Artık farklı bir dönemin başlangıcındayız. Aslında bunun ilk işareti geçen yıl 1 Mayıs’ta Taksim’de görülmüştü. Şimdi önümüzde yine ve yeni bir 1 Mayıs var. Bu kez Türkiye’nin her yeri 1 Mayıs alanı. Artık her ilin en büyük meydanı işçi sınıfı mücadelesi için “zapt edilecek” bir hedef AKP için işler iyi gitmiyor. Hem de hiç iyi […]
Artık farklı bir dönemin başlangıcındayız. Aslında bunun ilk işareti geçen yıl 1 Mayıs’ta Taksim’de görülmüştü. Şimdi önümüzde yine ve yeni bir 1 Mayıs var. Bu kez Türkiye’nin her yeri 1 Mayıs alanı. Artık her ilin en büyük meydanı işçi sınıfı mücadelesi için “zapt edilecek” bir hedef
AKP için işler iyi gitmiyor. Hem de hiç iyi gitmiyor. Genel seçimler için uygulamaya konulan planların neredeyse hepsi tersine döndü, AKP’yi vurmaya başladı.
Aslında ilk önemli seçim yatırımı, içlerinde askeri kanat sorumlusunun da bulunduğu Hizbullah üyelerinin tahliyeleri oldu. Hizbullah dışında farklı tahliyeler de olmasına rağmen bu süreç doğal olarak AKP’nin İslami teröre doğrudan desteği olarak not edildi.
AKP’nin asıl önemli operasyonu Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın Ergenekon’a dahil edilmesi idi. Kuşkusuz bundan beklenen, seçim öncesinde tüm basın-yayın organlarına ve üyelerine “AKP karşıtlığı”nın neleri göze almayı gerektirdiğini “bir kez daha” uygulamalı olarak göstermekti. Böylece gücü karşı tarafı yıldıracak, kendi destekçilerini hayran bırakacaktı; “Bize uzak olan yanar.” Ancak bu girişim şimdilik ters tepti (AKP tek başına iktidar olursa kesinlikle etkili olur) ve Zekeriya Öz’ün maaşına zam işine son verilmesine yol açtı. AKP’nin parlak prenslerinden biri “şimdilik” kızağa çekildi.
Arapların, Müslümanların, Ortadoğu ve Afrika’nın popüler desteğini ülke içinde oya dönüştürmeyi planlayan Tayyip’in bu cinfikirliği de şimdilik istediği sonuçları vermedi. Mısır’da tökezledi, Cezayir’de devreye bile giremedi, Libya’da çuvalladı. Suriye’de bataklığa gömüleceğini bildiği için bulaşmıyor bile. Fransızlara fırça atarak, ucuz mal satan işportacı çığırtkanlığı rolünü benimsemiş durumda. Ancak buradaki cinfikirliği sadece ülke içindeki seçmene yönelmesi değil, asıl hedef Avrupa’daki Türk seçmen.
Enerji alanının AKP için değerli ve önemli olduğu zaten biliniyor. Sermayeye nükleer ile büyük ölçekli, HES’ler ile orta ölçekli karlar vaat eden AKP, ciddi darbe yemiş durumda. Japonya felaketi nükleeri şimdiye kadar hiç olmadığı kadar tartışmalı hale getirdi. Tayyip’in cehaleti (tüpgaz kullanmıyormuşuz), en gerici tarikat şeyhinin bile ikna sınırlarını zorlayan nitelikte. Bu iki konuda gelişen halk tepkisi ise şirketlerin proje mühendislerinin bile bu topraklara girmesini yasaklar hale geldi.
Üniversite sınavında kurulan tezgahın açığa çıkması ise AKP için 1 miyon 700 bin evde aynı anda patlayan tüpgazlar etkisi gösterdi. Oysa tezgah bu kadar açık olmasa sadece şaibe yaratılsa bu durum AKP’ye ve doğal olarak Fethullah’a ve onun dershanelerine çok yarayacaktı; “bize yakın olan ısınır.” Ancak şantiyedeki mühendis yani Ali Demir aynı Zekeriya Öz gibi eline verilen planı iyi uygulayamamıştı. Akademik kariyerinde bilim hırsızlığı yaptığı açığa çıkan (yabancı bilim insanlarının makalelerini sadece Türkçeye çevirip kendi imzası ile yayımlayan) Ali Demir bu işlerin adamı olduğunu anlaşıldığı üzere üstlerine daha önce kanıtlamış. Ancak iş yine müteahhitlere düştü. Aynı Kayseri Belediyesi’nde olduğu gibi Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan kendi karizmalarını çizdirmek pahasına elemanlarının arkasına dizildiler. Üstelik Tayyip’inki tüpgazın gaz kaçırması türünden.
Ne diyor Tayyip? Sokağa çıkan liselilere karşı o da 5-10 bin liseliyi sokağa çıkarırmış. Bu konuda karşıt güç olarak sokağa çıkacak olanlar sadece bu kopyadan çıkarı olanlardır yani sadece kopya çekenler bu tepkilere karşı çıkabilir. Alın size bir itiraf daha.
