Yunanistan yalnız değil Avrupa’da kemer sıkma: Grimm’den Bir Peri Masalı Yunanistan’da Aphidal şehrinde insanlar artık yol ücretini ödemiyor. Atina’da otobüs ve metro yolcuları bilet parasını sökülmüyor. 23 Şubat’ta 250 bin Yunanlı protestocu ulusal parlamento önünde sokakları doldurdu. Portekizliler Eurovision şarkı yarışması için “A Luta E’ Alegria” (Mücadele Sevinçtir) adlı protesto şarkısını aday olarak gösterdi ve […]
Yunanistan’da Aphidal şehrinde insanlar artık yol ücretini ödemiyor. Atina’da otobüs ve metro yolcuları bilet parasını sökülmüyor. 23 Şubat’ta 250 bin Yunanlı protestocu ulusal parlamento önünde sokakları doldurdu.
Portekizliler Eurovision şarkı yarışması için “A Luta E’ Alegria” (Mücadele Sevinçtir) adlı protesto şarkısını aday olarak gösterdi ve jüri aldırmayınca dışarı çıktılar. Aynı zamanda 12 Mart’ta ülkenin büyük şehirlerinde sokakları 300 bin kişiyle doldurdular.
Liverpool şehri hükümetten kredi bulamayınca ve kamu veya özel kesimden de fon alamayacağını anlayınca, Muhafazakâr-Liberal bir plandan mali destek alarak kurtuldu ve İngiliz Tuvaletler Birliği 1,000 tuvaletin kapanmasını yurt çapında protesto etti.
Yunanistan’dan Portekiz’e, İngiltere’den Baverya’ya kadar Avrupalılar hükümetlerinin kemer sıkma politikasının getirdiği acımasız saldırıya karşı öfkelerini büyüklü küçüklü eylemlerle gösteriyor.
Sendikaların yarım asırdan beri savaşarak kazandığı ücretler, çalışma şartları ve emeklilik hakları, bankalar sisteminin son on yıldır yaşadığı ve sıradan Avrupalının yaratmadığı ve yararlanmadığı spekülasyon cümbüşü nedeniyle, çökme tehlikesinde. Almanya’nın endüstriyel lokomotifi Baverya’nin “zengin” denilen işçileri bile ücretlerinin son on yılda yüzde 4.5 (enflasyona ayarlı) düştüğünü gördü.
Brüksel’de AB Merkezi’nden yayılan bir öyküye göre İrlanda, Yunanistan, Portekiz ve İspanya dahil birkaç ülkeyi iflasa sürükleyen bugünkü krizin ortaya çıkış nedeni yüksek ücretler, erken emeklilik, cömert ödenekler ve “rekabet yokluğu”. “Erdemli’ ülkeler -Almanya, Hollanda, Finlandiya- şimdi bu savurgan ülkelerin çalgıcıya ödeme veya Alman başbakanı Angela Merkel’in deyişiyle “ev ödevlerini yapmaları”nın zamanı geldiğini iddia ediyor.
İlginç bir öykü bu, yani bir nevi 21. asır Grimm peri masalı, ama krizin nedenine benzerliği ancak Sinderella’nın peri annesi IMF’ye ne kadar benziyorsa o kadar.
Her ülkenin kendine özgü bir durumu varsa da, şimdiki krizde bütün ülkeleri birleştiren ortak bir ağ var. On yıl öncesinden başlayarak bankalar ve mali kuruluşlar taşınmaz mal piyasasını paraya boğdu ve kocaman bir balonu şişiren spekülasyon patlamasını körükledi. İspanya ve İrlanda’nın iklim ve kültürü farklı olabilir ama iki ülkede de konut fiyatları yüzde 500 arttı.
Bir yanda bankalardaki düşük faiz oranları öte yanda da vurguncular ve politikacılar arsındaki tatlı iş anlaşmaları nedeniyle para nerdeyse bedavalaştı. Bu nakit paranın küçük bir yatırımcı çevresinde kalmasını sağladı. Baveryalı işçilerin gözleri önünde ücretleri azalırken, Alman bankaları rekor düzeyde kâr yapıyor ve İrlanda ve İspanya’da taşınmaz mal piyasası balonuna para aktarıyordu. Zamanla borç miktarı kabul edilmez bir düzeye ulaştı. İrlanda’nın banka borcu, dolara çevrilirse 10 trilyon olacaktı.
