AKP’nin geriletilmesi önemli ve doğru bir amaçtır ancak bundan anlaşılması gereken “ana amacın” AKP’nin sayısal çoğunluğun azaltılması değil, AKP’nin uyguladığı neoliberal politikaların, AKP’nin izlediği emperyalist işbirlikçisi dış politikaların, AKP’nin gerici toplum mühendisliği projelerinin ve AKP’nin yeniden yapılandırmaya çalıştığı kurumsal faşizmin engellenmesidir. AKP için işler iyi gitmiyor. Öngörüler ve beklentiler tamamen fiyaskoyla sonuçlandı. Evet, söz konusu […]
AKP’nin geriletilmesi önemli ve doğru bir amaçtır ancak bundan anlaşılması gereken “ana amacın” AKP’nin sayısal çoğunluğun azaltılması değil, AKP’nin uyguladığı neoliberal politikaların, AKP’nin izlediği emperyalist işbirlikçisi dış politikaların, AKP’nin gerici toplum mühendisliği projelerinin ve AKP’nin yeniden yapılandırmaya çalıştığı kurumsal faşizmin engellenmesidir.
AKP için işler iyi gitmiyor. Öngörüler ve beklentiler tamamen fiyaskoyla sonuçlandı. Evet, söz konusu olan AKP’nin dış politikası. Davutoğlu ile stratejinin derinliklerine girip oradan büyük bir bölgesel güç olarak çıkma hayalleri çuvalladı. Kuzey Afrika ve Arap ülkelerinde başlayan ayaklanmaları öngöremeyen AKP’nin, Libya’daki beklentileri de tamamen boşa çıktı. Şimdi rol çalmaya çalışma, yalpalama ve saçmalama sürecindeler. Onların dilinde bu durum “kriz içinde fırsat kovalama” olarak da adlandırılabilir elbette.
Oysa krizi asıl fırsata çevirenler emperyalist güçler oldu bile. Kuzey Afrika halklarının eskisi gibi yönetilmek istemediğini gösteren ayaklanmalar ve eski müttefiklerinin koltuklarının sallanması üzerine emperyalist güçler (ABD), eski işbirlikçilerinden (Mısır ve Tunus’ta) kurtulup rejimleri yeniden dizayn etmeye giriştiler. Bu arada Libya ise özel olarak yaratılan fırsat oldu. ABD’nin yıllardır Kaddafi’den kurtulmak istediği zaten bilinmekte. Bu tutum alışta ABD’nin tutarlılığı “takdire şayan”. Ya Fransa ve İtalya!
Çok değil daha bir yıl önce Kaddafi’nin elini öpen Berlusconi ve Paris’e Kaddafi’nin çadırını kurduran Sarkozy, o dönemde bunları yaparken “padişahın önünde eğilirken gaz çıkaran köylü” rolündeydiler. Şimdi ise yaralı ama hala canlı bir hayvanı didikleyen leş kargaları. Her şey daha fazla yağma ve talan için. Basit bir örnek; İtalya, Libya’da çıkarılan petrolün %40’ını alıyor ve daha geçen yıl 2000 km.lik otoyol ihalesi aldı. Ama şimdi amaç daha çok ve daha ucuza petrol ve yok ettikleriyle birlikte daha çok inşaat ihalesi.
AKP ise feryat ediyor. Abdullah Gül, Fransa ve İtalya’yı fırsatçılıkla suçluyor ve Kaddafi’den yardım istiyor; “Bir an önce görevi bırak yoksa ülkeni talan edecekler” ve ekliyor “Irak’ta da bunu yaptılar”. ABD, Irak’ı işgal etmek için kendi ülkesinin topraklarını kullanmak istediğinde “tamam hallederiz” diyen kendisi değilmiş gibi.
