Tunuslu işçilerin ve gençliğin olağanüstü devrimci hareketi tüm dünya için örnek oluşturuyor ve bir ilham kaynağı. Bir haftayı aşkın bir süredir, Tunus, destansı boyutlarda bir devrimi yaşamakta. Tunus’daki kitlesel ayaklanma, halkın, nefret ettiği diktatör Zine al-Abidine Ben Ali’yi, 23 yıllık iktidarından sonra, alaşağı etmesiyle sonuçlandı. İsyanı, hükümet dahil herkes şaşkınlıkla karşıladı. The Economist, 6 Ocak’da, […]
Tunuslu işçilerin ve gençliğin olağanüstü devrimci hareketi tüm dünya için örnek oluşturuyor ve bir ilham kaynağı. Bir haftayı aşkın bir süredir, Tunus, destansı boyutlarda bir devrimi yaşamakta. Tunus’daki kitlesel ayaklanma, halkın, nefret ettiği diktatör Zine al-Abidine Ben Ali’yi, 23 yıllık iktidarından sonra, alaşağı etmesiyle sonuçlandı.
İsyanı, hükümet dahil herkes şaşkınlıkla karşıladı. The Economist, 6 Ocak’da, güvenli bir şekilde: “Tunus’un dertleri, ne 74 yaşındaki başkanı yerinden edecek, ne de onun otokrasi yönetim modelini sarsacak gibi görünmüyor.”diyordu. Aslında demirden bir yumrukla yönetiliyor olsa da, bu Kuzey Afrika ülkesi, bir istikrar cenneti ve görece refah içinde bir ülke olarak görülüyordu.. Yabancı yatırımcılar için, Tunus, güvenli ve ucuz emek kaynağı bir bölge olmuştu. Turistler içinse, güneşlenip yaşamın tadının çıkarılacağı bir yer.
Açık mavi gökyüzünde birdenbire çakan bir şimşek gibi görünen şey, gerçekte, onyıllardır içten içe oluşmaktaydı. Bu şimşek, bir bakıma, ekonomik durumun en ciddî etkisini gösterdiği toplumsal statünün en alt kademelerindeki insanların daha da kötüleşen koşullarını yansıtmaktaydı. Ama bu daha az görünür olan fakat daha önemli bir başka bir şeyi daha yansıtıyordu.. Devrim oluşumu yalnızca yoksullukla açıklanamaz, çünkü kitleler her zaman yoksulluktan çekmişlerdi. Bu, binlerce sayıda küçük haksızlığın birikerek, bir patlamanın kaçınılmaz olduğu o kritik noktaya ulaşmasını içeren diyalektik bir süreçtir. Toplum bu noktaya geldiğinde, patlamayı, herhangi bir toplumsal kaza tetikleyebilir.
Bu olayda genel yangını ateşleyen kıvılcımı oluşturan şey, Sidi Bouzid şehrindeki işportacı bir meyve satıcısının kendini ateşe vermesiydi. Kendini yakan Muhammed Bouazizi adlı genç adam, aslında, diğer pekçokları gibi, uygun bir iş bulamayan bir üniversite mezunuydu. Meyve ve sebze işportacılığı yaparak, dişiyle tırnağıyla yaşamını kazanmaya çalışıyordu. Polisin izinsiz satmasına engel olmasıyla, o bile elinden alındı. Çaresizlik içinde, hayatına dramatik bir yolla son verme kararı aldı. Birkaç hafta sonra da öldü. Bu olay, Tunus’un kitlesel gösterilerle dalgalanmasına yol açtı ve yaygın isyanı tetikledi.
Gıda ve diğer temel eşyaların fiyatlarında artışlar, oranı gittikçe büyüyen işsizlik, ve özgürlüğün olmaması, isyanların büyüyerek ülke çapında yayılmasına neden oldu. Ajitasyonu başlatan yoksul halka, binlerce öğrenci ve işçi de katıldı ve kitleler, rejime duydukları nefreti haykırmak için sokaklara döküldü. Denkleme yeni katılan bir öğe ise, iş bulma umutlarını yitirmiş, eğitimli gençlerden oluşan büyük hacımlı bir katmandı. Milyonlarca kişinin televizyona ve internete ulaşma olanağı bulduğu, kitlelerin zenginlerin sürdüğü yaşam biçiminin ayırdında olduğu bir düzende, insanları öğütüp geçen yoksulluktan ve işsizlikten kurtulmanın olanaksızlığı, artarak katlanılamaz bir hal almaktadır.
Ben Ali ve Trabelsi kabilesi; yolsuzluk, neden oldukları muazzam eşitsizlik ve uyguladıkları politik baskılarla anılıyorlardı. Yolsuzlukları, Wikileaks belgelerinde de açıklandığı gibi, ABD büyükelçisini bile öfkelendirecek boyuttaydı. Dayanılmaz yaşam koşullarını, işsizliği ve yaşam pahalılığını protesto etmek üzere başlayan kitle hareketi, hızla politik bir nitelik kazandı. Protestoların hedefi tek bir sloganla özetlenebilir: Ben Ali defol!
Ateş bir kere yakılmıştı ve söndürmek olanaksızdı. Ülkeyi; işsizliğe, gıda maddeleri fiyatlarının artışına, ve yolsuzluğa karşı düzenlenen sürekli gösterilerle, dalga dalga kargaşa kaplamıştı. Yüksek sayıda üniversite mezunu işsizler, özgürlüklerin olmayışından dolayı duyulan öfke, yönetici sınıfın aşırılıkları, ve polis zorbalığına karşı duyulan kızgınlık, hepsi birden, halkın durdurulamaz öfke dalgasının kıvılcımını ateşlemişti.
Baskıdan ödüne
Çatışmalar, 8-9 Ocak hafta sonunda daha ölümcül bir hal aldı ve başkent Tunus’a kadar yayıldı. Sokaklardaki isyan etkisiyle sarsılan rejim, kendini kurtarmak için baskı ve ödünlerden oluşan bir taktiğe sarıldı. Her zamanki gibi müracaat edilecek ilk önlemler; mermiler, göz-yaşı bombaları ve coplardı. Polis saldırısındaki vahşet, batının pişmiş gazetecilerini bile şoke etti. Bu kanlı çatışmalarda kaç kişinin yaşamını yitirdiğini söylemek zor, ancak insan hakları örgütlerine göre en az 60 kişi öldürüldü.
