başbakan hakkında çok olumlu beklentileri olanlardan değilim ama bazı şeyler herkese “yok artık daha neler” dedirtiyor. tamam, anladık başbakan panzerlerinin üzerinde birinin, üstelik de genç bir kadının çıkması karşısında başta haset ve infial olmak üzere çok çeşitli duygulara kapılmış olabilir. ama insan kontrolünü bu kadar mı kaybeder? panzerin üzerine hamle ederken gönüllere de taht kuran […]
başbakan hakkında çok olumlu beklentileri olanlardan değilim ama bazı şeyler herkese “yok artık daha neler” dedirtiyor. tamam, anladık başbakan panzerlerinin üzerinde birinin, üstelik de genç bir kadının çıkması karşısında başta haset ve infial olmak üzere çok çeşitli duygulara kapılmış olabilir. ama insan kontrolünü bu kadar mı kaybeder?
panzerin üzerine hamle ederken gönüllere de taht kuran dilşat’ın da bizlerin de namus anlayışı başbakanınkine benzemiyor, şükür. ama tayyip erdoğan kendi cinsellik merkezli namus anlayışı çerçevesinde dilşat’ın iffetine dil uzattı!
başbakan muhafazakârdır. kızı olacak yaşta bir kadının cinsel deneyimini sorgulamak aklına yatar. genç bir kadına müdahale eden polisin onun belini kırması meşrebine sığar. söylenenler yalan, geleneklerimiz insana huzur, mutluluk ve güven veren tatlı adetler falan değil. kadınlara yönelik kem bakış tıpkı kadınlara yönelik şiddet gibi geleneklerimizin bir parçası ve muhafazakarların korumak bizimse yıkmak istediğimiz şeylerin arasında.
o yüzden tayyip erdoğan kadın seçmenleri, kadınlar kolu olan bir partinin genel başkanı olduğunu bile unutarak konuşabiliyor. şaşırtıcı değil, söyledikleri gerçek politik görüşlerini yansıtıyor. kadınların eşit vatandaşlar olarak seçimlerde oy kullanması, partilerin kadın kollarının olması muhafazakarların kerhen katlanmak zorunda olduğu durumlar zaten.
fakat esas üzerinde durulması gereken noktalardan biri bu kontrol kaybına neyin sebep olduğu.
yaşı elverenler hatırlar, ortamımız 1985 ve onu izleyen birkaç yılı hatırlatıyor. darbe koşullarının, omuzlaya omuzlaya esnetildiği, açıldığı yıllar. fakat önemli bir fark var, bu sefer süreç geriye doğru kapanarak ilerliyor. hükümet, tam da başbakanın oy almak için demokratik davranmaya ihtiyacı olduğunu iddia edenlere inat seçim yaklaştıkça tahammülsüzleşiyor, hukuka aldırışsızlığı artıyor.
öte yandan, başbakanın chp ve mhp’yi karşısına aldığı son seçimler ve kendinden olmayan herkesi bir cephede değerlendirdiği bir referandumun ardından hedef tahtasının epeyce merkezi bir yerine emek ve özgürlük bloku’nu oturtması, hemen yanı başına solcuları yerleştirmesi dikkate değer bir gelişme değil mi?
türkiye’de her seçim öncesi politizasyon artar ama bu dönemde bunun parlamento dışı kanallara da yayılması bir başka iyi alamet. bugün omuzlanan noktaların, örneğin kürt hakının taleplerinin dillendirilmesinin, hes’lere karşı mücadelenin akp hükümetinin yumuşak noktaları olduğu görülüyor. buralardan düzende yarıklar açılmasını beklemek şimdilik gereksiz bir iyimserlik olur. “yönetilenlerin yönetilmek istemediği, yönetenlerin de yönetemediği” bir dönemin yaklaştığını söylemek de. evet, akp’nin yine yüksek bir oy alacağı ortada ama yönetirken canını sıkan çok şey olacağı da.
başbakanın yerinde olsam, dilşat’ın tez zamanda ayağa kalkmasını dileyenlerin arasına katılırdım. çünkü onu yatağa mahkum gördükçe yükselen öfke… yok yok, koltuğunu almaz tabii ama canını epey sıkar.