Siyasi iktidarın seçim öncesi uygulama koyduğu en önemli “siyasi” proje ise hiç kuşkusuz BDP adaylarının seçime girmesini engelleme tezgahı idi. Bu satırlardan da defalarca yazıldığı üzere AKP’nin, devletin “eski kadroları” ile üzerinde uzlaştığı Kürt sorununu “yok etme” planının en önemli ayağının Kürtlerin siyasi temsilinin engellenmesi, engellenemiyorsa zayıflatılması zaten açığa çıkmış bir durumdu. KCK operasyonunun da asıl amacı buydu, bağımsız adaylara uygulanmaya çalışılan vetonun da. BDP’nin adayları bir bütün olarak engellenemiyorsa, en azından BDP’nin Meclis’te grup kurması engellensin. Ancak bu tezgah da ters tepmiş durumda. Aynı gün sokağa dökülen on binlerce insan, devletin gücünün de fitnesinin de engellenebileceğine ilişkin verilmiş en iyi cevap aslında.
Üniversite sınavındaki şifrenin açığa çıkmasıyla hemen “tatmin oldum” açıklaması yapan Abdullah Gül, bu kez işi yatıştırmak için tekrar devrede. “İleri demokrasi” başlığını seçim beyannamesinin ilk 5 başlığından biri (diğerleri; Büyük ekonomi, Güçlü toplum, Yaşanabilir çevre ve yaşanabilir şehirler, Lider Ülke imiş) yapan AKP, kime “ileri demokrasi” kime “geri demokrasi” istediğinin en nadide örneğini sundu.
AKP’nin olağan seçim hazırlıkları da “ekstra planları” gibi iyi çalışılmamış. Başta Kürt illeri olmak üzere belirlenen adaylar eskisine göre zayıflamış durumda. Alışıldığı üzere spor camiasından bu kez Yerlikaya’nın yerine Şükür transfer edilmiş ancak geçen sefer sözde soldan devşirilen Ertuğrul Günay’ın yerine kimse bulunamamış. Öne çıkarılan neredeyse hiçbir kadın aday yokken türbanlı bir aday da Antalya’da 13. sıraya konmuş. Bu konuda da büyük ihtimalle yanlışlık yapılmış; yanlışlık 13. sıraya konması değil, türbanlı oluşunun gözden kaçması. Geçen seçimde çok önceden belirlenen “Sen Türkiye’sin Büyük Düşün”, “Yola Devam” sloganlarının yerinde yeller esiyor.
Ancak kimse AKP’nin kolayca başarısızlığa teslim olacağını sanmasın. 8 yıllık iktidar alışkanlığı bile tek başına her şeyi denemasinin yolunu açacaktır. Hele hele iktidarlarını kaybette/zayıflatma riski bu ekibi ve bunlara bağlı çıkar gruplarını en azgın, en saldırgan çetelere dönüştürebilecektir.
AKP, en önemli kozu olan “alternatifsizliği” ve kendisine bağlı çıkar organizasyonları yapmayı şimdilik çok daha önemli buluyor. AKP, hala ABD ve tekelci sermaye için en güçlü alternatif. AKP hala toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan sağ seçmen için en güçlü alternatif.
Çıkar organizasyonları kurmak ise AKP’nin uzmanlık alanı. Ordunun profesyonelleşmesi adı altında 50 bin paralı asker alımı ve dolayısıyla onların tüm ilişkileri AKP’ye çalışacak. 2007 yılındaki genel seçimler öncesinde karayolları genel müdürlüğü, köy hizmetleri ve belediyelerde çalışan 280 bin geçici işçiyi, sürekli işçi kadrosuna alan AKP, bu kez de kamuda çalışan 270 bin sözleşmeli (4/b) personel, devlet memurluğuna geçirileceği sözünü verdi. Nimet Çubukçu, ağustos ayında yapılacağını açıkladığı öğretmen atamalarının tarihini 1 Haziran olarak değiştirdi, kopya iddiasıyla iptal edilen KPSS sonuçları esas alınarak 30 bin kadroya atama yapılacak. Esnaflar, köylüler de unutulmayacak elbette.
AKP’nin en büyük yalanlarından birini ise yine Tayyip faş etmiş durumda. Ekonomi tıkırında, halkın refah düzeyi ve alım gücü arttı diye mangalda kül bırakmayan Tayyip, yeni dönem vaadi olarak “sosyal destek ve hizmet alanında, sağlık, istihdam ve eğitim hizmetleriyle birlikte Aile Sosyal Destek Programı (ASDEP) modeli çerçevesinde hane odaklı bir sisteme geçileceğini” anlatmakla meşgul. Madem refah düzeyi arttı, herkes zenginleşti, buna ne gerek var?
