2821 ve 2822 sayılı sendika yasalarının değiştirilmesi yeniden gündemde. Kimbilir kaçıncı kez… Her fırsatta ileri demokrasiden söz eden AKP hükümeti, konu işçi hakları, sendika özgürlükleri olduğunda iktidara geldiği 2022 Kasım’ından bu yana oyalama, savsaklama politikası izliyor, 12 Eylül hukukuna sığınıyor. Zaman zaman bir tasarı ortaya çıkarıyor Bakanlık, konfederasyonlar da kendi tasarılarını hazırlayıp sunuyorlar, kısa bir […]
2821 ve 2822 sayılı sendika yasalarının değiştirilmesi yeniden gündemde. Kimbilir kaçıncı kez… Her fırsatta ileri demokrasiden söz eden AKP hükümeti, konu işçi hakları, sendika özgürlükleri olduğunda iktidara geldiği 2022 Kasım’ından bu yana oyalama, savsaklama politikası izliyor, 12 Eylül hukukuna sığınıyor. Zaman zaman bir tasarı ortaya çıkarıyor Bakanlık, konfederasyonlar da kendi tasarılarını hazırlayıp sunuyorlar, kısa bir süre sonra tavsıyor çalışmalar, gündem değişiyor. Sonra ILO bir rapor yazıyor, hükümet bir daha gündeme alıyor sendika yasalarını, konfederasyonları çağırıyor, yarı gizli toplantılar yapılıyor. Sonra gene tavsıyor… Sonra gene… En son 7 Ekim 2010 Üçlü Danışma Toplantısı sonrasında 6-7 Kasım 2010 tarihlerinde hükümet, işveren ve işçi konfederasyonları bir araya gelip tartıştılar. Sonuç yok!
Türk-İş 6-7 Kasım toplantısındaki kimi gelişmeleri ve kendi politikasını aktaran bir yazı yayınladı en son. Yazı 20 Ocak 2011 tarihini taşıyor.
İşin esası, her iki yasayı da kaldır gitsin fikrindeyim. Asıl olan Türkiye tarafından, uluslararası hukuk normlarının çekincesiz ve eksiksiz olarak imzalanması, Anayasa’da işçi ve sendika özgürlüklerin güvence altına alınması, çıkarılacak yasanın olabildiğince sade/yalın biçimde -bir iki sayfayı geçmeyecek kadar- düzenlenmesi; sendika hareketinin kendi yolunu kendisinin çizebilmesine, kendi modelini kendisinin yaratabilmesine izin verilmesidir.
Bir büyük özgürlük alanı yaratılabilse, işçiler nerede ve nasıl örgütleneceklerine, hangi tür sendikaları/sendika birliklerini kuracaklarına, hangi alanlarda faaliyet göstereceklerine kendileri karar verseler. İşkolları sendika birlikleri tarafından ve özgürce, kendi tercih edecekleri bir model içinde ve sadece kendileri için belirlenebilse, gerektiğinde değiştirilebilse. Her türlü sendika kurulabilse, işyeri, işkolu, meslek sendikaları… Her türlü sendika birliği örgütlenebilse, federasyonlar, kendilerini işkolu sınırlamasına tabi görmeyen genel sendikalar… Referandum benimsense, yetki uyuşmazlıkları bir günde ve kesin olarak çözümlenebilse. Üyelik, noter şartı, elektronik üyelik… Bütün bunlar bir büyük delilik olmaktan çıkarılabilse. Gerçekten gücü olan sendika toplu pazarlıkta taraf olabilse. Toplu pazarlık ve grev prosedürünü kendisi, kendi özel koşullarına göre kendisi belirleyebilse. Bir büyük çeşitlilik yaratılsa hayatın içinden.
Ancak açıkça belli ki bu bir hayal. “Her şeyin en iyisini bilen” tarz, hükümete, işveren sendikalarına olduğu kadar işçi sendikalarına da hakim. Hangi tür sendika iyidir, hangi tür sendika sakıncalıdır; sendikaların faaliyetleri hangi alanlarla sınırlandırılmalıdır, hangi işyeri hangi işkoluna girsin, hangi sendika hangi işkolunda kurulsun, hangi işyerinde örgütlensin; hangi tür toplu sözleşme zararlıdır, toplu pazarlık nasıl yapılsın, çağrı ne zaman yapılsın, müzakereler kaç gün sürsün, ne zaman greve çıkılsın… Sendikaların önündeki barajlar ne kadar yüksek olsun, yüzde 10, yüzde 5, binde 5… Bunların hepsini ve en iyisini onlar bilirler. Hayatı daha yaşanmadan şekillendirmeye, düzenlemeye çalışan bir kibirdir bu tarzın altında yatan ve büyük bir güvensizliktir kendi insanına, hatta kendine!
Sendika yasaları ne zaman değişir bilinmez. Ama bilinen odur ki, var olandan biraz daha iyisi olacaktır getirilen. Ama asla olması gereken değil.