“Ne olursa olsun, her şeyde en aşırısından oldum, hayatım boyunca hiçbir zaman ortacı olmadım.” Dostoyevski Avrupa gericiliğinin kalesi; merkezi, bürokratik bir çokuluslu devlet; Rusya… İlk devrimcileri olan Narodnikler öğrenci veya aydın kökenliydi. Çoğunluğu köylü olan toplumda Narodnikler, 1860’lı ve 1870’li yıllardan itibaren halka giderek otokrasiye karşı mücadele edilmesi gerektiğini anlattılar. Düşüncelerinin temelini Rusya’nın -kapitalizmi atlayarak […]
“Ne olursa olsun, her şeyde en aşırısından oldum, hayatım boyunca hiçbir zaman ortacı olmadım.” Dostoyevski
Avrupa gericiliğinin kalesi; merkezi, bürokratik bir çokuluslu devlet; Rusya… İlk devrimcileri olan Narodnikler öğrenci veya aydın kökenliydi. Çoğunluğu köylü olan toplumda Narodnikler, 1860’lı ve 1870’li yıllardan itibaren halka giderek otokrasiye karşı mücadele edilmesi gerektiğini anlattılar. Düşüncelerinin temelini Rusya’nın -kapitalizmi atlayarak – feodalizmden kendine özgü bir köy sosyalizmine geçmesi gerekliliği oluşturdu. Gizliliği temel alan, küçük ama devrimci bir yapılanma ile Çarlığa, özellikle Çar’a karşı tedhiş eylemleri yaptılar. Özellikle Narodya Volya’nın eylemleri, 1881’de Çar II. Alexander’ın öldürülmesiyle en üst düzeyine ulaştı. “Tarihin akışı çok yavaştı ve onu ittirmek gerekiyordu”.
Ancak 1861’de köleliğin kaldırılmasından sonra kapitalizmin gelişmesi hızlandı. İlk işçi grevleri hayata geçti. Bu durum Marksizme güçlü bir dayanak sağladı. 1883’te İsviçre’de Plehanov, Zasuliç ve Akselrod Emeğin Kurtuluşu grubunu kurdu. Bu ilk Rus Marksist örgütlenmesiydi. İlerleyen yıllarda Marksist grupların sayısı hızla arttı ve Narodniklerle ideolojik bir hesaplaşmaya girişildi. Lenin’in 1894’te kaleme aldığı “Halkın Dostları Kimlerdir? ve Sosyal-Demokratlara Karşı Nasıl Savaşırlar?” adlı eseri de bu amaçla yazıldı. Narodniklerin etkisi giderek zayıfladı ama 1902’deki köylü ayaklanmalarından sonra Sosyal Devrimci Parti olarak devamcısı bir parti kuruldu. (Ancak 1870’lerdeki Narodnikler tüm Rus devrimcilerinin öncüsü konumundayken bu parti bir fraksiyondu.)
Diğer yandan Narodnik hareketi bir numaralı düşmanı ilan eden Çarlık rejimi, Marksizmi desteklemeye başladı. Marksizm rejime daha zararsız gözüküyordu. Sansür, Marksist eserlere uygulanmadı. Bu da Marksizmin taraftar bulması için uygun bir zemin oluşturdu. Ancak bu uygulama Marksizmin devrimci özü tahrif edilerek yapılıyordu. Savunulan Rusya’nın kapitalizme geçişinin hızlandırılması ve kapitalizmin ilericiliğiydi. Struve’da simgeleşen bu yasal Marksist veya liberal harekete en sert tavrı Lenin aldı ve onlara “sırtını döndü”.
1895’te Petersburg’da ve birkaç şehirde “İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği”nin kurulmasını, Mart 1898’de “Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi”nin (RSDİP) kuruluşu izledi. Plehanov, Akselrod, Zasuliç, Lenin, Potressov ve Martov yönetiminde Iskra adlı haftalık bir halk gazetesi ve Zarya isminde teorik bir gazete çıkarılmaya başlandı.