Bir hafta sonra, hükümetin uyguladığı tüm bu saldırı metodlarının işe yaramadığı açıklık kazandı. Polisiye uygulamalar, tam tersine, ancak yangının üstüne daha çok petrol dökülmesini sağlamıştı. Tüm halk bir kez ayağa kalkıp “hayır” deyince, karşısında hiçbir devlet, hiçbir ordu veya polis gücünün duramayacağı anlaşılmıştı.
Kitleler korkularından bir kez arınmaya görsün, uyguladığı saldırılarla karşılarında duran hiçbir diktatörlük rejimi ellerinden kurtulamaz.
Devlet başkanının ilk savunması, polisin aşırı-güç kullandığını inkâr etmek şeklinde oldu. Ona göre, polis yalnızca, kamu malını bir avuç “terörist”e karşı korumaktaydı. Bu açıklama, protestocuları yatıştırma konusunda hiç de etkili olmadı. Gençleri evlerinde, sokaktan uzakta tutmak için bir emirle tüm üniversiteler ve okullar kapatıldı. Bu taktik de başarısız oldu. Rejimi gözlerinin önünde un ufak olurken, gerçek, başkanın kalın kafasına yavaş yavaş da olsa nüfuz etmeye başladı.
Başkan, 12 Ocak’ta, içişleri bakanını görevden aldı ve isyanlar sırasında gözaltına alınanların tümünün salıverilmesi talimatını verdi. “Yolsuzlukları araştırma”sı için bir de özel komite kurdurdu. Bu, Şeytan’ın, şeytan başı İblis hakkında inceleme başlatması gibi bir şeydi. Aynı zamanda, işsizlik sorununu, 300,000 yeni isdihdam olanağı yaratarak temelden çözme vaadinde bulundu. Fakat bunlara rağmen, kargaşa sürdü ve gece sokağa çıkma yasağına rağmen, 13 Ocak’ta merkeze, başkente, ulaştı.
İsyan bu noktaya gelince, Ben Ali, gıda maddelerinin artan fiyatları sorununu çözeceğine, basın ve internet özgürlüğünü tanıyacağına, ve “demokrasiyi derinleştirip, çoğulculuğu yeniden hayata geçireceğine” dair söz verdi. 2014’de tekrar başa geçmesini sağlamak üzere anayasada değişiklikler yapmayacağı sözünü de verdi. Kendisini korumak için son bir atak daha yaptı ve televizyona çıkarak, polisin göstericilere ateş açmasına izin verilmeyeceğinden ve bir dizi reform vaadiyle beraber, halka tanıyacağı ayrıcalıklardan bahsetti. Artık tasarrufunda olmayan şeyleri ihsan etmek kolay olsa gerek.
Başkan, ancak polisin uyguladığı katliam daha ileri boyutlara ulaştığında, ve askerin, hâttâ en üst rütbeli askerlerin bile bu duruma başkaldıracağı aşikâr hale geldiğinde, polise silah kullanmayı durdurması emrini verdi. Fransızca bir internet sitesi, Tunus ordusunda büyümekte olan huzursuzluğa ve polisle ordu arasındaki ayrışmaya vurgu yapıyor: “Bu hafta başlarındaki yeni ve önemli bir gelişme, ordunun bir kısmının rejimle arasına mesafe koyması oldu. Pekçok tanığın belirttiği gibi, Pazartesi günü, Kasserine mahkemesi önünde bir düzine asker, içerdeki olası bir karmaşayı önlemek ve avukatları korumak amacıyla nöbet tuttu.
Ordu ve halk arasında dostlukların kurulduğu ve bazı durumlarda Ordu’nun göstericileri polis güçlerine karşı koruduğu haberleri rapor edilmektedir. Askerlerin başkent sokaklarından çektirilip yerine polisin getirilmesinin nedeni de budur. Kitle gösterisi başkanlık saray
ına ulaştığında halk ve askerlerin kucaklaşmaları da, görülmesi gereken bir olaydı.
Binlerce kişinin, rejimin sembolü konumundaki içişleri bakanlığı önünde toplandığı Cuma günü, protestolar doruğuna ulaşmıştı. Pekçok kişi bakanlığın çatısına tırmandı. Polis yaylım ateşi açtı ve göz-yaşı gazı bombalarıyla saldırdı ancak bir yararı olmadı. Sokaklara dökülmüş kitleler güçlerinin bilincine varmıştı ve Başkan’ın mesajını, doğru bir şekilde, onun zayıflığının belirtisi olarak gördü ve yorumladılar. Her yerde: “Bin Ali defol!” sloganı atılıyordu. Ben Ali zaten 2014’de gitme sözü vermişti. Fakat bu hesabı kendisi için biraz iyimser bir hesaptı. Sokaktaki halk, onun derhal çekilmesinde israr etti ve bu hedefine de ulaştı.
Eski konuma düşmüş başkan, ahlâksızca bir aceleyle hükümetini ve parlamentoyu dağıttı, pılısını pırtısını topladı ve en yakın hava alanına kendisini attı. Bay Ben Ali ve ailesi Tunus’u terk etti ve şimdi sığınacak bir yer arıyor. Söylemesi kolaydır. Yaşamın acı gerçeği ki, bir kişi zengin ve başarılıysa pek çok dostu bulunabiliyor; başarısızlığa düştüğünde ise bütün kapılar yüzüne kapanmış oluyor.
Başkan Sarkozy, eski dostunun uçağının Fransa’ya inmesi talebini nazik ama kesin bir dille reddetti. En son gelen haberler, Suudi Arabistan’da Jeddah’a inmiş olduğu yolunda. Burada, çok uzak olmayan bir gelecekte kendilerini de benzer bir kaderin beklediğini düşünmeye başlaması büyük olasılık olan Suud Ailesi üyeleri tarafından, daha cana yakın bir şekilde karşılanacağı kesin.
Başkanın ülkeyi alelacele terketmesi, idarenin en üst seviyesinde; sahne arkasında endişeli bir şekilde ipleri çekmeye hazırlanan Washington’un müdahalesinin ön plâna geçeceği bir manevra alanı yarattı. İlk adım olarak, Cuma günü öğleden sonra, Başbakan Muhammed Gannuçi televizyonda halka seslendiği konuşmasında, kendisinin geçici başkan olarak idareyi devraldığını ve olağanüstü hal ilân edildiğini duyurdu.
Askerler daha şimdiden, her yerde hâzır ve nâzır Ben Ali’nin, tüm ülkedeki reklâm panolarında ve kamu binaları duvarlarında asılı bulunan fotoğraflarını indirmeye başlamışlardı bile. İdareciler, otoriter yönetimin görünürdeki işaretlerini ortadan kaldırmakla, kitlelerin tatmin olup evlerine döneceklerini umut etmişti. Bu, eskiden de yönetici olan aynı insanların, yönetimin tüm araçlarını şimdi gene ellerinde tutarken, halka, bir şeylerin değiştiği imajını vermelerinden başka bir şey değildi.
