Sonunda bu da oldu: Ahmet Altan başbakanına methiye düzdü (15 Nisan). Dayanamadı, engel olamadı kendine, en nihayetinde hayranlığını ifşa etti; “yazarın şiirini” kaleme aldı. İyi bir şiir okuyucusuna bir şiir bahşetmek ne harika bir fikir! Fakat özgün değil. Ayşe Hür’e bir malumatfuruşluk daha yapması için nefis bir fırsat sunuyor gazetesinin baş kalemşoru: Mustafa Kemal’e methiyeler […]
Sonunda bu da oldu: Ahmet Altan başbakanına methiye düzdü (15 Nisan). Dayanamadı, engel olamadı kendine, en nihayetinde hayranlığını ifşa etti; “yazarın şiirini” kaleme aldı. İyi bir şiir okuyucusuna bir şiir bahşetmek ne harika bir fikir! Fakat özgün değil. Ayşe Hür’e bir malumatfuruşluk daha yapması için nefis bir fırsat sunuyor gazetesinin baş kalemşoru: Mustafa Kemal’e methiyeler düzen Kemalist yazar ve gazetecilerin sicili, tarihi lütfen. Yalnız ne olur Falih Rıfkı Atay’ı unutmayın… Sonunda bu da oldu işte: Sağa sola yetişmek için ellerinde “Kemalist” stampayla koşuştururken… mürekkep bu, sıçradı işte. Kemalist yöntemlerin gizli kalpazanları sizi!
Cin fikirli genel yayın yönetmeni, edebiyatımızın “övgü sözcüklerinin unutulmazı” adayı, hiç böyle mizanpaj olur mu ya? Güzelim methiyenin altındaki habere hiç dikkat etmez mi insan: “Karşınızda AKP’li general.”
Gazete bu, gazetecilik bu; şaka mı? Kupon falan toplamanıza gerek yok. Bir taşla iki kuş: Üstte genel yayın yönetmeni, altta general. (B…k atan kavanozcu Sevan Nişanyan bırakmasaydı gazeteyi “genel” ile “general”in aynı sözcük olduğunu yazardı muhakkak). İçeriğine kurban her tarafım!
Gerçi Ahmet Altan’ı okuduktan sonra haber ilginçliğini çoktan yitirmiş ve bir klişeye dönüşmüş oluyor ama yine de önem verelim: AKP’nin milletvekili adaylarından emekli Hava Tümgeneral Şirin Ünal, başbakanın Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ndeki (AKPM) konuşmasını “gururla” izlemiş: “Böyle birinin liderliğindeki Türkiye’ye hizmet etmek istiyoruz.”
General olunca Kemalist yöntemin edebi içeriği ancak bu kadar oluyor demek ki. Hâlbuki Ahmet Altan sözde değil özde Kemalist, içerik onda var:
“Sen ki…
Sen, bu tarihin çocuğusun.
Meydan okumak yakışmaz sana.
Sen, meydan okunacak olansın.
Övünmek yakışmaz sana.
Sen, övülecek olansın.”
Heyt be, ne olur durma, tüm sayfalar senin olsun. Yıkılıyor gazetecilik!
Alma burjuvanın ahını, nasıl çıkacağı belli olmaz
Daha 23 Mart’ta NTV’nin patronu Ferit Şahenk’in topuklarını birbirine çakarak Tayyip Erdoğan’ın önünde eğilmesine “Saygılı bir arkadaş” manşeti atmamış mıydı Taraf? Tamam, şimdi anladık: Ahmet Altan’ın Ferit Şahenk’ten nesi eksik ki? Şahenk’in de sakalı var ama o utanmıştı sonra. Fakat Ahmet Altan… altta kalmaz üste çıkarmış meğer. Meğer bu yüzdenmiş o manşet.
Önümüz 23 Nisan. Heyhat, Ahmet Altan bekleyememiş o kadar, bugünden patlatmış manzumeyi:
“Hüzün kadar vakar da yaraşır sana, tevekkül kadar tevazu yaraşır.”
Bin dereden su getirmiş, derler ya hani; üslup da öyle bu methiyede. Bildiğimiz vasatlığın bir adım ötesi değil; tam anlamıyla bir Kemalist övgü silsilesi. Herhalde başka “gazeteciler” de Kaddafi için benzer methiyeler düzüyordur, dün Saddam Hüseyin’e yapıldığı gibi.
Fakat Ahmet Altan’ın bir önceki (14 Nisan) yazısını okumamış olsak, hani sözümüz Meclis’ten dışarı, dalga geçiyor diyeceğiz. İnsan yüz binler değil milyonlar satan romanların yazarından böylesine ortaokul müsameresi seviyesinde manzum eser beklemiyor doğrusu. Dalga geçmekten beteri de vardır elbet.
Daha önce “Paşasının başbakanı” manşetini atmıştı, majestelerinin gazetecisi. Bozuşmuşlardı. Bir daha basar mı aynı mandepsiye Ahmet Altan. Zeki!