Önemli iki ayrıntı ekleyelim: Birincisi, Lenin Narodnizmi eleştirmekle beraber köylülüğe, köylülüğün devrimci dinamizmine döneminin Marksistlerinden çok daha fazla önem verdi. İkincisi, Narodniklerin Çarlık ve gizli polisine karşı merkezileşmiş bir örgüt yaratmasını; tam adanmışlık anlayışını; Narodniklerin devrimci terörünü, kitle mücadelesinin önünü açan, bireysel bir yönelim olarak değil devrimci bir parti tarafından komuta edilen bir şekilde yürütülmesini; matbaa, soygun, iletişim tekniklerini vb. örnek aldı.
Böylece 1900’lü yıllara gelindi.
Ağır ağır, ama gürbüzce büyüyen; köklerini ta toprağın derinliklerine salacak olan bir örgüt doğuyor…
1871 Paris Komünü yenilgisi sonrası Marksist hareket, 1889’da Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) önderliğinde kurulan 2. Enternasyonal ile yeniden şekillendi. Ancak 1899’da SPD’de başlayan ve tüm 2. Enternasyonal partilerine uzanan bir tartışma yaşandı. Bernstein’le özdeşleşen reformizmin kuramsal silahı revizyonizm, Marksizmi felsefi, iktisadi ve devrim anlayışı noktasında tahrif etmeye çalıştı. Kautsky ve Luxemburg’un mahkûm ettiği bu görüş, Rusya’da ekonomizm adıyla ortaya çıktı. Ekonomistlere göre politika, ekonomik mücadeleye tabi olmalı yani, proletarya yalnız ekonomik mücadele vermeli, politikada liberal muhalefete yedeklenmeliydi.
Diğer yandan Rusya’da bölgesel Marksist örgütler, bölgesel yorumlamalar, dağınık, yerel ve birbirleriyle irtibatı olmayan devrimci güçler bulunmaktaydı. Bu güçleri birleştirmek Rus Sosyal Demokrasisi’nin hedefiydi. Iskra ile birlikte tüm Rusya’yı saran merkezi bir örgütlenmeye gidiliyordu.
Bu gelişmeler karşısında Lenin 1902’de “Ne Yapmalı” adlı broşürünü yazdı. Lenin’e göre tüm Rusya’ya seslenecek bir yeraltı gazetesi kurulmalıydı. Bu gazeteyi ülkeye sokacak, çoğaltacak ve fabrikalara dağıtacak bir militanlar ağı oluşturulacaktı. Yani ülke çapında işçi kitlelerine ulaşan, kitle hareketine yön veren, bunu yaparken de kurmay çalışmasını yapan bir partileşme süreci öngörüyordu. Bu süreç Rusya’nın dağınık, dar görüşlü, kısa ömürlü ve yerel örgütlenen devrimcilerini birleştirecekti. İşçi sınıfı bütün ezilenlerin öncüsü haline gelecek, devrim perspektifini ve kazanma tavrını ortaya koyacaktı.
Bu broşür Leninist parti teorisinin de başlangıcı sayıldı. Kendiliğindenciliğe karşı çubuğu büken Lenin, “Politik sınıf bilinci işçilere ancak dışarıdan, yani ekonomik mücadelenin dışından, işçiler ile patronlar arasındaki ilişkiler alanının dışından taşınabilir” görüşünü ortaya koydu; en geniş kitle içinde en dar kadro faaliyeti şeklinde ifade ettiğimiz partileşme anlayışını savundu.
