Son yıllarda kadına yönelik şiddet olgusu kamuoyuna yansıyan yanıyla daha çok kadının ölümüyle sonuçlanmaktadır. Kadının canına mal olan şiddetin her biri bir diğerini aratırcasına acımasız ve vahşi yöntemlerle gerçekleştirilmektedir. Öldürme, yaralama, psikolojik travma ile sonuçlanan kadına yönelik eril erk (eş, baba, kardeş, sevgili) şiddetinin bahaneleri olarak, aldatma, kıskançlık, kadının çalışmak istemesi, ailenin rızası dışında biriyle […]
Son yıllarda kadına yönelik şiddet olgusu kamuoyuna yansıyan yanıyla daha çok kadının ölümüyle sonuçlanmaktadır. Kadının canına mal olan şiddetin her biri bir diğerini aratırcasına acımasız ve vahşi yöntemlerle gerçekleştirilmektedir. Öldürme, yaralama, psikolojik travma ile sonuçlanan kadına yönelik eril erk (eş, baba, kardeş, sevgili) şiddetinin bahaneleri olarak, aldatma, kıskançlık, kadının çalışmak istemesi, ailenin rızası dışında biriyle evlenmeye karar vermesi, çalışıyorsa parasının tamamını kocasına/babasına vermemesi, boşanmak istemesi gibi gerekçelerle kadının yaşam hakkı elinden alınmaktadır.
Bunların dışında şiddet gören kadınlar arasında yapılan araştırmalarda, yemeğin tuzlu ve ‘güzel’ olmaması, kapıyı geç açması, erkeğin giysilerini iyi ütülememesi, çok uyuması, erkeğin başka kadınlarla ilişkisine karışması, erkeğin alkol ve kumar alışkanlığına söylenmesi, kadının hasta olması ve iyileşmemesi, çocuk doğurmak istememesi, kendine kalan mirası erkekten sakınması gibi daha birçok nedenin kadının erkekten gördüğü şiddetin bahanesi olarak ileri sürüldüğünü görmekteyiz.
Peki, tüm bunlar veya daha başka nedenler bir kadının şiddete uğramasını haklı çıkarabilir mi? Ya da ileri sürülen tek tek olayları ele alıp “bu olayda erkek haklı, kadın haksız” gibi bir sonuca ulaştığımızda bile kadının uğradığı şiddete karşı söyleyecek sözümüzün olmaması mı gerekir? Meseleye tek tek olaylar bazında ya da toplumsal ilişki ve çelişkilerden kopuk olaylar olarak baktığımızda belki de, “şu konuda erkek, bu konuda kadın haklı” gibi sonuçlar zincirine takılıp kalırız. Ve o zaman da yapacağımız şey olayları akışına bırakmak olacaktır. Ancak ortada asla sırt çevrilmemesi gereken toplumsal bir mağduriyet ve adaletsizlik söz konusudur.
Her geçen gün kadın ölümlerinin daha da artması ve ya dünkü süreçte kadın ölümlerinin bugüne göre daha az olması, kadına bakışın özündeki bir değişiklikle ilgili de değil. Günümüzde kadınların sesinin, kadının kimliğini özgürleştirme noktasında düne göre daha fazla çıkmasına rağmen, kadına/kadınlara yönelik baskı, şiddet, taciz ve tecavüz olaylarının azalmak bir yana artığını görmekteyiz. Demek ki sorun, cinslerden birinin diğerine fiziki egemenlik sağlaması ile orantılı ele alınacak bir sorun değildir. Bununla birlikte günümüzde kadına yönelik ayrımcılığın, şiddet, taciz ve tecavüzün de artıyor olmasının arkasında kurulu düzenin emperyalist yoz kültürle birlikte pompalanan tüketim ilişkilerinin alabildiğine gelişmiş olmasını gösterebiliriz. Bir bakıma sömürü sisteminin tahrip eden, yağmalayan tükettirirken tüketen yaşam politikası kadına karşı yapılan ayrımcılığı, kadına karşı uygulanan şiddeti hızlandırarak daha kolay açığa çıkarmıştır.
