Emekçi kadınların mücadele ve dayanışma günü için kadın panoraması Kadınlar için dayanışma ve mücadele günü olduğundan bu yana 8 Martların üzerinden geçen 100 yıl geride kaldı. Clara Zetkin’in önderliğinde dünyanın dört bir yanından bir araya gelen kadınlar yükselen sınıf mücadelesi paralelinde, kadınların yaşadıkları çok boyutlu sorunların çözümü doğrultusunda belirli bir günün kadınlar için tespit edilmesini […]
Kadınlar için dayanışma ve mücadele günü olduğundan bu yana 8 Martların üzerinden geçen 100 yıl geride kaldı. Clara Zetkin’in önderliğinde dünyanın dört bir yanından bir araya gelen kadınlar yükselen sınıf mücadelesi paralelinde, kadınların yaşadıkları çok boyutlu sorunların çözümü doğrultusunda belirli bir günün kadınlar için tespit edilmesini gerekli görmüşlerdi. Bu açıdan 8 Mart, kadınların kendi yerel düzeydeki panoramalarına bakmaları açısından da bir vesile teşkil etmektedir. Bizim ülkemizde emekçi kadınlar günü bu açıdan da önem taşımaktadır.
8 Mart, 1989 yılından bu yana kadınlar tarafından sistematik olarak sorunların irdelendiği, kadının toplumsal kimlik mücadelesinin yükseltildiği, kutlamaların yapıldığı bir gün haline geldi. Derneklerde, sendikalarda, fabrikalarda, meslek odalarında, üniversitelerde, partilerin, vakıfların kadın komisyonlarında artık her yerde salt kadınlarda değil, toplum genelinde artık bir 8 Mart bilinci iyiden iyiye yer etti. Hatta 8 Mart emekçi kadınların eylem günü olma özelliğini aşarak burjuva, bürokrat kadın çevrelerinde bile kendi varlık hallerine uygun etkinliklerin yapıldığı bir gün haline geldi. Tüm bunlarla birlikte kadının toplumsal açıdan konumu, 8 Mart’a ilişkin bilinci ve kadın sorununa karşı oluşan duyarlılıkla aynı paralelde gelişip güçlenmedi. Buna rağmen kadın sorunlarına karşı duyarlılık ülkemizdeki kadın gerçeğinin boyutlarının ortaya çıkarılmasında önemli bir etmen oldu.
2011’in 8 Martıda nasıl bir kadın gerçeği ile yüz yüze olduğumuza bakmak, kadınların konumunun toplumsal ilişkilerde güçlenmesi ve ya kadının kurtuluşu açısından nelere kafa yormamız gerektiği konusunda bize bir fikir vermesi açısından önemli olsa gerek.
-73 milyon 722 bin Türkiye nüfusunun 36.5 milyonunu kadınlar oluşturuyor.
-Kadın nüfusunun 27 milyonu 15 yaşın üzerinde. Ancak 27 milyonluk bu nüfusun içinde emekli, öğrenci, özürlü, yaşlı olarak çalışmayan 5 milyon kadın olduğundan 22 milyon çalışabilir durumda olan kadınımız var.
-TÜİK’in Ocak ayı rakamlarına göre kadınların 19.5 milyonu eve kapanmış durumdadır. Yani toplumsal üretim ilişkisine dâhil olan kadın sayısı 1/4’den az – %22,7-. Gerçek olan şu ki 1990’dan bu yana kadının istihdam oranı özelleştirmeler, ekonomik kriz nedeniyle hızla düştü. O yıllarda çalışabilir her 100 kadının 32’si çalışabiliyorken günümüzde bu rakam 10 puan geriledi. Ki kriz dönemlerinde işverenlerin birçok alanda ucuz emek gücü olarak kadınları tercih etmesine rağmen.
-Çalışan kadınların %78’i tarım sektöründe çalışmaktadır. Tarım sektöründe çalışan kadınların 1.7 milyonu ücretsiz aile işçisi. Ki kendi tarlasının işini herhangi bir ücrete tabi olmadan yapanları da resmi rakamlar gerçek kadın istihdamı içinde değerlendirmektedir.
-Aile işçisi olarak çalışmanın dışında kadınlarda kayıt dışı çalışma çok yaygın. Buna rağmen tarımda gündelikçi kadın işçilerin ücreti, asgari ücret üzerinden günlük olarak hesaplanıp 25-30 TL arasında yevmiye verilmektedir.