“Ne Yapmalı” broşürüyle RSDİP içindeki farklılıklar da açığa çıktı. 1903’teki RSDİP 2. Kongresi’nde Lenin’le Martov arasındaki tartışma, bu ayrılığın başlangıcı olduğu gibi, 2. Enternasyonal’in parti anlayışına da bir yanıttı. Martov, “Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’nin üyesi, parti programını kabul ederek, parti organlarının denetim ve yönetimi altında, partinin amaçlarını gerçekleştirmek için faal olarak çalışan kişidir” diyerek parti üyesini tanımlıyordu. Lenin ise “Parti üyesi, parti programını kabul eden ve hem mali yönden, hem parti örgütlerinden birine bizzat katılarak partiyi destekleyen kişidir” diyerek görüşünü ortaya koyuyordu.
Fırtınalar koparan bu tartışmadaki fark görünüşte bir iki kelimeden ibaret görülebilir. Ancak Lenin, “Ne Yapmalı”da partiyi merkezileşmiş ileri işçiler-azınlık örgütü olarak örgütlemek istedi ve bu anlamda Komünist Manifesto’da savunulan parti anlayışına farklı bir yorum getirdi. Martov ise 2. Enternasyonal’e paralel olarak partiyi gevşek, federatif olarak örgütleme anlayışını savundu.
Kongre’de Lenin’in önerisi kabul edildi; bu yüzden Lenin ve yandaşlarına Bolşevik – Çoğunluk, Martov ve yandaşlarına Menşevik – Azınlık adı verildi. Rus Sosyal Demokrasisi’nin otoritesi konumunda bulunan Plehanov, Kongre’de Lenin’in yanında yer almışsa da, ilerleyen günlerde Menşevik safa geçti. 2. Enternasyonal’in bütün önderleri ve özellikle Luxemburg, Lenin’i aşırı merkeziyetçi, bürokratik ve darbeci olarak eleştirdi. Partinin iki hizbe ayrılması şiddetle kınandı ve ilerleyen yıllar boyunca birleşmesi istendi. Lenin “Bir Adım İleri İki Adım Geri” adlı broşüründe uzun uzun ayrışmaya değindi, bir örgüte bağlanamayan küçük burjuva entelektüellerini eleştirdi, bir devrimcinin kendisini yedi gün yirmi dört saat devrim davasına adaması gerektiğini savundu ve sınıf partisi ile sınıfı ayrıştırmak gerektiği fikrini ortaya koydu: “Kendisini proletaryanın – kendi sınıf çıkarlarının bilincinde olan proletaryanın – örgütüyle tam olarak özdeşleştiren bir jakoben, devrimci bir sosyal demokrattır. Profesörlerle yüksek okul öğrencilerini
n ardından iç geçiren, proletarya diktatörlüğünden korkan ve demokratik istemlerin mutlak değerine sevgi besleyen bir jironden, oportünisttir“.
Bu tartışmayı takiben 1905 Devrimi gerçekleşti.
İşçi sınıfının 34 yıllık sessizliğini yıkan devrimci bir kitle hareketi
Çin’in paylaşım sürecinde çıkan anlaşmazlıklar sonucu 1904 yılında Rusya ile Japonya arasında çıkan savaş, ilk kez bir Avrupalı güç olmayan ülkenin lehine sonuçlandı. Savaştaki yenilgi ve kayıplar Çarlığa tepkiyi arttırdı. Gelişen tepkileri kontrol altında tutabilmek için Çarlık tarafından görevlendirilen Papaz Gabon önderliğindeki Rus Fabrika İşçileri adlı örgütlenmeyle birlikte işçiler, Kışlık Saray’a sorunlarını içeren bir dilekçe götürürken, “Kanlı Pazar” adıyla tarihe geçen askerlerin işçilere rastgele ateş açması olayı gerçekleşti. Bunun üzerine Rusya’nın bütün sanayi kentlerinde işçiler, kırlarda köylüler ve hatta donanma ayaklandı. Rusya’da 1905 Devrimi böylece başladı.