Tayyip’in dersini iyi çalışmadığı zaman saçmalama konusunda sınır tanımadığı zaten biliniyor. Önce “NATO’nun Libya’da ne işi var” diyerek, aklı sıra NATO’yu devre dışı bıraktırıp “kendisine” başrol verilmesini sağlayacaktı. Ama bu taktik tam tersine yol açtı; şu anki işgal güçlerinin (ABD, Fransa, İtalya,..) inisiyatif almasını sağladı. Şimdi ise kaçırdığı trenin peşinden koşup, “NATO devreye girsin, biz de aktif rol alalım” derdinde. Bir taraftan “Türkiye asla ve asla Libya halkına silah doğrultan taraf olmayacak” yaygarası yaparken diğer taraftan ABD, Libya’da Türkiye tarafından temsil ediliyor. (Ayrıca AKP, 8 bin 360 Amerikalının Libya’dan tahliyesini 26 uçak ve 2 gemi ile gerçekleştirdi.) Türkiye’nin Libya büyükelçiliği, ABD’nin “konsolosluk ofisi” gibi hareket ederek çalışmaya başladı. Üstelik bu hizmeti sadece ABD’ye değil Fransa’ya, İtalya’ya, Kanada’ya ve İspanya’ya da veriyor. Şimdi de sözde silah ambargosunu denetlemek için 5 gemi ve 1 denizaltı gönderme kararı almış. Zalimin sofrasına oturan masum rolü, yersen!
AKP’nin bu “masum rolü”nü, sıra Suriye’ye geldiğinde nasıl icra edeceği ise merak konusu! ABD’nin bu konjonktürü Suriye ve İran için kullanacağı şimdiden çok açık görülmekte. Libya müdahalesi ile uluslararası hukukta yeni bir meşruiyet gerekçesi yaratıldı; ülkesi içerisindeki silahlı bir isyanı bastırmaya çalışan iktidarları devirmek için uluslararası güçlerden oluşan bir koalisyonla askeri müdahale yapılabilir artık. Dikkat edilirse Mısır ve Tunus’tan farklı olarak Libya’da silahlı bir ayaklanma söz konusu. (Aynı gerekçeyle birçok ülke hatta Türkiye bile (!) bu kapsama girebilir.) ABD, Suriye’deki gösterileri gerekçe gösterip Esad’ı hedef aldığında Tayyip, kadim dostu Esad’a, Mübarek’e ve Kaddafi’ye dediği gibi “artık zamanın doldu, git” diyebilecek mi? Yakında nasıl kıvıracağını göreceğiz?
Sonuç: Başta ABD olmak üzere hiçbir emperyalist güç ezilen, sömürülen, baskı altında tutulan halklara iyilik olsun diye kılını kıpırdatmaz. Başta petrol ve silah olmak üzere emperyalist çıkarlar insan hayatından, halkların çıkarından, toplumlar arası hukuktan önce gelir. Bu durumu tersine çevirecek tek şey sosyalizmdir. Ve emperyalist çıkarlar, güç dengeleri içinde rol kapmaya çalışan AKP, dünya halklarına ZARARLIDIR!
AKP sadece dünya halklarına değil, bu ülkenin halklarına da zararlıdır.
Dış gündemin yoğunluğu ve trafiği Tayyip’in ülke içine ilgisini, dolayısıyla AKP’nin seçim dönemi programını olumsuz etkilemekte. Tayipsiz AKP, kafası koparılıp ortalığa salınan tavuğa döner. Bunun farkında olan Tayyip de önümüzdeki günlerde hızla iç gündeme dönüp, sahne alacaktır. İç gündemde de AKP’lilerin kolayca baş edemeyeceği başlıklar oluşmuş durumda.
CHP, ezberini tamamen değiştirdiği gibi eski CHP’nin reflekslerini göstermemek için “aşırı” zorluyor. En son Kılıçdaroğlu, BDP’li milletvekillerinin polise gösterdikleri tavırları “zoraki” kınadı, Baykal olsaydı böyle mi yapardı?! Laik devlet kavramı gitti yerine sosyal devlet, özgürlükçü demokrasi kavramları geldi (çok inandırıcı değil mi?). Aile sigortası, gence artı, bedelsiz bedelli askerlik gibi projeler AKP’nin ezberini bozmuşa benziyor. Şimdilik bunlarla dalga geçme modundalar. Hatta Tayyip önerilerin içeriğinden bile habersiz olduğunu bedelli askerlik önerisine gösterdiği tepkiyle ifşa etti. Bu önerinin sadece parası olanlara yarayacağını söyledi, oysa CHP, bir seçim yatırımı olarak parası olmayanlara da bedelsiz askerlik öneriyordu.