Bu insanların anlamlı politik reformlar hayata geçirmelerini ve özgür ve adil seçimler düzenlemelerini beklemek, aptallığın en üst düzeyi olurdu. Muhammed Gannuçi, eski rejimin başındaki etkin yöneticilerden biriydi ve kendisi Ben Ali’nin adamıdır. Şimdiki karmaşaya yol açan ekonomi politikaların mimarıdır. Kurulduğundan beri eski rejimin tam merkezinde yer almıştır. Kendisine, halkın çıkarı doğrultusunda hareket edeceğine dair, hiçbir güven duyulmamaktadır. Demokrasi ve anayasal idare konularında hoşa giden şeyler söylese de, ordu ve güvenlik güçlerinin zoruyla olağanüstü hal ilân etmiştir.
Bu, yalnızca, ordunun ve rejim elitlerinin, protestoları bastırmak ve sonra da pençelerini yönetim üzerine yeniden geçirmek için uyguladıkları gizli bir oyun. Sahte “demokrasi” görünümü ardındaki gerçek amaç, üçten fazla kişinin biraraya gelmesini yasaklayan ve tüm gece boyunca sokağa çıkma yasağı dayatan olağanüstü hal hükmünün sürdürülmesi. Güvenlik güçleri; bu emirleri ihlâl eden herkese ateş açma yetkisiyle donatılmışlardır.
Emperyalistlerin ikiyüzlülüğü
Bütün bu olanlar, Washington, Paris ve Londra’da alarm zillerini harekete geçirdi. Emperyalistler, kendilerinin etkisi olmadan gelişen ve kontrol etme güçlerinin bulunmadığı olayların gelişiminden dolayı şoktalardı. Devrimler; sınırlara, özellikle de emperyalistlerin geçmişte Mağreb’in canlı varlığını ikiye bölmek için kurdukları yapay sınırlara hiç de hoşgörüyle bakmazlar.
Kuzey Afrika ve Orta Doğu; ABD ve AB’nin, özellikle de Fransa’nın ekonomik ve stratejik çıkarlarını sağladığı bölgeler. BBC’nin Arap meseleleri analizi konusunda uzman bir elemanı, Magdi Abdelhadi, şunları söylemiştir: “Bay Ben Ali’nin iktidardan düşmesi, tüm Kuzey Afrika ve daha geniş olan Arap dünyası ülkelerinde hakim olan sömürge-sonrası düzenlerin hepsinin birden çatırdamasına neden olabilir.” Bu ifade çok doğru ve tam da meselenin özünü oluşturuyor.
Ve şimdi kitleler, kahramanca bir ayaklanma ile eski gaddar hükümdarı devirince, batılı hükümetler, Tunus’a acil demokrasi çağrısı yaptıkları yarışta neredeyse birbirlerini ezecekler. Başkan Sarkozy, eskiden hâmîsi olduğu ülke, Tunus’un vatandaşlarının yanında olduğunu beyan etmiştir. Nicolas Sarkozy, alaycılığını bir sanat şekline dönüştürmüştür. İkiyüzlülük için bir Nobel ödülü konmuş olsaydı, hiç kuşku yok, Sarkozy bu ödülü alırdı.
Tunus’u ziyaret ettiği 28 Nisan 2008 tarihindeki konuşmasında, Sarkozy: “Ülkenizin, insan hakları ve temel özgürlükleri teşvik konusunda dünya çapında gösterdiği performans büyüktür…” beyanında bulunmuştur. Birkaç ay sonra, 2008’in sonlarına doğru da, IMF İdarî İşler Direktör’ü Dominique Strauss Kahn, Tunus başkenti Tunus şehrinde, Ben Ali rejiminin, “kalkınmakta olan pek çok ülke için en iyi modeli oluşturduğunu” söylemine eklemiştir.
Bu adamlar hiçbir şeyden haberleri olmadığını iddia edemezler. Onyıllar boyunca Tunus’daki insan hakları ihlâlleri sayısız şiddet olaylarına yol açtı. Fakat bu, 2009’da düzenlenen sahte “yeniden seçilmesi” iş başına gelen Ben Ali’yi ilk kutlayan birkaç Devlet Başkanı’nın arasında Fransa Devlet Başkanı olmasını önlemedi. Şimdi aynı adam, yüzü kızarmadan, “İçinde bulunduğumuz krizin demokratik ve uzun süreli çözümüne giden tek yol diyalogdur,” diyebiliyor.
Kurnazca söylenmiş bu sözler, dikkat etmeyenler için tuzak işlevi görebilir. Devrimci kitlelere mücadeleyi durdurmaları ve onun yerine dostça diyaloğa girmeleri öneriliyor. Diyalog, ama kiminle? Kitleleri onyıllarca yağmalamış ve baskı altında tutmuş aynı adamlarla mı diyalog? Elleri insanların kanıyla kirlenmiş cellâtlarla mı diyalog? Bu sözde dostça öneriyi teklif eden kim? Kitleler tarafından devrildiği ana kadar cellâtları bütün gücüyle destekleyen aynı adam. Tunus halkının isyanı süresince Sarkozy sessiz kaldı, ancak Fransa hükümeti diktatçrlüğü kurtarmakla meşguldü.
Ordu silahsız halka karşı gerçek mermilerle ateş etmiştir ancak Fransız hükümet sözcüsü Francois Baroin, isyan sırasında uygulanan sıkı önlemleri kınamanın, “müdahale etmek” anlamına gelebileceği görüşünü dile getirmiştir. Politik demokratik rejimlerle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan birçok Afrika ülkesinde Fransız ordusunun sürekli varlığı, birinci dereceden müdahale anlamına gelmiyormuş gibi?
Fransa Tarım Bakanı Bruno Lemaire, Tunus diktatörünü gayet açık bir şekilde savunuyordu: Ben Ali “her zaman yanlış anlaşılmış biridir”, “ama çok şeyler yapmıştır,” diyordu. “Şeyler” demekle neyi kasdettiğini bilmiyoruz. Bunların iyi şeyler miydi yoksa kötü şeyler mi olduğunu da bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, Fransa Dışişleri Bakanı Alliot-Marie’nin, meslektaşından daha da ileri giderek, Ben Ali’ye Tunus güvenlik güçlerine “kendi güvenlik güçlerinin bilgilerini aktarmayı” teklif etmesidir. Böylece, Paris’te oturan “demokratlar”, Fransa’nın 73 yıl boyunca sömürdüğü bir ülkenin vatandaşlarına şiddet uygulamas
ı için, aynı ülkenin diktatör rejimine yardım etmeye kalkışmış oluyorlar. Alışkanlıklardan kurtulmak zordur.