Bu gelişmelerden ürken burjuvazi Çarlık ile anlaştı ve Çar bir yandan olayları bastırmaya çalışırken diğer yandan da bir Temsilciler Meclisi (Duma) toplamayı vaat etti. 1905 Devrimi sırasında Bolşeviklerle Menşevikler arasındaki temel ayrılık, devrimin itici güçleri konusunda oldu. Lenin, devrimin burjuva karakterini kabul etmekle beraber burjuvazinin devrimci misyonunu kaybetmesinden dolayı “Devrimin Çarlık üzerindeki kesin bir zaferi, proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğünün kurulması demektir”, görüşünü savunmaktaydı. Menşeviklere göre ise devrimin itici gücü burjuvaziydi ve onlara yedeklenilmeliydi.
İlerleyen günlerde tüm topluma yayılan eylemler – grevler siyasal bir içerik kazandı ve tarihte ilk kez “İşçi Delegeleri Sovyetleri” Petersburg’da ve Moskova’da kuruldu. Bu dönem 1907 yılına kadar sürdü. Bolşevikler demokratik devrimin tamamlanması için gerekli önlemleri, örneğin toprağın kamulaştırılmasını, böylece sosyalizme geçiş koşullarının oluşacağını savundular. Menşevikler ise, 2. Enternasyonal kararlarına paralel olarak salt parlamenter mücadeleyi temel aldılar. 1907’de Çar Duma’yı dağıttı ve gericilik işçilere, köylülere ve devrimcilere karşı yoğun bir saldırı başlattı.
1905 Devrimi’nin temel yenilgi nedeni, işçi – köylü ittifakının kurulamaması oldu. Buna ilaveten Avrupa güçlerinin Çarlık Rusyası’na verdikleri destek, karşıdevrimi “süngü ucuyla” gerçekleştirdi. Lenin’in 1848 Devrimi’ne benzettiği 1905 süreci çok önemliydi. Çünkü işçi sınıfı mücadelesinde “siyasal grev” olgusu ilk kez ortaya çıktı. “Sovyet” deneyi tarih sahnesindeki yerini aldı ve 1871 sonrası parlamenter mücadele alanına sıkışan hareket, yeni bir ivme kazandı. 1. Demokratik Rus Devrimi deneyimi yenilmesine karşın Çarlık rejimini de sarstı. İşçiler toplantı ve dernek – sendika kurma hakkı elde etti ve kendi hakları için mücadelenin önemli bir adımını öğrendi. Devrim, liberal burjuvazinin halkı değil, Çar’la ittifakı seçtiğini gösterdi. Devrim öğretti…
Lenin, yıllar sonra “1905 genel provası olamasaydı, ne 1917 Şubat’ındaki burjuva devrimi, ne de 1917 Ekim’indeki proleter devrimi gerçekleşemezdi” diyerek devrimin önemini ortaya koyacaktı. Bu sürecin etkisi olarak, işçi hareketinin merkezi ağırlığı Almanya’dan Rusya’ya geçti ve devrim, yankısını özellikle ulusal kurtuluş savaşlarında buldu. 1905 Devrimi şiddete dayalı devrim pratiğiyle, SPD ve 2. Enternasyonal’e egemen olan parlamentarizm tartışmasını da alevlendirdi. Savaşa karşı genel grevin kullanılması tartışması, partinin bu noktadaki işlevi ve ulusal soruna yaklaşım konuları 1. Dünya Savaşı’na kadar sosyalistlerin merkezi tartışmalarını oluşturdu.
1905 Devrimi’yle sınanan Bolşevik örgüt, 1907 sonrasında ise kendi içerisinde sağ, sol ve merkezci eğilimlere karşı mücadele etti. Burada bir noktaya eğilmek istiyorum. Lenin, sosyalizmle dini bağdaştırmaya çalışan eğilime karşı “Materyalizm ve Amprio-kritisizm” adlı eserini yazdı. Bu eseriyle Lenin, sosyalizmin felsefi anlayışını tahrif etmek isteyen eğilime karşı diyalektik ve tarihsel materyalizm anlayışını savundu, geliştirdi. Bu görüşe taraftar olan Bolşevikleri “ideolojik ikna” etti. Diğer bir deyişle “ideolojik tasfiye” de denebilir. Lenin’in karşılaştığı sorunlar karşısında “ilk tercih ettiği” yöntem hep bu oldu. Lenin önderliğindeki Bolşevizmi zenginleştiren ve güçlendiren anlayışın bu yöntem olduğunu düşünüyorum.