Yeri gelmişken bu bedellik askerlik hatta askerli üzerine birkaç başlığın altını çizmekte “hayır” var. Savunma Bakanı’nın açıkladığına göre Türkiye’de 1 milyon kişi tecilli, bakaya ya da asker kaçağı konumunda. Tabii bu sayının içerisinde işlerini “kılıfa” koyanlar yok. Örneğin Tayyip Erdoğan’ın iki oğlu gibi. Hatırlanacağı üzere Tayyip’in büyük oğlu Ahmet (hani 19 yaşında trafik kazasında birini öldüren, 22 yaşındayken babasına 250 bin dolar borç veren, 28 yaşında gemicik alan var ya), babası İstanbul Belediye başkanı iken “testis kanseri” tanısıyla çürüğe ayrılmıştı, küçük oğlu Bilal ise yurtdışında çalıştığından 21 günlük vatani hizmetini “alnının akıyla” yapmıştı. Tayyip ve Tayyip gibi olmayanların çocuklarının ise başka yolları mevcut. Yani çürük raporu alamayanlar, yurtdışında uygun iş bulamayanlar da bir yolunu bulup vatani görevlerini geri hizmetlerde “alınlarının kırmızısıyla” yapıyorlar. O yüzdendir ki bu ülkede bir tek Teşvikiye Camisi kalmıştır, asker cenazesi kalkmayan. Bilindiği gibi Teşvikiye Camisi İstanbul sosyetesinin, iş ve devlet erkanının kullanımına tahsis edilmiş durumdadır. Ancak onlar kendi asker çocukları için bu mekanı kullanma ihtiyacı hiç duymadı (herhalde hepsi kız ana-babası olsa gerek).
Kılıçdaroğlu’nun bir de “askerliği yaz tatillerinde yapma” önerisi var. CHP Genel Başkanı bu öneriyi seçim döneminde vatandaşlara “hoş” görünmek için yapmış olmasına rağmen bu öneri askerliğin nedenini artık “açıktan” sorgulatmaya başlamalıdır. 12 ay ya da 15 ay askerlik niçin gereklidir? Eğer askerlik hi
zmeti, vatanı ihtiyaç olduğunda savunabilmek için gerek duyulan askeri bilgi ve deneyimin önceden kazandırılması için yapılıyorsa bu süre 15 ay mıdır? Bu ülkede askerlik hiçbir zaman böyle anlaşılmadı ki ve anlaşılmayacak ki. Askerlik orduyu ve devleti korumak için yapılır. O yüzdendir ki T.C. ordusu kuruluşundan beri “dış düşman”a göre değil, “iç düşman”a göre örgütlenmiş ve konumlandırılmıştır. O yüzdendir ki ülkenin her yerine yerleştirilmiş ordular, kolordular, tugaylar, alaylar… mevcuttur.