Aklınca akıl verecek, aba altından sopa gösterecek. Sağ gösterecek sol vuracak… Uslanmadı. Tayyip Erdoğan’ı hafife alıyor hâlâ. Alttan alıyor ama hafife alıyor. İki gündür “yapma,” diyor, “AKPM’nde böyle konuşulur mu?” diyor. İlk gün köşe yazısı kaleme aldı, sonra ne olduysa -belki de şevke geldi- manzum eserini çıkardı bitarafından.
İlk yazısında Esad, Aliyev, Ahmedinecad, Putin gibi diktatörlerin dostluğuna mı kalacaksın diyordu. Seks skandallarının unutulmaz aktörü Berlusconi Avrupalı ya, üstelik diktatör de değil he mi? Erdoğan’ı alkışa boğan Avrupalılardan biri değil mi? İlk yazısı kifayet etmedi ve 15 Nisan’da ancak sıkıyönetim dönemlerinde örneklerine rastladığımız üsluptaki “magnum opus”unu kaleme aldı Ahmet Altan. Aman şimdilik diyelim, cevheri karartmayalım!
Gözün çıkmasın e mi: Çifte Ağaç
Oturduğu yerden -Kadıköy otobüs duraklarının ve Beşiktaş iskelesinin karşısındaki bina- bakınca Ayasofya’yı, Sultanahmet’i görüyor ama ne hikmetse 50 metre ilerisindeki 12 katlı (Kadıköy’de imar 4 kat, 12,5 metre) Double Tree (Güney Sanayi’nin sahibi Sapmazların eski köşklerinin olduğu arazide son kalan -onlar da kurumuş- iki ağaca istinaden) otelinin imar planlarına aykırılığını görmez. Burunun ucu daha nerede olsun! Ki o burun Kadıköy Belediyesi’nin ıslah çalışmaları yapmadığı için Kurbağalıdere’nin saldığı kokuları duyuyordu. Ama aynı belediyenin hem burnunun dibindeki hem de Göztepe Meteoroloji İstasyonu arazisindeki imar ucubelerine hiç ses çıkarmadı. Oysa belediye CHP’li idi, Kemalist’ti. Ama o zaman İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni de eleştirmesi gerekirdi. O da AKP’li idi. Hay Allah! Başbakan ile arası bir kez daha mı bozulurdu acaba? Peki E-5 üzerinde Ataşehir’den bir kısrak başı gibi uzanıp Göztepe’ye oradan Hasanpaşa ve eski Salı Pazarı güzergahından Yoğurtçu Parkı’na ve denize ulaşan vadideki yapılaşmayı da görmedi? Hiç mi başbakanı dinlemedi; hiç mi ucube nedir, ne değildir görmedi? Ne belediyeleri, ne hükümeti, ne de inşaat şirketlerini görmek istemedi Ahmet Altan, oysa her gün Kadıköy’de. Yahu burnunun önünü görmüyorsun Avrupa’yı görsen kime ne? Helal sana! Yol göster, akıl ver başbakana. Ayasofya’nın yanına Avrupa’nın en yüksek binasını iste, iste ki Avrupa görsün atladığımız çağı.
Salı Pazarı’nı taşıdılar ama tam karşısına Avrupa’nın en büyük alışveriş merkezini yapacaklar. Daha şimdiden 30 ve 40 katlı ve kuyrukları en az 15 katlı göğüdelenler yapıldı, 50 katlı olanının temelini dinamitle açıyorlarmış. Hiç duydun mu? Hangi yol, hangi otopark, hangi ulaşım sistemi bugün dahi felç olan “Göztepe Vadisi”ndeki, iki yıl sonra bitecek yapılaşmaların neden olacağı trafik sorununu çözecek? İstediğimi yaparım, çıkan sorunları doğrudan değil dolaylı vergilerle halkın sırtına yüklerim anlayışının sahibi desteklediğin “demokratlar” değil mi?
Peki Avrupa’nın demokratik değerleri arasında böyle yapılaşmalar, rantlar gördün mü Ahmet Altan? Demokrasiyi ne sanıyorsun? Özel imar planlarıyla sermayedarlara rant sağlamak mı? Özel yetkili savcılıklarla hukuku egemen kılmak mı? Halkın sahip çıkmadığı, bizzat inşa etmediği demokrasinin yarın seni utançtan kurtaracağını mı sanıyorsun?
Cahil Cesareti: YGS
Pardon unuttum! Utanmak! Ne kadar uzak durursan o denli insafsız olunacak bir sözcük.
Yüksek Öğrenime Geçis Sınavı’ndaki (YGS) şifre iddiaları üzerinden iki gün geçmemişti ki (5 Nisan’da) “Şifre Palavra, ÖSYM Haklı” manşeti atmıştı Ahmet Altan ve köşesinde manşetini savunmuş da savunmuştu. Tabii dürüst ya, ekliyordu, matematikten fazla anlamadığını ama takip ettiğini… Hayır, bu anlaşılıyordu zaten. İtiraf etmenizin kuru sıkı attıklarınızı doğrulayacağını mı sanıyordunuz acaba? Cahil cesareti kavramının yanına entelektüel cesareti kavramının yazılmasına vesile olması da, Ahmet Altan’ın, edebiyatımıza bir başka katkısı olmuştur. Bıkmadı, bırakmadı sonraki gün yine ısrar etti. Üçüncü gün Ali Nesin’i yardıma çağırdı; onun laflarını, daha doğrusu, battığı çamurdan kurtulmak için onun adını kullandı. Dördüncü gün Ali Nesin de yanıldığını b
ir şifre olabileceğini ama sınav sırasında bir öğrencinin bunu çözemeyeceğini söyledi ve Ahmet Altan ile Taraf gazetesi bunun üzerine atladı can simidi olarak ve manşetlere taşıdı.
Yahu bu söylediklerine nasıl inanabiliyorlar ya da bizim nasıl inanacağımızı sanıyorlar; inanılır gibi değil. Bir öğrenci sınavda bunu keşfetmeye uğraşmaz, keşfedecek kapasitede olsa bile uğraşmaz. Çünkü zaten bütün soruları (ya da çok büyük bir kısmını) çözebilecek kapasitededir ve asla bununla zaman kaybetmez çözer gider. Sorun zaten bu şifrenin keşfedilmesi için konulmamış olmasındadır. Birkaç yüz ya da bin öğrenciye şifreyi fısıldamış olabilirler ve tek bildiği şey bu şifre olan bir öğrenci de sınavı kazanır. Olasılık budur, şifreyi çözecek Müfettiş Clousse adaylarının olması değil. Müfettişler Taraf gazetesinde. Her türlü sınavı kafadan kazanmışlar zaten. “Yürü ya kulum” gazetecileri. Yalnız biraz daha az sallasalar…
En sonunda ÖSYM başkanının öğrencilere gönderdiği ve şifreyi itiraf eden ama kullanılmadığını savunan mektubunu haber yaparak, “aksini kanıtlanmadıkça kimse beni ÖSYM’nin haksızlığına inandırmaz” diye yırtınan Ahmet Altan kendini ÖSYM başkanı ve Ali Nesin dolayımından aklamaya çalıştı.
Lama tüküren bir hayvandır ama tükürdüğünü yaladığı görülmemiştir.
Gerçekten, artık biz, onlar adına utanıyoruz. Nasılsa ertesi gün unutulur gazeteciliği.
Poşet çay
Savcı Zekeriya Öz için de bize açıklama yaptı diyerek manşet yaptılar, ertesi gün tekzibi yayınlamak zorunda kaldılar.
Hakikaten utanıyoruz adınıza…
“Uslan artık deli gönül, bak geçiyor ömür…”
Recep İvedik’i çok seviyordunuz,[1] biliyoruz, sayın sit-com gazetecileri, ama herkes mesleğini yapsın değil mi? Siz gazetecilik yapın, komediyi erbabına bırakın; rakibiniz ne Türk Hava Yolları ne de Cem Yılmaz. Siz Ertuğrul Özkök, Fatih Altaylı ya da Oktay Ekşi’den farklı olabileceğinizi gösterin. Çünkü tüm özgünlüğünüz, eleştirdiğiniz duayenlerin tek tek müstesna özelliklerini bünyenizde toplamanızdır. Beterin beteri var deyimi ne kadar da doğruymuş…
Geldiğiniz nokta budur: Mesnetsizin kurumsallaşması, entelektüelleşmesi. Hayırlı olsun katkınız budur.
Ayşe Hür’e bir ricamız daha olacak: Lidere övgüler düzen gazeteci ve muharrirler hakkındaki malumatına muhakkak Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nu da ekleyecektir. Bari bu arada Nazım Hikmet’in zat-ı kara hakkındaki “Kara Maça Bey”[2] şiirini de koyabilir mi? Yakışmaz mı hatırlatmak? Yeni şairimiz de faydalanır…
Şiirden konu olunca malum hepimiz bir şair damarı keşfederiz benliğimizde. Şimdi esin perimiz Ahmet Altan. Kuşkusuz Nazım Hikmet’in üslubunu taklit dahi etmemiz mümkün değil ama lise yıllarını hatırlayan Ahmet Altan’a yaklaşmayı deneyebiliriz, ne de olsa biz de liseliydik, biz de hatırlayabiliyoruz:
Mürekkep Bulaşır
Sen ki,
Bir kır ata biner gibi binmişsin
Sözcüklerin tepesine,
Taraf olmuş cümlenin geneline.
Mürekkep yalamak entelin şanındandır
Harcanan miras babasından kalandır
Bir sırra hükmedersin
bavullarda taşınan
camgözlerden ırak.
Bir sırdır hükmeden zata
Bavullarda taşınan
Gözlere mızrak.
Yedi düvele olmasa da
Camların ardından,
Bakarsın tepelerin yedisine
Görürsün yetmişinde de yedisinde de
Miras değil rant
Göğüdelenler konforlu rahat
Uzatmayalım mamafih hakikat
Pul mürekkeplenmiş ve sayman
Şan-ı parayı bal eylemiştir çoktan
Bence
Yine de:
Sen, sen ol!
Kalemi yalama Ahmet Altan.
15 Nisan 2011