Bolşevik parti devrim ve takiben gericilik döneminde şekillendi. Bir saldırı örgütü olmanın yanında düzenli bir geri çekilme örgütü olması, illegal ve legal çalışmayı birleştirebilme yeteneği kazanması ve diğer sosyal demokrat akımlardan tamamen ayrılması bu dönemde gerçekleşti. Böylece 1912 Ocak’ında Rus Sosyal Demokrat Partisi – Bolşevik kuruldu. Bolşeviklerin legal yayın organları Pravda yayın hayatına başladı. Tam da bu dönemde Rusya’da devrimci işçi hareketi yine canlandı. 4 Nisan 1912’de Lena altın madencilerinin katledilmesi üzerine eylemler ülke çapında yayıldı.
İlk parantez: Uluslar kendi kaderini tayin etmeli
1. Dünya Savaşı öngününde yapılan en önemli tartışma “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı” (UKKTH) tartışmaları oldu. Lenin, sorunu devrimci bir biçimde ele aldı ve ulusal sorunu, eski tip çokuluslu devletlerin çözülme süreci çerçevesinde analiz etti. Burada ulusal sorun, burjuva yaratan bağımlı uluslar mücadelesiydi.
Bu ülkelerde kapitalizm geç gelişti, burjuva devrimleri yaşanmadı ve devletlerin, sömürge imparatorlukları kuracak donanımları gelişmedi. Sömürgeci imparatorlukların askeri baskısı sonucu merkezi, askeri ve bürokratik devlet mekanizmaları oluştu. Örneğin Napolyon’un Rusya Seferi’nin Çarlık Devleti’nde yarattığı gelişmeler bu mekanizmanın oluşumuna örnektir. Kapitalist gelişmeye paralel olmayan bu merkezileşme sonucu bir uluslar hiyerarşisi ortaya çıktı, bağımlı ulusun ulusal varlığı tanındı. Bazen bu hiyerarşi içinde bağımlı ulus daha önce kapitalistleşti. Rus Çarlığı’nda Polonya, Ukrayna ve Ermenistan; Osmanlı Devleti’nde Yunanistan, Balkanlar ve Mısır; Avusturya – Macaristan Devleti’nde ise Sırbistan bu gelişime örnek oldu.
Birinci aşamada ulusal – kültürel özerklik talebi gelişti. Bu talep, bağımlı ulusların burjuva ve toprak sahiplerinin keyfilikten, vergi ve gümrüklerden kurtulma, dil ve pazar birliğini sağlama isteği oldu. Örneğin okul talebi. Böylece bağımlı uluslarda kapitalist gelişme hızlandı. İkinci aşama ise 20. yüzyılın başında ayrılık hareketleri olarak ortaya çıktı. Buradaki talep, ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkı oldu. Yani bağımlı ulusların burjuvazisi, oluşan pazarlarında zor yoluyla denetimi almak istedi. Bu yüzden Lenin UKKTH’nı, ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkı olarak gördü. Bu hareket bir burjuva hareketiydi, mülk sahibi sınıfların hareketiydi, onların talebiydi.
Özetle Lenin’e göre çokuluslu devletlerde, birinci olarak, kapitalizmin eşitsiz gelişmesi ve kapitalizmin gelişme güçsüzlüğü, ikinci olarak, dış devlet baskısı ve batı devletlerinin çokuluslu devletleri sömürgeleştirme çabaları sonucu toplumsal kriz oluştu ve bu kriz içinde ulusal sorun bağımlı uluslar sorunu biçimini aldı. Bu yüzden UKKTH, ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkı olarak ele alınmalıydı. Lenin, Rus proletaryasının Çarlığın ezdiği uluslara bu hakkı tanımaksızın demokratik devrime yürüyemeyeceğini ve sosyalist devrim mücadelesinde Avrupa proletaryasının yanında yer alamayacağını savundu.