Silahsız kalabalıklara ateş açılmasından üç gün sonra François Fillon, “orantısız güç uygulandığından dolayı” “üzüntü” duyduğunu belirterek, kurbanları ve failleri aynı kefeye koyduğunu göstermiştir. Fillon, alışıldık aldatma yolunu izleyerek, tüm taraflara kısıtlamalara uyması ve diyalog yolunu tutması için çağrı yapmıştır. Fakat hiçkimse, gördüğü her şeyi vuran polisle “diyalog yolunun tutulmasının” nasıl olanak dahilinde olacağına dair bir açıklamada bulunmamıştır.
Şimdi oyun bitti ve tüm bu “demokratlar”, Tunus halkına önerilerde bulunmak için yarışta. Öneriler yalnızca Paris’ten de gelmiyor. Barack Obama da, bütün cana yakınlığıyla, “barışçıl bir yolla fikirlerini dile getiren” Tunuslulara yöneltilen şiddeti kınadı. Ancak Wickileak açıklamalarından da tanıdığımız bu aynı adam, Tunus’daki yozlaşmış ve baskıcı rejim uygulamaları hakkında bütün gerçekleri bildiği halde bu konuda kesinlikle hiçbir şey yapmamıştır.
Şimdi Obama, “Tunus halkının cesaret ve onurunu takdir ediyorum” demekte ve hemen eklemektedir, “tüm tarafları soğukkanlı olmaya ve şiddetten kaçınmaya ve Tunus hükümetini, insan haklarına saygılı olmaya, Tunus halkının gerçek irade ve isteklerini yansıtacak olan özgür ve adil seçimleri yakın gelecekte, bir an önce gündeme almaya çağırıyorum.”
Aynı nakarat egemen Batı’lı güçlerin hepsi tarafından söyleniyor. Bu, gayet sakinleştirici bir ninni, ve tüm ninniler gibi söylenmesinin amacı kitleleri uykuya geri göndermek. Kitleler sakin olmaya ve “şiddetten kaçınmaya” çağrılıyor. Kitlelerden bütün istenen, sessizce evlerine dönmeleri, “sakin olmaları” ve hepsinden öte “şiddetten kaçınmaları”. Garip değil mi, kitlelerden istenen her zaman sakin ve sessiz kalmaları ve “şiddetten kaçınmaları” olurken; zengin ve güçlü, şiddet olgusu üzerinde sürekli bir tekel oluşturuyor ve bu tekeli, güç ve ayrıcalıklarını savunmada kullanıyor?
Polisin mermisine ve copuna yiğitçe karşı koymak zorunda kalan; yoldaşlarının, arkadaşlarının, yakınlarının zalimce dövülmesine, tekmelenmesine, göz-yaşartıcı gaza maruz kalıp gözaltına alınmasına, hunharca işkence görmesine ve öldürülmesine şahit olmak zorunda kalan, hep halk olmuştur. Hâttâ, halkın sevdiklerinin parçalanmış cesetlerine ulaşması bile engellenmiştir. Şimdi de, kaderlerini, bir avuç hırsız çetesinin belirlemesine izin verilmesi uğruna; halk, sessiz olmasını, “şiddetten kaçınmasını” ve daha da öte sokakları terketmesini, hareket etmemesini ve evlerine geri dönmesini sağlamak üzere öğüt üstüne öğüt dinlemek zorunda kalıyor. Bu çok tatsız bir şaka!
İsyan yayılıyor
Tunus ve komşusu Cezayir’de patlak veren kitlesel hoşnutsuzluk, Kuzey Afrika ve daha geniş Arap dünyasının otoriter liderleri için bir kâbus oluşturuyor. Kuzey Afrika ve Orta Doğu’nun yozlaşmış ve gerici rejimleri tir tir titremekte. Bu rejimler; Tunus’ta kitlelerin sergilediği örneğin, yarın, aynı problemlerin mevcut olduğu diğer ülkelerin emekçi ve köylü halkı tarafından da uygulanacağı korkusu içinde. Tunus’daki isyan bu yüzden birkaç gün içinde, şeker, süt ve un fiyatlarındaki yükselme nedeniyle komşu Cezayir’e de sıçradı ve en az beş kişinin ölümüyle sonuçlandı.
El Cezire televizyonu, Cezayir’de, gençlerin, “bize şeker verin” sloganları attığını, ve göstericilerin, Ocak ayının ilk haftasında yüzde 20-30 arasında artan gıda maddeleri fiyatlarını protesto etmek amacıyla mağazalardan çuvallarla un çaldıklarını rapor etmektedir. Cezayir hükümeti, protestocuları sakin olmaya çağırarak, gıda maliyetini düşürmek için gümrüklerde ve vergilerde acil azaltmalara gittiğini ve şimdi gıda fiyatları artışından dolayı ulus çapında görülen isyanlara çare bulmak için bu konuları ele alacağını beyan etti.
Savunma-komitesi üyeleri
Birçok Cezayir şehrinde görülen isyanlar, hükmetin, vatandaşlarını, artan hayat pahalılığından korumak için gerekeni yapacağı sözü vermesinden sonra yatıştı. Libya, Fas ve Ürdün hükümetleri de, temel gıda fiyatlarını düşürmek amaçlı programlar gündeme getirdiklerini ilân ettiler. Ancak Cezayir’deki durum istikrarsızlığını koruyor. Cezayir’in güneyindeki Berber bölgesinde (Kabilia), tüm 2001 yılı boyunca görülen isyan hareketlerini anımsayalım. Fas’da da Kral Hasan’ın gerici rejimi oldukça istikrarsız ve Tunus’daki durumla pek çok benzerlikleri var.
Ben Ali’nin devrilmesinden hemen önce, Ash-Sharq al -Awsat gazetesinde köşe yazarı olan Abdelrahman al Rashed, şöyle yazıyordu: “protestoyu ve sivil itaatsizliği önleyen tek etmen psikolojik olandır.” Hem Ben Ali’nin devrilmesi hem de Cezayir’de fiyat artışlarına duyulan öfkeyi susturma çabaları, bölge genelindeki yaygın hoşnutsuzluğu uzun süreden beri kontrol altında tutan korkuyu parçaladı. Uydu haberleri ve toplumsal medya, diktatörlük-yandaşı taktiklerini bir tarafa bırakırsa; izole edilmiş haldeki mahrumiyet bölgeleri gençliğinin öfkesini, derhal, birbiriyle kaynaşmış yaygın bir kitle hareketine dönüştürebilir.