2008’de Wall Street’in içindeki patlama bütün dünyaya şok dalgaları gönderdi ve bütün Avrupa’da balonları patlattı. Avrupa Birliği’nin çevre ülkeleri -İzlanda, İrlanda, Litvanya, Romanya, Macaristan ve Yunanistan öncelikle tökezlemeye başlarken, AB’nin merkezinde ülkeler – İngiltere, İspanya, İtaya ve Portekiz de sarsıldı. Financial Times (FT) gazetesine göre Avrupa bankalarının Yunan, İrlanda, İtalyan, İspanyol ve Portekiz borçlarına karşı talepleri toplam 2.4 trilyon.
Avrupa Birliği’nin krize çaresi, uzun geçmişi olan, acı çektiren ve 30 yıl önce Latin Amerika ülkelerinde uygulanmaya başladığından beri yıllar süren yaşam standartlarında düşüş ve ekonomide donmaya neden olan bir reçete. Kısaca, kemerleri sıkma, kemerleri sıkma ve banka borçları ödeninceye kadar daha da sıkma.
Şimdiki Avrupa krizi ile 1981 yılındaki Latin Amerika borç krizinin benzer yanları var. FT yazarı John Rathbone “İki durumda da borç, borç alan ülkenin kontrolünde olmayan bir parayla verildi”, diyor. Latin Amerika için bu para dolardı, Avrupa için avro. Ayrıca, gene, ilk önce kolay kredi devresinden sonra dünya çapında durgunluk başladı.
Kurtarmalar özelleştirme, sosyal yardımlarda yoğun kesintiler, ücret indirimleri ve kemer sıkma politikası gerektiren, adına “Washington konsensüsü” denen şartlara bağlandı. Sonuç felaket oldu. Kamu sağlık hizmetlerinin içi boşaltılınca kolera gibi hastalıklar yeniden ortaya çıktı. Eğitim bütçeleri indirilince cehalet tırmandı. Ve kamusal hizmet projeleri kaldırılınca, ücretler azaldı ve işsizlik arttı.
Rathbone, “ücretleri düşürmek ve ekonomileri daraltmanın bütün borçları ödeyebilmeyi sağlamayacağını anlamak birkaç yıl aldı”, diyor. Ama Avrupa’nın bugünkü krizinde AB’nin “erdemli” ülkeleri hala aynı reçeteyi uyguluyor.
Örneğin, AB ve IMF İrlanda bankalarını kurtarmak için 114 milyar dolar vermeyi kabul etti ama karşılığında İrlanda’da gelecek dört yıl içinde 4 milyarlık bir daralma, ücret vergilerinde yüzde 41 artış, emekli maaşlarında kesinti, emeklilik yaşının yükseltilmesi, sosyal harcamaların kısıtlanması ve birçok kamusal hizmetin özelleştirilmesi şartına bağladı. İrlanda son günlerde kurtarmanın ağır faiz oranlarının azaltılmasını isteyince, AB, kemerlerin daha fazla sıkılması, şirket vergisinin artırılması şartıyla faiz oranını yüzde 1 indirmeyi ve ödeme süresini uzatmayı kabul etti. Yeni göreve gelen Fine Gael/İşçi hükümeti kabul etmedi.
Ama Yunan hükümeti 152 milyarlık kurtarma anlaşmasını kabul etti. Ödenen bedel ise daha çok acı, güçlük ve bazı adalar ve bir sürü olimpiyat sitesi dahil, nerdeyse 70 milyar dolarlık kamu mülkünün satışı.
Ama bu “anlaşma” gene de borcu tam ödeyemeyecek. Yunanistan’da işsizlik oranı yüzde 15 ve gençlerde yüzde 35’e kadar varıyor. Ücretler yüzde 20 düştü, emekli maaşları azaldı ve kamu hizmeti ücretleri arttı. Bu yıl büyüme hızının yüzde 3.4 azalması bekleniyor. Bu Yunanistan’ın borç yükünün 2013 yılına kadar gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 127’sinden yüzde 160’ına kadar yükselmesi anlamına geliyor. Ekonomist Peter Westaway, New York Times’ta “Büyüme hızı ödenen faiz oranının altında olduğu sürece borç artmaya devam edecek”, dedi.