Bunu söylemenin kolaycılık olduğu anlaşılmamalıdır. Gerçektir ki, egemen sermaye medyasından akıtılan yaşam tarzı ve tüketim alışkanlığının, beşikten mezara kadın-erkek toplumun bütün bireylerinin kafasındaki her türlü tutucu, gerici, özendirici, yabancılaştırıcı, saldırganlaştırıcı, tüketici alışkanlıklarını kamçıladığı yönündedir. Denilebilir ki buradan kadına yönelik şiddet açısından ne çıkabilir? Şu çıkabilir ki, kadın; erkek cinsinin egemen düzeninde nesneleştirilmiştir. Yani kadın bir insan olarak özgür bir birey değildir. Gerektiğinde alınıp satılan, gerektiğinde hakkındaki kararlar evin erkekleri tarafından verilen, yaşamına nasıl şekil vereceği konusunda erkekten izin alan, bedenine ait cinsellik, çocuk doğurma gibi doğal rollerde özgürce hareket edemeyen bir nesnedir. Evde, işte, sokakta veya toplumsal hayatın her alanındaki ilerlemede öncelik erkeğe aittir. İşin öznesi erkek, nesnesi kadındır. Yüzyıllar öncesinden aktarıla gelen miras böyle bir mirastır. Ne zamanki kadın evlilik kararını kendi vermede, boşanmayı istemede, evden çıkıp çalışmak istemesinde kendi iradesini ortaya koyuyor o zaman kocasının/babasının/erkek kardeşinin zoruyla karşılaşmaktadır. Hayati kararlarda kadın üzerinde etkili olmuş veya özne rolünde bulunmuş erkek, kadının güdülen, yönlendirilen bir nesne olmaktan çıkıp verilen kararın, yapılan işin öznesi olmaya başladığında patriarkal düzenin egemenliğine, şiddetine çarpmaktadır. Kadına karşı her türlü ayrımcılık ve şiddetin altında yatan özünde bu anlayıştır.
Kadına karşı ayrımcılık ve şiddetin temelinde, kapitalizmin sömürüsü, dejenere kültürünün toplum üzerindeki özendirici, yıkıcı etkisinin oluşu, olaylara ilişkin cinsiyetçi analiz yapabilmeyi göz ardı etmeyi doğurmaz. Geçtiğimiz yedi yıl içerisinde kadın cinayetlerinde %1400’lük bir artış olurken, son yedi ay içerisinde de benzeri nedenlerle öldürülen kadın sayısı 246’dır. Öldürülen kadınlar ise genel olarak evlilik öncesi, evlilik ve evlilik sonrası muhatap olunan erkekle yaşadığı bir sorun nedeniyle öldürülmüştür. Kadın, can güvenliğinin tehlikede olduğunu belirtip devletten yardım istediğinde bile korunmamıştır. Kurulu düzenin güvenlik, hukuk, aile sistemi kadını toplumsal dayanaklarından yoksun bırakıp güçsüzleşmesine, çaresizleşmesine karşı duvar oluşturmuşlardır. Önüne çıkan bütün duvarlara çarpan kadın, sığınacak köşe, kaçacak bir delik bulamadığında, mağduriyeti bir daha geri dönüşü olmayan yaşam hakkının ortadan kaldırılmasına kadar uzamaktadır. Kurulu düzen kadının uğradığı haksızlığı “aile içi sorun”, “karı koca arasında olur böyle şeyler”, “erkektir, sözünü dinleyeceksin” türünden bakış açısıyla öteledikçe kadına karşı uygulanan şiddet daha da boyutlanacaktır. Kadını kendi hayatının, kadını kendi toplumsal varlığının nesnesi değil öznesi olması için; Demokrasiden, eşitlikten, adaletten yana olan hepimizin kadının yaşadığı her türlü ayrımcılığın ve şiddetin görünür kılmasına, ortadan kaldırılmasına karşı sesimizi daha fazla yükseltmemiz gerektiği aşikârdır.