İsyanın ateşi diğer Arap ülkelerine de yayılıyor. Tunus’daki devrimci hareket; yüksek işsizlik oranlarının, patlamaya hazır genç nüfusun, fırlamış enflasyonun ve zengin ve yoksul arasındaki gittikçe açılan uçurumun tetiklediği ateşle beslenen tüm Orta Doğu’da; bölgesel uydu televizyonu kanalları ve Internet yoluyla yakından izleniyor.
Cezayir, Tunus’un kapı komşusu fakat Amman, Tunus şehrinden 1,500 mil (2,500 km) uzakta. Ancak protestocuların öfkesinin nedeni ve protestocuların hükümetin istifasını isteme talepleri burada da aynı. Ürdün Kralı II. Abdullah da, bastığı yerin, ayakları altında sallandığını hissedip, bazı gıda maddeleri ve yakıtlar üzerindeki vergileri azaltarak, fiyatların düşürülmesi emrini verdi.7 milyon nüfuslu ülkede çok sayıdaki yoksulun tek besin kaynağı olan ekmek fiyatlarını sübvanse etmek üzere, daha şimdiden, 2011 bütçesinden Ürdün hükümeti 141 milyon Pound ayırdı. Bu para aynı zamanda, yakıt fiyatlarını düşürmek ve isdihdam yaratmak için de kullanılacak. Ancak, bu para, bütün bunlar için çok az, ve de önlem almak için çok geç kalındı.
El Cezire televizyonuna göre, göstericiler, ellerinde, “Ürdün yalnızca zenginlerin değildir. Ekmeğimiz kırmızı çizgimizdir. Açlığımızdan ve öfkemizden korkun,” yazılı pankartlar taşıyorlardı. Arap dünyasının diğer bir kısmında, başka bir Kuzey Afrika ülkesi olan Tunus’taki Devlet Başkan’ının, haftalar süren şiddetli gösteriler sonucu ülkeyi terk ettiği aynı günde; Ürdün’de düzenlenen “şiddet gününde” 5,000’den fazla insan, Ürdün çapında protesto gösterilerine katıldı.
Ürdün Üniversitesi öğrencileri ve Baas parti destekçileri de; Irbid, Karak, Salt ve Mann şehirlerinde yürüyüşler yaparak, başbakan Samir Rifai’nin görevden alınmasını talep ettiler. Resmî raporlar, polisin göstericiler etrafında çember oluşturup onları başarıyla kontrol altına aldığını ve hiçbir gözaltı olayının olmadığını bildirdi. Böylece, Tunus’ta olanlara tanık olan Ürdün otoriteleri, protestoların, kanlı çatışmaların tetiklemesiyle, devrimle sonuçlanabileceğini fark etmiş oldular.
Ürdün internet sitesi Amman News, haberinde; “şiddet günü” adı verilen protestolar gününde, protestocuların, “Birleşmiş sınıf, birleşmiş hükümet kanımızı içti” sloganları atarak, pankartlarının yanında bunlara ek olarak birer tane de ekm
ek taşıdıklarını duyurdu. Karak eski belediye başkanı Tevfik al-Batuş, Reuters haber ajansına, “Biz, hükümetin politikalarını protesto ediyoruz. Ürdün halkını isyana götüren, yüksek fiyatlar ve üst üste binen vergilerdir,” demiştir.
Reuters haber ajansının, 15 Ocak, 2011’de geçtiği A Report by Tom Pfeiffer haberinde şu çok ilginç alıntıya yer verilmiştir: Mısır’da bir restoran işletmecisi olan ve soyadını vermek istemeyen Imane, “Bu isyanlar her yerde patlayabilir” demektedir, “bu günlerde izlediğimiz uydu ve internet görüntüleri; normalde boyun eğdirilmiş olan insanların; diğer bazı insanların, istediklerini alabildikleri örnekleri görmeleri olanağını sağlıyor.”
23 yaşında Lübnanlı bir öğrenci olan Kemal Mohsen, “dünyanın bu kısmında böyle şeylere alışık değiliz” diyor, “insanların ‘ne yapabiliriz?’ sorusunu tekrarlayıp durduğu bir bölgede, bütün bu olanlar, hayallerin gerçekleşmesinden öte bir şey.”
Lübnanlı öğrenci Mohsen, “Tüm Arap dünyasının gençleri, sokağa çıkmalı ve aynı şeyi yapmalı. Haklarımızı almanın zamanı,” demekte ve eklemektedir “Arap yöneticiler çok korkmuş olmalılar çünkü halklarına sunacakları korkudan başka bir şeyleri yok. Tunuslular kazandığında halkın korkusu kırılcak ve ondan sonra olacaklar da bulaşıcıdır ve her yere sirayet eder. Bu yalnızca zaman meselesidir.”
Tüm Arap dünyası içinde en önemli addedilebilecek ülke, güçlü bir emekçi sınıfa sahip Mısır’dır. Mısır’ın geleceğinden duyulan kaygı, Lübnan gazetesi Daily Star’da şu şekilde belirtilmiş:
“Bölge çapında devrim bekleyen birisi, yüzünü, 79 milyon nüfusu besleyen gıda maddelerinin yarısını ithal eden ve yüzde 10 üzerinde bir enflasyonla mücadele eden, Mısır’a döndürmelidir.
“Büyük, kitlesel güvenlik gücü aygıtı sayesinde Mısır’ın sokak protestolarını bastırma becerisi yüksek,ve ana muhalefeti oluşturan Müslüman Kardeşler’in resmî politika dışına itilmesi sonucu, devlete meydan okuyan en büyük tehlike Nil Delta’sı endüstri kuşağındaki fabrika grevleri kalmıştır.
“Mısır’daki kritik öneme haiz başlıca konuyu oluşturan ve politik bir değişime çağrı yapan internet temelli kampanyanın sesi, konuşup durmaktan, orta sınıflardan sızıp sokaklardaki yoksul halka ulaşamamıştır.
“Londra’daki University of London’da, Orta Doğu uzmanı olan Laleh Khalili, ‘Mısır’da ekonomik mücadele ile politik mücadele birbirinden ayrılmıştır. Grevler sürmekte fakat hiçbiri kamusal alana geçemiyor,’ demektedir.