Demokratik devrim hedeflenen Rusya için ulusal sorun vardı. Bu yüzden 1917’de demokratik devrim ve sosyalist devrim görevleri iç içe geçecek; ulusal sorun, kesintisiz devrim sürecinin en önemli başlıklarından birini oluşturacaktı.
Lenin ve Bolşeviklerin ulusal sorun analizi, 2. Enternasyonal’in sosyal şoven tutumuna karşı da bir tavır alıştı. Bu konuda özellikle Luxemburg ile yoğun tartışmalar yaşandı.
Böylece 1. Dünya Savaşı yıllarına gelindi.
“İtalyan bir Millerand, Alman, İngiliz bir Millerand’la artık Enternasyonal olamaz.” Guesde
2. Enternasyonal’de sosyalistlerin hükümetleri etkileme olanağı Almanya ve Fransa için öngörülürken 1913’te Almanya’da askeri harcamaların artırılması ve Fransa’da askerlik süresinin uzatılmasının engellenememesi sosyalistlerin etkisizliğini ortaya koydu. Nitekim 1914 yılında Avusturya – Macaristan Arşidük’ü Ferdinand’ın bir Sırp tarafından öldürülmesi sonucu 1. Dünya Savaşı başladı. Fransız Jaurées’in öldürülmesi, Rus ve Sırp sosyalistlerinin savaşa açık tavır alması, Çek ve İtalyan sosyalistlerinin ortada tutumu ve diğer tüm sosyalist grupların savaş yanlısı sosyal şoven tutumu ile özetlenebilecek bu süreçte, Fransız, Alman ve Avusturyalı sosyalistlerin savaş harcamaları lehine oy kullanmaları, 2. Enternasyonal’in fiilen sonunu getirdi.
“Savaşa karşı savaş” temel ilkesinin benimsendiği 2. Enternasyonal’in Stuttgart ve Basel Kararları’nın anlamsızlaşması savaş karşısındaki ilk pratikti. Sosyal şovenler emperyalist olan bu savaşı anayurt savunması olarak niteledi ve burjuva hükümetlere katıldı. Bu da burjuva partilerle işbirliğini ve burjuva hükümetlere katılmayı yasaklayan Amsterdam Kararı’nın ihlali oldu. Guesde’in 27 Eylül 1900’de “İtalyan bir Millerand, Alman, İngiliz bir Millerand’la artık Enternasyonal olamaz” sözleri, şimdi ne kadar da anlamlıydı.
Savaşan ülkelerdeki gözle görülür ilk karşı çıkış 1915 yılında oldu. Liebknect SPD milletvekilleri içinde savaş harcamalarına karşı oy verdi ve Luxemburg’la birlikte SPD’den ayrışmaya başladı. Fransa’da Genel İş Federasyonu’nun (CGT) tutumuna karşı metal işçileri savaş karşıtı gösteriler düzenledi. Avusturya’da ise 1916’dan itibaren Adler, savaş karşıtı tutumun öncüsü oldu.