-Çalışan her 100 kadından 58’inin sosyal güvencesi yok.
-Büyük kentlerde gündelik işler denilen temizlik, çocuk, yaşlı ve hasta bakımı gibi özel hizmet alanlarında çalışan kadınların sayısının birkaç yüzbin olduğu tahmin edilmektedir. Bu şekilde çalışan kadınlardan sigortası olanlar isteğe bağlı olarak kendi sigortalarını yaparak emekliliklerine yatırım yapıyorlar.
-100 kadından 14’ü SGK’lı. En çok SGK’lı kadın İstanbul, Ankara ve İzmir’de (%27.8) iken en az kadın çalışanın bulunduğu il %13.2 ile K.Maraş. Bunu %13.7 ile Konya takip etmekte.
-Erkek ve kadın arasındaki gelir farkı da kadın erkek arasındaki eşitsizliği yansıtması bakımından önem taşıyor. Türkiye’de kadınlar yılda 5 bin 300 dolar, erkekler 20 bin 400 dolar kazandırmaktadır.
-Birleşmiş Milletler Dünya Ekonomik Formu’nun son raporuna göre cinsiyet eşitsizliğinde Türkiye 134 ülke arasında 126.sırada.
-Kadınların %19’u erkeklerin %4’ü okur yazar değil. 4 milyon kadın okuma-yazma bilmiyor. Erkeklerin ise 900 bini okur yazar değil.
-Kadınlarda sendikalaşma oranı %10-12 düzeyindedir. 28 işkolunda örgütlü 94 (Mart 2010 rakamı) sendikadaki 493 erkek yöneticiye karşılık kadın yönetici 35. Sendikalı ve sendika yöneticisi kadın sayısı devlet memurları arasında yoğundur. Sendika yöneticisi kadınlar daha çok KESK’te bulunmaktadır. Tek konfederasyon başkanı da yine KESK’in başkanıdır.
-Kadınlar son yıllarda daha çok şiddete maruz kalmaktadır. Her 100 kadından 39’u şiddete maruz kalıyor. Belediyelerin kadın sığınağı açma zorunluluğu olmasına karşın Türkiye’de sadece 52 kadın sığınma evi var.
-Çalışan kadınlar yönetim kademelerinde erkeklerin çok gerisinde. Okullarda erkekler müdür kadınlar öğretmen. 58 bin 835 yöneticiden (müdür-müdür yardımcısı) sadece 5 bin 298’i kadın. Evli kadın kademe ilerleme bazında düşüş gösterirken, evli erkek yükseliş gösteriyor.
Böyle bir tablodan nasıl bir anlam çıkarabiliriz? Anlamı şudur: Ülkemizde kadın toplumsal üretim ve buna bağlı sosyal ilişkilerde etkili bir rol oynamaktan uzak konumda. Üretimde etkili olmayan kadın ekonomik, sosyal her türlü baskı altında ezildiği gibi, cins ayrımcı uygulamaların objektif olarak pekişmesi sonucuyla da daha çok yüz yüze kalmaktadır. Hem Kadının toplumsal açıdan gelişip güçlenmesi kuşkusuz toplumsal üretime dahil olmasıyla olanaklıdır. Eve kapatılan, tesettür ambalajına sokulan, üç çocuk doğruma misyonu biçilen kadının kendine cinsiyet eşitliği statüsünü sağlayacak gücü kullanması gerekmektedir. Kadınlar eve kapandığı için yoksuldur; kadınlar eve kapandığı için pozitif ayrımcılığa itilmiştir, kadınlar eve kapandığı için mücadelenin ivmesi daha geride kalmıştır. Mustafa Sönmez hocanın 15 Temmuz 2009 tarihli Cumhuriyet gazetesi köşesindeki sesine kulak verecek olursak: “Kadınların, bu çift katlı adaletsizliğe iki kez diş bilemesi, kendini iki kat daha fazla alacaklı hissetmesi gerekir. Kadının bu düzenden, iki kat daha fazla hesap sorma hakkı var. Ummak istiyorum ki, kadını iki kat sömüren neo-liberal-gericiliğe karşı, boş tencereleri, çığlıkları, pankartlarıyla sokağa ilk inenler, erkeklerden önce, kadınlar olsun”