“Bu durumun değişmesi, ancak; gıda fiyatları enflasyonu konusunda halkın duyduğu hoşnutsuzluk; politik ve ekonomik durgunluk, fırsatların ve özgürlüklerin bulunmaması gerçeğinin yol açtığı daha geniş rahatsızlıkla birleştiğinde, olanak dahilindedir”
Uluslararası Para Fonu (IMF)’ye göre, şimdi zaten çok yüksek olan işsizlik oranı, 2020 yılına kadar bölgede yaklaşık 100 milyon yeni iş yaratılmasını gerektiriyor. Ancak, gıda malları ithalatının ve yakıtın gittikçe artan maliyetlerinin, özellikle de büyük petrol rezervlerine sahip olmayan ülkelerin bütçelerini zorladığı bir durumda bu olanaksız gibi görünüyor.
Bir internet bloğunda, ABD Dış İlişkiler Konseyi üyesi Robert Cook, ” ‘Arap devletleri her şeye rağmen gemisini kurtarır’ tartışmasının yol açtığı rahatlık, tehlike yaratabilir. İsyanlar sonrası girilen durum, [Mısır Devlet Başkanı Hüsnü] Mübarek’in veya Orta Doğu bölgesindeki güçlü diğer bir adamın son günleri olmayabilir. Fakat bölgede kesinlikle birşeyler değişiyor” saptamasında bulunuyor.
Devrimci bir görüşe gereksinim
Burjuva siyaset uzmanları, Tunus örneğinin, muhalefet hareketlerinin çok cılız olduğu gerekçesiyle Rabat’tan Riyad’a kadar yayılıp baskıcı hükümetleri yıkamayacağı konusunda kendilerini rahatlatıyorlar. Ancak bu, konuyu anlamamaktır.
Tunus’daki ayaklanma orada da zayıf ve morali bozuk olan muhalefet tarafından örgütlenmedi ki. Ayaklanmalar kitlelerin kendiliğinden hareketlenmesiyle oluştu ve tam da “sorumlu” reformist örgütlerin bulunmaması ve bu ayaklanmaları güvenli kanallara yönlendiremedikleri için durdurulamadı. Reformist kitle örgütlerinin zayıflığı ya da olmaması baskıcı rejimlerin gücünü değil, tam tersine zayıflığını gösterir. Kitleler bir harekete başladı mı, yokuş aşağı, frenleri olmadan giden bir araca benzer.
İran durumunda da belirttiğimiz gibi, hareketin kendiliğinden karakteri onun aynı zamanda hem gücü hem de zayıflığıdır. Tunus’da kitleler yolsuz ve çürümüş bir rejimi yıkacak kadar güçlüydü. Ama asıl soru: Peki şimdi ne olacak?
PTT UGTT’nin bir kolunun liderlerinden olan Nizar Amami, Pazartesi öğleyin Tunus’daki Medipart’taki konuşmasında, “Bizim büyük sorunumuz siyasi bir görüşümüzün olmamasıdır” dedi. “Bir parti oluşmadı. Demokratik Gelişim Partisi (DPP, kanuni muhalefet partisi) çok zayıf. UGTT slogan atmak, dayanışma eylemleri yapmak vb. gibi şeyleri yaparak muhalefetin yerini aldı…ama siyasi bir projeye gelince… Gene de rejim yerinden oynatılmıştır, bu ise daha önce görülmemiş bir şeydir.”
Emma Murphy, Durham Üniversitesi Hükümet ve Uluslararası İlişkiler Okulu’nda profesördür ve bir Tunus uzmanıdır. BBC’nin sorularını yanıtlıyor:
“Kanuni muhalefet Tunus halkına daha fazla bir şey verebilecek midir?”
Yanıtı şöyle olmuştur:
“Büyük olasılıkla hayır. Ama eğer demokrasi gelecekse önderlik konseyinin seçimlerden çok önce siyasi parti sisteminde, seçim sisteminde, örgütlenme özgürlüğü, toplumsal haklar ve basın özgürlüğü konularında büyük reformlar yapılacağı konusunda işaretler göstermesi gerekmektedir.
“Sıkıyönetimin çabucak kaldırılması ve yolsuzluk komitesinin birkaç gün önce açıkladığı Bin Ali ve Trabelsi kabilelerinin yaptıklarının ele alınacağına dair açık bir işaret Tunusluları, bari bu kez, anayasal bir idare vaadinin yerine geleceğine, bu kez ulusal birliğin bir anlamı olacağına, ve de ordunun kararlılığı sağlayacağına ve baskıcı idarenin savunmasına geçmeyeceğine inandırmakta çok yararlı olur.”
Çok emin olarak söyleyebiliriz ki, gelecek birkaç hafta ya da aylarda “demokrasi dostu” bir sürü Tunus’un başına peydahlanacaktır: “bağımsız” sendikacıların temsilcileri, bavulları dolarlarla dolu olarak, düzinelerle takım elbiseli adam, ABD’den, AB’den, STK’lardan “Sosyalist” Enternasyonalden, Friedrich Ebert Vakfından ve öteki “saygın” CIA cephelerinden gelecek ve (onların önerilerini dinlemek isteyenlere) öneri ve materyal kaynaklar sağlayacaklardır. Bu insanların amaçları tek kelimeyle açıklanabilir, nizamı tekrar geri getirmek.
Nizam çeşitli araçlarla geri getirilebilir. Karşı devrim diktatöryel bir maskeyle olduğu kadar demokratik bir maskeyle de yapılabilir. Bin Ali’nin cop ve kurşunla yapamadığını ondan sonra gelecekler ve onların emperyalist arka çıkıcıları dolar ve avro destekli gülümsemelerle yapmayı umuyorlar. Ancak amaç aynıdır: halkı sokaklardan boşaltmak, işçiyi tezgâhına dönürmek, köylüyü çiftliğine ve öğrenciyi derslerine göndermek. Hararetle istedikleri acele olarak normal duruma dönüştür: Yani, o eski kölelik sistemine bir başka isimle geri dönmektir.
Bu iki yüzlü “demokratlara” kesinlikle en ufak bir güven duyulamaz. Bu birbirinin aynısı hükümetler Zine al-Abidine Ben Ali’nin diktatöryal rejimini desteklediler. Batılı büyük şirketler orada bayağı şık kârlar elde ettiler ve düşük ücretler konusunda bir şikayetleri olmadı. Çünkü, zaten kâr ya
pmalarının altındaki neden de düşük ücretlerdi. Bu bayanlar ve baylar, onyıllardır Tunus’daki çürümüş ve baskıcı rejim konusunda sessizliklerini korudular çünkü o rejim onların kârlarını koruyordu. Şimdiyse madem ki o rejim düşürüldü, birdenbire sesleri yükselerek herkesi “sükunete” davet ediyorlar.