Kemer sıkma politikası Portekiz ve İspanya’da da sıradan insanların gelirini düşürdü ve yaşamı ölçülebilir derecede zorlaştırdı. İspanya’da her beş işçinin birden fazlası işsiz ve tüketim harcamasında kesin bir azalma var. Geçen yılbaşı sezonunda satışlar üçte bir azaldı. Portekiz’in durumu daha kötü. Avrupa’nın en yavaş büyüme hızı Portekiz’de, dış satışlar ölü durumda ve gençler arasında işsizlik oranı yüzde 30’un üstünde.
İngiltere’de tutucu-liberal hükümet bütçede 130 milyon kesinti yaptı ve “Büyük Toplum” dedikleri şey için kulis faaliyetine başladı. Bu George H. W.Bush’un (baba Bush) “bin ışık noktası”na benziyor ve özel sektör ve gönüllü hizmetlerin hükümet destekli programların yerini aldığı bir dünya öngörüyor. Gerçekte, sonuç kütüphanelerin, emekli merkezlerinin, halka açık yüzme havuzlarının, gençlik programlarının ve umumi tuvaletlerin kapanması oldu. Kesintiler, kuşkucuların dikkat çektiği gibi, en çok geleneksel olarak işçi partisine oy veren, ülkenin yoksul bölgelerinde hissedildi ama muhafazakar partinin kalesi Midlands’i de zayıflattı.
Muhfazakar seçmenler Charlbury gibi tutucu çevrelerde kütüphaneleri kurtarmak ve ormanlık arazide öze
l inşaatı engellemek için gösteriler düzenledi. Emekli mali görevli Barbara Allison’a göre Charlbury’de yoksullara araba ile yemek dağıtan 54 adet yerel gönüllü örgüt var. Financial Times’a “Zamanımızın çoğunu yoksullara yardım ve gönüllülere harcıyoruz,” dedi. “Elimden geleni yapmıyor muyum? David Cameron (muhafazakar başbakan) da gönüllü çalışmayı kabul edecek mi?” Ne olursa olsun, İşçi Partisi lideri Ed Miliband’ın işaret ettiği gibi Cameron “kütüphaneler kapatılırken halkın gönüllü hizmet etmesini” nasıl bekliyor?
ABD Ticaret Bakanı Timothy Geithner geçen ay Cameron programını kuvvetle destekledi ve kesintilerin büyümeyi engelleme “tehlikesinin az” olduğunu söyledi. Ama IMF bile durgunluk sırasında borcu ana problem olarak gören reçetenin bazı sorunları var diye uyarıyor. Geçen ekim ayında bir IMF raporu “mali kısıntılı yaşam şekli kısa sürede ekonomiyi canlandırır düşüncesini” destekleyen hiçbir veri olmadığı kararına vardı.
Ama güçlü bir özelleştirme programı futbol sahasından ulusal parklara kadar her şeyin satışına para yatıran yatırımcılar, banka ve mali kuruluşlara ummadıkları kadar fazla kâr sağlar. Sırası gelince bu kârlar aç gözlü emeklilerin, işini kaybeden öğretmenler ve aylakların sorun olduğu masalını yaymak için para ve medyayı kullanan politik makinaları yağlamak için kullanılır. Ve çözüm kemerleri sıkmaktır.
Ama halk, gittikçe bu mesajı daha az yutuyor ve Atina’dan Washington’a kadar kuşkularını sokağa döküyor. Charlbury’da kalabalık sakin ve mütevazi 200 kişiydi. Atina’daki gösteriye “Klefts” (hırsızlar) diye bağıran 250 bin kişi katıldı. Ama ikisinin de verdiği mesaj aynıydı: Artık yetti.
Atina’da bir otobüs şoförü Avustralyalı gazeteci Kia Mistiles’a ücretinin ayda 1800 avro’dan 1200 avro’ya indiğini söyledi. “Gelecek üç ay içinde başka indirimler de olacak ve bu nedenle protestolar kızışmaya başlıyor. Ücretim ayda 800 avro’ya inecek diye endişeleniyorum. Ve eğer öyle olursa yaşamaya nasıl devam edeceğim, bilmiyorum” diyor.
Ama bir planı var. Mistiles’a “Doruk noktasına yaklaşıyoruz” dedi, “çünkü emekçiler mali kısıntılı yaşam çok sürerse sonunda dibe vuracağını ve yok olacağını biliyor. Bu yüzden, gösteri yapmaktan başka çare yok” diyor ve devam ediyor, “Bu yazı bekleyin. Yunanistan patlayacak.”
Yunanistan tek başına kalacağa pek benzemiyor.
[Counterpunch’taki İngilizce orijinalinden Emine Kunter tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]