Çılgınlık, önce bir proje düşü bağlamında ifade buldu. Sonra bunun gerçekten var olmuş çılgınlıkları aşan bir çılgınlık olduğuna ilişkin olumlalar yapıldı. Çılgın proje, kimine göre ise “çılgın proce”nin, sözcük anlamıyla da örtüşen bir çılgınlık olduğu üzerine çokça örnekler verilip, pekiştirmeler yapıldı. Tüm bunlar benim, çılgın projenin İstanbul’u çığrından çıkaran bir çılgınlık olduğuna/olacağına ilişkin hırçınlaşan ruh […]
Çılgınlık, önce bir proje düşü bağlamında ifade buldu. Sonra bunun gerçekten var olmuş çılgınlıkları aşan bir çılgınlık olduğuna ilişkin olumlalar yapıldı. Çılgın proje, kimine göre ise “çılgın proce”nin, sözcük anlamıyla da örtüşen bir çılgınlık olduğu üzerine çokça örnekler verilip, pekiştirmeler yapıldı. Tüm bunlar benim, çılgın projenin İstanbul’u çığrından çıkaran bir çılgınlık olduğuna/olacağına ilişkin hırçınlaşan ruh halimi sakinleştirmeye açıkçası yetmedi. Bekleyip durdum. Söz konusu çılgınlığın açılımını, anlamını en çarpıcı yapanların bile çılgınlığa karşı kabaran öfkemi dindiremediğini gördüm. Ki çılgınlık üzerine, “İstanbul Kanalı” çılgınlığı üzerine yapılan eleştiriler, doğru ve yerinde değerlendirmeler, ironik, esprili, çok yönlü bakış açısının göstergeleri olmalarına rağmen… Ve dedim ki bir-iki şey de ben yazmasam çılgınlık hali beni yiyip bitirecek.
İstanbul’un doğal, tarihsel, kültürel, sosyal zenginliği, muazzam bir boyut taşımaktadır. Eşsiz doğal güzelliği dışında, ulusal, sınıfsal düzeyde her tür çelişki ve birikimi de bağrında taşıyor olması bu kente ayrı bir muazzam özellik katmaktadır. Geçmiş ve geleceğimizin nabzını tuttuğumuz yerdir adeta. İstanbul, tüm bu özellikleriyle de yağma ve talandan bir türlü kurtulamayan bir kenttir. Adı “Ak” diye başlayan partinin İstanbul’a yönelik plan ve uygulamaları kara mı karadır. Güzel bilinen bu kentten, geriye ne kaldıysa, her renkten sermayenin iştahı da hani iyice kabarmışken bir büyük lokmayla yalayıp yutma çabasıdır çılgınlık aşaması.
Yeri gelir İstanbul’un yağmalanmasını, talanını konuşup “yine de yiye yiye bitiremediler” demekten kendimizi alamaz, her şeye rağmen bu kentin çekici olduğuna dikkat çekeriz. Öyle ya İstanbul için şimdiye kadar yapılanların da çılgınca şeyler oluğu göz ardı edilemez. II. köprünün doğurduğu ranta dayalı yağmayı, betonlaşmayı göstermeye/anlatmaya çabalarken üçüncü köprü planının yapılıyor olması bir çılgınlık; orman arazilerinin önce sağından solundan tırtıklayıp sonra ortadan bölünerek sürekli viyadükler, kavşaklar yollar, gökdelenler, sitekentler, villakentler… yapılması da bambaşka çılgınlık! Hüküm süren, çılgınlıklar içinde inleyerek tükenen İstanbul, İstanbul’u İstanbul olmaktan çıkaran zincirleme bir çılgınlık silsilesidir.
Eğer kitap raflarına dikkat ederseniz İstanbul’un yakın geçmişi dâhil eski geçmişine ilişkin yazılan kitapların bir hayli arttığını görürsünüz. İşte o kitaplarda yazılanlar çarpık kapitalizmin İstanbul’u sosyal ve ekonomik açıdan nasıl kendine benzettiğinin birer göstergesi niteliğindedir. Yoksa İstanbul’un modernliği doğal, tarihsel, sosyo-kültürel bileşenleriyle korunabilseydi eskisine özenmeyi sağlayan böylesine kaynaklara gerek kalmazdı her halde.
İnsanca, hakça, eşit ve özgür bir yaşamı savunan bizlere karşılık tüm bu çılgınlıklar sermayenin rantını yükseltip, pazarını akışkan hale getirmiştir. Patronların iştahı yerindedir. Başbakan ve çevresinde semizlenmiş olanlar da iştahlandıkça birbirlerini doyurmak için gözükara yol almaktadır. İstanbul, “İstanbul’un %70 inşaat potansiyeli var” diyen Ağaoğlu ve bunun gibi diğer inşaat şirketlerinin önündedir. “Kentsel Dönüşüm” adı altındaki yağma planı inşaat tekelleri için yapılmıştır. İkinci köprü dururken, üçüncüsünün planı zaten çılgınlıktı. Halkın mahallesine, mahalleli sosyaliteye inşaat potansiyeli gözüyle bakıp, sürgün kararları çıkartmak yine çılgınlıktı. Renklerimizden biri olan Sulukule’yi dağıtmak da ayrı bir çılgınlıktı. Çılgın planlar, çılgın kârlar su gibi akarken, İstanbul’a “İstanbul Kanalı” adıyla üstelik pişkince ve de arsızca çılgınlık olarak nitelenen bir projeyi düşlemek bile kentin üstüne kocaman bir çarpı işareti çekerek yok etmektir.
Sermaye düzeni gerçekten çıldırdı. Giyimde, gıdada, iletişimde, tatilde alışveriş kampanyalarıyla insanının alınterini ve bilincini köreltip tüketen, çevreyi tüketen, köylerimizi ve kentlerimizi tüketen yedi başlı bir canavarla karşı karşıyayız adeta. Düşünebiliyor musunuz Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Valiliği, Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı patronlara el ele verip “Shopping Fest” adıyla alışveriş festivalleri düzenliyor. Bir başkası bizleri “40 Gün 40 Gece Alışveriş”e çağırıyor. Yani gecemizi de istiyorlar. İnsana ait ne değer varsa kökünden kurutmak gibi bir şey. Yiye yiye bitiremedikleri İstanbul’u bir lokmada yutabilmek için de sermayenin politikacılarına galiba bu türden hunharca bir çılgınlık gerekti. Bize kalan sağduyu ve mücadelede ısrar, ısrar…