Olaylar ışık hızıyla hareket ediyor. Bu satırları yazdığım anda bile Gannuçi, 60 günde seçimlere gidecek bir ulusal birlik hükümetini bir araya toplamaya çabalayan Meclis Sözcüsü Foued Mbazaa tarafından yerinden edilmiş durumda. Bu ise rejimin zayıf ve çatlaklarla dolu olduğunu göstermekte.
Tunus’un işçileri ve gençleri, dikkatli olun! Kazandığınız sizin kendi kahramanca mücadeleniz ve özverilerinizle oldu. Kanla kazandığınızı sahtekârlıkla kaybetmeyin! Güveninizi güzel nutuklara ve boş vaatlere vermeyin. Salt kendi gücünüze, kendi örgütlerinize, kendi iradenize güvenin.
Çeşitli kanuni siyasî partileri de içeren, ve hatta belki, ordunun ülkenin düzenine ve ABD ve AB gibi önemli müttefikleriyle ilişkilerine bir tehdit teşkil etmediğine inandığı bir iki başka partiyle bile beraber bir “Ulusal hükümet” fikri. Bu başka bir tuzaktır. “Kanuni muhalefet” onlarca yıldır Bin Ali`yle beraber ya tezgâh kuran ya da ona boyun eğen bir sürü zayıf, korkak, oportünist bir sürüden başkası değildir.
Tunus halkı uykuya yatırılacak ya da ikiyüzlü sözcüklere kanacak aptal ya da küçük cocuklar değildir. Eylemliliklerini kaybetmemeli, tam tersine, eylemliliklerini yükseltmeliler ve ona örgütlü ve genel bir ifade vermeliler. Eski rejimin kalıntılarına nefes alma fırsatı tanınmamalıdır. Bu gangasterlere eski rejimin bir “demokratik” versiyonunu kurmaya yeniden örgütlenmeleri için izin verilmemelidir. Konuşma vakti çoktan geçti. Entrikalara son! Kahrolsun hükümet! Sıkıyönetime derhal son! Toplantı, örgütlenme ve söz özgürlüğü! Devrimci bir anayasa meclisi! Baskıcı tüm kurumlar lağvedilsin! Caniler ve işkenceciler için halk mahkemeleri!
Bu taleplere ulaşabilmek için bir ulusal genel grev örgütlenmelidir. Eski rejimi yıkabilecek ve yeni toplumu yukarıdan aşağıya yaratabilecek ağırlıktaki tek sınıf işçi sınıfıdır. Proletarya kendini toplumun başına koymalıdır. İleri gidebilecek tek yol budur. Genel grev çağrıları daha şimdiden UGTT içinde yankılar bulmaktadır. Reporlara göre, geçen hafta çeşitli bölgelerde (Kasserine, Sfax, Gabes, Kairouan ve Jendouba) genel grevler olmuştur.
Genel grevlere hazırlık için her düzeyde eylem komiteleri oluşturulmalıdır: yerel, bölgesel ve ulusal. Yaşamın kendisi bize özgürlük ve adalet kazanmak için tek yolun kitlelerin eylemi olduğunu öğretmektedir. Tunus’da iktidar sorunu karşımızda apaçık durmaktadır. Eski rejimi yıkmak için bütün halkın örgütlenmesi ve eyleme geçirilmesi gerekmektedir.
Bütün gece geniş çapta yağmaların olduğu şeklinde raporlar almaktayız. Bunlarsa açıkca polis güçleri ve Bin Ali’ye bağlı ajan provakotörlerin örgütledikleri eylemlerdir. Bir karmaşa ortamı yaratarak devrimi yolundan çıkarıp kendi geri dönüşlerini sağlamak istemekteler. Ancak aynı zamanda halkın kendi savunması için mahalle komitelerinin de oluşturulduğu şeklinde haberler de gelmektedir.
İşçiler onların tarafında olan askerlerle dostluk kurmalıdırlar. Halkla ilişkili olmaları için ordunun saflarına asker komiteleri kurulması için çağrılar yapılmalıdır. İşçiler ve köylüler savunmaları için silah edinmeli ve her bir fabrikada, bölgede ve köyde durumu kontrol edecek ve haydut ve karşı devirmcilere karşı savunmak amacıyla halk milisleri kurmalıdırlar. Devrimin başarısı için bu esastır.
Arap Marksizm’inin Uyanışı
Kendisini garip bir düşünceyle Marksist zanneden bazı “akıllı” kişiler Tunus’da meydana gelen olayların bir “devrim” olmadığını söyleyecekler, ama aslında ne olduğunu da söyleyemiyorlar. Troçki, Sürekli Devrim adlı kitabında Menşevikleri yıllar boyunca hep ilkbahar konusunda ders veren yaşlı bir öğretmene benzetir. Öğretmen bir sabah pencereyi açtığında parlayan bir güneş görünce ve kuş seslerini işitince camı hızla kapatır ve bunun doğa’nın korkunç bir sapkınlığı olduğunu iddia eder.
Gerçek Marksistler bazı donuk şemalara göre değil, yaşamın gerceklerinden yola çıkar. Tunus’daki devrim bir cok yönden 1917 Rusya devrimini andırıyor. Devrim kesinlikle başlamış ama henüz sonuçlanmamıştır. Eski rejimi devirmeği başarmış ama onun yerine yenisini getirememiştir. Bu nedenle, özellike gerçek devrimci bir önderlik olmadığı için yenik düşmesi olası.
Bolşevik Parti olmasaydı Şubat Devrimi de başarısız olurdu. Üstelik, eğer Lenin ve Troçki olmasaydı Bolşevik Parti de devrim de oynadığı rolü oynayamazdı. Önderlik Sovyetlerin reformist liderlerinde kalır ve devrim kazaya uğrardı. Eğer öyle olsaydı, şüphesiz aynı “akıllı” Marksistler yazdıkları bilgili kitaplarında Rusya’da a,b,c,d nedeniyle devrim olmadığını anlatacaklardı.