CHP ise tüm seçim yatırımını tam da bunun üzerine, yani ekonomik çıkarlar üzerine kurmuş durumda. Aile sigortasıyla yoksul kitleye, gençlere yönelik projesiyle işsizlere, orman niteliğini kaybetmiş yerl
erdeki evleri bedelsiz vermeyle mülk sahibi olmak isteyenlere, bedelsiz askerlikle parasızlara, taşeronu kaldırma vaadiyle güvencesizlere, emeklilere vaadiyle dışlanmışlara seçim propagandası yapıyor. Ve CHP’liler projelerinin AKP tarafından çalındığı/çalınacağı konusunda da feryat, figanlar. Oysa kendilerinin bu taleplerin büyük kısmını soldan çaldıkları konusunda hiçbir itirafları yok. Soldan çalmaya bile cesaret edemeyecekleri ise sol siyasal hedefleri, siyasal programıdır. Sol yıllarca yoksullaştırmaya, proleterleştirmeye, mülksüzleşmeye, güvencesizleştirmeye karşı mücadele ederken aynı CHP kadroları kulaklarını tıkıyordu. Şimdi bu sorunlara sahip çıkıp üstelik bu sorunları “sağa dayanarak” çözme vaadinde bulunuyorlar. Sağcı kadrolarla, sağcı zihniyetle ezilen, yoksullaştırılan, geleceksizleştirilen halkın talepleri yerine getirilemez.
CHP’nin genlerinde hiçbir gerçek değişiklik yaşanmamıştır. Kuru vaatlerin, boş propagandanın arkasında aynı elitist, aynı sistem içi tezgah anlayışı devam etmektedir. Bir önceki seçimdeki İlhan Kesici gitmiş yerine Mehmet Haberal gelmiştir, Yaşar Nuri Öztürk gitmiş yerine Eski İstanbul Müftüsü İhsan Özkes, Fethullah Gülen’i öven Muhammet Çakmak, Humeyni’nin takipçisi olmakla övünen Türkiye’deki Şiilerin lideri Selahattin Özgündüz’ün yeğeni Ali Özgündüz, orta ölçekli sermayenin şoven sözcüsü Sinan Aygün geldi. Bayram Meral’in yerine Süleyman Çelebi, Arif Sağ’ın yerine Sabahat Akkiraz. İstanbul’daki Kürt oylarını bölsün diye Sezgin Tanrıkulu, göçmenlerden numunelik Bahri Sipahi. Enver Aysever bile dışarı, İlhan Cihaner YSK kontenjanından zorla içeri.
Ayrıca dikkat çekmekte yarar var; CHP’nin bugün için sözde CHPlileştirdiği sağcılar, önümüzdeki Meclis döneminde olası bir “ihtiyaç” durumunda merkez sağın potansiyel birleştiricileri ve temsilcileri olacaklardır.
Ülkemizde sosyal demokrasi işçi sınıfının ve sosyalizm mücadelesinin içinden türememiş, onunla doğrudan etkileşim içinde gelişmemiştir. Rejimin kendi evladı olarak sol muhalefeti, halk muhalefetini kontrol etme göreviyle donanmıştır. Şimdi de soyunmaya çalıştığı misyon farklı değildir. Soldan gelen talepleri sahiplenmek, sola yönelecek hoşnutsuzluğun adresi olmak.
Ancak bu dönem, son 10-15 yılın biriktirdiği dışlanmışlığın, yoksulluğun, ezilmişliğin artık dışa vurulmaya başladığının örneklerini ortaya koyuyor. Üstelik bu durum sadece seçim döneminin siyasal duyarlılığıyla açıklanamaz. Ulaşım hakkı mücadelesine verilen destek, gazeteciler Nedim Şener ve Ahmet Şık için gösterilen dayanışma, üniversite sınavındaki tezgaha karşı geliştirilen yaygın gösteriler, HES mühendislerini köylerine sokmayan köylüler, Akkuyu’yu insan çemberiyle çevreleyen nükleer karşıtları, barınma hakkına sahip çıkacağını gösterenler, halkın sağlık hakkının bir parçası olduğunu kanıtlayan sağlık emekçileri, taşerona direnen işçiler, işten atılma pahasına sendikasına üye olanlar/sahip çıkanlar, eğitim hakkı mücadelesine aktif destek olanlar, 40 yıl sonra bile devrimci tarihine sahip çıkanlar…
Artık farklı bir dönemin başlangıcındayız.
Aslında bunun ilk işareti geçen yıl 1 Mayıs’ta Taksim’de görülmüştü. Şimdi önümüzde yine ve yeni bir 1 Mayıs var. Bu kez Türkiye’nin her yeri 1 Mayıs alanı. Artık her ilin en büyük meydanı işçi sınıfı mücadelesi için “zapt edilecek” bir hedef. Artık sadece Taksim’e çıkacak insanların sayısı değil sayacağımız, tüm ülkede kaç kişinin 1 Mayıs alanlarına aktığına bakacağız.
Haydi 1 Mayıs’a…