AKP’nin bu dönem kolayca baş edemeyeceği bir diğer gündem elbette Kürt sorunu. BDP, Newroz’da milletvekilleriyle gösterdiği “aktif savunma” davranışlarının ardından, “sivil itaatsizlik” dönemini başlattığını açıkladı. Ana dilde eğitim hakkını, siyasi ve askeri operasyonların durdurulmasını, yüzde 10 seçim barajının düşürülmesini amaçlayan bu süreç, AKP’nin zaman kazanma ve oyalama taktiklerini boşa çıkarabilecek mi? Görüldüğü üzere AKP’nin Kürtlere ilişkin genel siyaseti, zamana yayarak yumuşatma üzerine kurulu. Barışçıl süreç ne kadar uzarsa karşı taraf zayıflar ve kendi örgütlenmesi için de olanak ve zemin yaratılır. Bu süreç içinde AKP’nin özel önem verdiği ise Kürt siyasal temsiliyetinin, sistemin kontrol mekanizmalarının dışına “kaçmaması” (ki KCK operasyonu bu anlama geliyor, o yüzden bu kadar sert darbeler vuruluyor), sistemin kontrol mekanizmalarında olan tarafın ise mümkün olduğu kadar zayıflatılması (ki yüzde 10 barajı sayesinde 50’nin üzerinde olabilecek milletvekili sayısı 20’lerde tutulabiliyor). Diğer yandan BDP’nin de KCK ve yüzde 10 barajı gibi konularda etkili kontr-politikalar geliştirdiği söylenemez. Batı’ya ilişkin oluşturduğu “seçim siyaseti”nin ise yine bir öncekine benzer yanlışları da içerdiği aşikar; batıdaki halkın sorunlarını çözebilecek muhatabiyetler oluşturmak yerine sadece seçim sandığına kitlenmiş dar, elit, popüler adaylar arama telaşındalar. Ancak bölgede, seçime kadar izlenecek aktif kitle muhalefeti AKP’yi bir önceki seçime göre sayısal olarak geriletebilirse “pazarlık” güçleri artacaktır.
AKP’yi “biraz” zorlayacak ama seçimlere kadar rahatça yedekleyebileceği bir hamle ise TÜSİAD’dan geldi. Daha önce AKP için Anayasa taslağı hazırlattırılan Ergun Özbudun ve Turgut Tarhanlı’ya, bu kez de “yeni” bir Anayasa taslağını TÜSİAD hazırlattırıvermiş. Tam da seçim öncesi, fırsat bu fırsatken. AKP de zaten seçimlere “yeni anayasa” vaadiyle giriyor. Ne istiyor ülkemizin büyük tekelci sermayesi. Elbette kendi çıkarının ve gelecek hedeflerinin anayasal güvence altına alınmasını. Güvenceli çalışmanın, parasız eğitimin-sağlığın-barınmanın-, doğanın talan edilmemesinin, çocuk işçi çalıştırmamanın, kadınlara sosyal güvencenin vb. anayasal bir hak olmasını önermiyorlar elbette. Bu ülkenin emekçilerine, yoksullarına, demokrasi yanlılarına birkaç kırıntı düşerse de ne ala. Tekrar edelim; kendi işyerlerinde, fabrikalarında güvencesiz, sendikasız işçi çalıştıran, çocuk işçi çalıştırmayı yasaklamayan, enerji alanından çok para kazanacağım diye doğal dengeyi bozan, halkın eğitim, sağlık, barınma gibi haklarını gasp edip bu alanlardan kar elde etmeyi amaçlayan tekelci sermayenin bu ülkeye, bu halka sunabileceği hiçbir öneri halk yararına değildir!
Halkın Anayasa maddelerinin ne olması gerektiğini merak ediyorlarsa bu dönem sokaklara bakmaları yeter. Sağlık hakkı için, güvenceli çalışma için, doğanın ve yaşamın talan edilmesine karşı çıkmak için, eğitim hakkı için, barınma hakkı için, kadınlara sosyal güvence için, demokratik üniversite için, demokratik lise için sokağa çıkanlar halkın anayasa maddelerini bilinçlere kazıyacak, mücadeleleriyle bir kez daha hatırlatacaklar.
Bu noktada, seçim döneminde (elbette daha sonra da) izlenmesi gereken “halkın siyaseti” de bellidir. AKP’nin geriletilmesi önemli ve doğru bir amaçtır ancak bundan anlaşılması gereken “ana amacın” AKP’nin sayısal çoğunluğun azaltılması değil,
AKP’nin uyguladığı neoliberal politikaların,
AKP’nin izlediği emperyalist işbirlikçisi dış politikaların,
AKP’nin gerici toplum mühendisliği projelerinin ve
AKP’nin yeniden yapılandırmaya çalıştığı kurumsal faşizmin engellenmesidir.