Bu makaleyi yazdığım sırada İnternet’te araştırma yaparken birkaç anarşist blog’a rastladım. Burada sadece Marksistler değil anarşitler arasında da “akıllı” kişilerin olduğu ilgimi çekti. Daha önce bahsi geçen blog’un yazarı Tunus’da yapılan devrimi anarşist önyargılara uymadığı için şiddetle eleştiriyordu. Ama kendi önyargılarına uymadığı için Tunus devriminin doğuşunu reddeden kılı kırk yaranların aksine onun en azından biraz sağlıklı devrimci bir içgüdüsü var.
Onlarca yıllardan beri Ortadoğu ve Kuzey Afrika halkları arasında sosyalizmin ve marksismin gelişemiyeceği düşüncesi özenle yaygınlaştırıldı. Yapılan tartışmalar bütün karşı çıkışların ancak gerici islam bayrağı altında olabileceği üzerine idi. Ama bu düşünce Tunus’da olan olaylarla temelinden yalanlandı. Polise karşı koymak için yollara çıkan kadınlar burka giymiyordu. Onlar iyi ingilizce ve fransızca konuşan eğitimli zeki insanlar. Onlar şeria’nın gelmesini değil ama demokratik haklarını ve iş istiyor.
Şimdiye kadar islam gericiliğiyle oyalanan sözde solcular Arap işçi ve gencliğin anlama yetisini küçümsüyor. Gericileri devrimci eğilimle boyamak sosyalizmin ilkelerine ihanettir. Gelecek Arap devrimi islamn kara bayrağı altında değil ama sosyalizmin kızıl bayrağı altında gerçekleşecektir.
Geçmişte Arap dünyası’nın güçlü bir komünist geleneği vardı. Ama Stalin’in korkunç suçları dünyanın bu bölgesini kötü etkiledi. Irak ve Sudan’da kitle komünist partileri iktidarı Kasım ve Nimeiri gibi sözde “ilerici burjuvalar”a teslim eden dönek “iki aşama” politikası ile yıkıldı. Bu komünist öncülerin yok edilmesine ve Saddam Husyin’inki gibi otokratik rejimlerin yerleşmesine ve halklara beklenen sonuçları getirmesine yol açtı.
Doğa’da boşluk olamaz. Aynı şekilde politikada da. Stalinizm’in çökmesiyle ortaya çıkan boşluğu sözde “emperyalizm karşıtı” olan ama ABD emperyalizmi’nin “komünizm” ve Afganistan’da Sovyet askerleriyle savaşmak için desteklediği ve beslediği islamcı gericiler doldurdu. Osama bin Laden’in Washington’daki dostlarıyla bozuşuncaya kadar CIA’nin bir ajani olduğunu hatırlamak yeter.
Bu akşam (15 Ocak) Brüksel’deki gösteride bir arkadaş yaşlı bir Tunuslu kadınla yaptığı konuşmasından bahsetti. “Tunus’ta gösterilerimizde hiç uzun sakallı adamlar gördünmü? Hayır! Çünkü bizim özgürlüğümüzü kazanmak için o adamlara gereğimiz yok.” Gericiler her zaman halkı sosyalist devrimden saptırmak için bir araç olarak kullanıldı. İslamcı liderlerden Raşit Gannuşi’nin sürgünden dönmesini ve medyada konu edilmesi kazara değil
. Birçok kişi “Biz Bin Ali’yi islamcılar geri gelsin diye kovmadık.” diyor.
Burada vurgulanması gerek olan, ilk defa bir Arap diktatörü dıştan hiç bir karışma olmadan halk tarafından devrildi. Bu arap dünyasında maalesef çok yaygınlaşan “evet bir çok mücadelemiz oldu ama hep kaybettik” diyen yazgıcı görüşüten kopuşu gösteriyor. Bugün Brüksel’de olan gösteride en çok söylenen sloganın “Evet yapabiliriz!” olması anlamlı.
Diğer ülkelerde yaptığı etkiye gelince, hareket içinde olan bir eylemci, ayaklanmanın sözcülerinden biri olan nawaat.org’da, “Tunus halkı bütün dünyaya ve özellikle Arap dünyasında ezilenlere iyi bir ders verdi: Başkalarından hiç bir şey bekleme, her şeyi kendinden bekle ve istençini ve gücünü felç eden korkuyu yen.”
Sosyalist gelenekler hala diri ve kuvvetleniyor. Kapitalist krizin yarattığı şartlar içinde yeni bir Arap eylemci nesil yetişiyor. Mücadele sırasında hızla öğreniyorlar. Aradıkları Marksizm’in düşünceleri. Marxy.com’un şahane çalışmaları yalnız Marksizm’in düşünce ve prensiplerini savunma yönünden değil, aynı zamanda devrimde örgütlenme ve dayanışmanın uygulanmasında önemli sonuçlar veriyor. Tunus Devrimine verdikleri destek kampanyası bunu gösteriyor.
Dün akşam Tunus’da yerleşik Nessma (Büyük Magreb televizyonu) aydınların ve gazetecilerin katıldığı bir program yayınladı. Programda sorulan bir soru Ben Ali ailesinin halktan çaldığı servetin nasıl geri alınabileceğidi. Bir gazeteci, “Bankaları ve Trabelis ailesinin bütün varlıklarını kamulaştıralım.” dedi. Bir başkası “Tunus İlkbaharı”ndan bahsetti, ve bir başkası hemen “evet o marksist yazıyı (Marxy.com’da Tunus başkaldırısı üzerine çıkan ilk makalenin başlığı) biliyoruz ama o ilkbahar daha gelmedi” dedi.
Bu küçük bir fıkra ama Marksist düşüncelerin Tunus solunda esen yankılarını açıklıyor. Tunus’ta tanık olduğumuz olaylar Arap devriminin başlangıcı, dünya tarihinin gidişini değiştirecek devasa bir olay. Devrim ateşi bir ülkeden bir başkasına, Atlantik’ten Dicle’ye kadar yayılacak. Devrimci hareket gelişecek, olgunlaşacak ve tarihin gerektirdiği görevi üsteleyecek düzeye yükselecek. Marksizm’in güçleri halkla omuz omuz çarpışarak, onlarla beraber büyüyecek. Arap Devrimi ya sosyalist bir devrim olarak zafere ulaşacak yahut yenik düşecek.
Foued Rejimi çöksün!
Derhal bütün demokratik haklar!
Devrimci Kurucu Meclis!
Trablesi klik’in yolsuz kazanılan bütün mallarının kamulaştırılsın!
Tunus işçileri ve gençliğine zafer!
Yaşasın Arap Sosyalist Devrimi!
Londra, 15 Ocak 2011
Marxist.com`daki İngilizce orijinalinden Hatice Aksoy ve Emine Kunter tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir.