorum. İş, kamu harcamalarını kısmaya gelince, orada da kimse bizim gibi, “Vur ensesine al hakkını” acizliğinde değil; her hak kısıtlama operasyonu, tepki görüyor. Sağlığı, eğitimi diğer sosyal devlet hizmetlerini bizde yapıldığı gibi özelleştirip, ticarileştirip metalaştırmaya kolay kolay onay vermiyor Avrupalılar…
Özetle, bizde 2001 krizinde uygulanan ağır reçeteleri Avrupa alt-orta sınıflarına uygulamak hiç kolay değil. Kaldı ki, dünya ekonomisinde yeni bir büyüme ivmesi yakalanmadan, düze çıkmak da kolay değil. Avrupa’daki sancı, Türkiye’ye de uzanıyor. Cari açıkla başı beladaki Türkiye, Avrupa’da daralan çemberin etkisiyle, bir de sıcak para çekilişi ve ihracat talebi düşüşü yaşıyor ve yaşamaya devam edecek. Bu, umulanın ötesinde bir küçülme, önce sanayide, inşaatta, sonra finans kesiminde esmer günler anlamına gelebilir.