Ama esas olarak savaşa karşı en tutarlı çizgiyi Lenin ve Bolşevikler izledi. “Emperyalist savaşın iç savaşa dönüştürülmesi” çağrısını yapan Lenin savaş karşıtı azınlık içindeki azınlığı temsil etti. Lenin, “savaşın politikanın başka araçlarla devamı” olduğu görüşünden hareketle, 1. Dünya Savaşı’nı “emperyalist bir savaş” ve savaşa “anayurdun savunulması savaşı” deyip sınıf savaşımını bırakanları “sosyal şoven” olarak niteledi. Kautsky, Plekhanov, Scheideman, Guesde, Hyndmann, Webbler ve Fabianlar, Vandervelde, Turati, Sembat ve CGT’yi, 2. Enternasyonal’in savaş karşıtı Basel Bildirisi’ne imza atmalarına rağmen şimdiki tutumlarıyla sosyal şoven, merkez, pasifist vb. olarak eleştirdi ve herkesi Karl Liebknecht’in diliyle konuşmaya çağırdı: “Ulusal kurtuluştan söz açan kendi burjuvazisine ikiyüzlülük ettiğini, proletarya ‘silahlarını’ kendi hükümetine karşı çevirmedikçe, bu savaşın demokratik bir barışla sonuçlanamayacağını söylemesi” gerekliydi. Yani Lenin’e göre emperyalist savaş iç savaşa çevrilmeliydi. Şubat 1915’te Bolşevik Parti konferansında alınan kararlar 1915 Zimmerwald Konferansı’na taşındı. Burada Lenin, sosyal demokrasi ile sosyal şovenler arasındaki ayrımın, geçmişteki Anarşist – Marksist ayrımı gibi zorunlu olduğunu vurguladı, bağımsız Marksist partiler ve 3. Enternasyonal kurulması çağrısını yaptı.
İkinci parantez: “Çağımız emperyalizm ve proleter devrimler çağıdır.” Lenin
1910’lu yıllarda yapılan emperyalizm değerlendirmeleri, savaşa karşı tutumu ve işçi sınıfı mücadelesini şekillendiren bir temel oluşturdu. Temel emperyalizm değerlendirmeleri şunlardı:
Hilferding, 1910’da “Finans Kapital” adlı eserinde, finans kapitali, bankacıların tasarrufunda ve sanayiciler tarafından kullanılan sermaye olarak tanımladı. Sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşmasının geldiği noktanın sınıf çelişkilerini daha da artırdığını, bunun devlet gücüne geçtiğini ve yapılması gerekenin devleti ele geçirmek olduğunu vurguladı. Bu yorum 1920’lerden sonra devam edecek olan Sosyalist Enternasyonal’in benimseyeceği görüş olacaktı. Luxemburg’un emperyalizm teorisine göre ise kapitalizm, sürekli olarak kapitalist olmayan çevreye (sömürgelere) doğru genişlemek zorundaydı. Bu yüzden kapitalizm, dünyanın kapitalizme entegre olmasıyla sona erecekti. Tabii bu zamana kadar olacak olan krizlerle sonlanmazsa. Luxemburg’un “kapitalizmin çöküş kuramı” kendiliğindenci ve Kapital’in yanlış yorumlanmasına dayalı bir analizdi. Kautsky ise, bütün emperyalistlerin birleştiği bir evre, ultra-emperyalizm evresini öngördü. Ancak gelişmeler Kautsky’nin tezindeki sınıfsal analiz yoksunluğunu ortaya koydu.
Lenin ise, 1916’da “Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, Emperyalizm” broşürüyle proleter devrimler çağının başladığını ortaya koydu. Lenin’e göre emperyalizm ideolojik bir kavramdı. 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başında ortaya çıkan bu kavram, tekeller çağını, merkezi bir paylaşım sürecini ve siyasal bir gericiliği ifade etmekteydi. Lenin’e göre emperyalizm, kapitalizmin politik bir tercihi değil zorunlu ve son aşamasıydı. Bu görüşleriyle Lenin’in teorisi, 2. Enternasyonal’in burjuvazi ile uzlaşan sosyal şoven bir tutum benimseyen çizgisine karşı açık bir tavır aldı.
Böylece 1. Dünya Savaşı’nın son evresine, 1917’ye gelindi.
“Kapital’e ve Komünist Manifesto’ya karşı yapılan Büyük Devrim”
Rusya’da 1910’lu yıllarda kapitalizm hızla yayıldı ve en geri kalmışı da olsa emperyalist ülkeler arasındaki yerini aldı. Savaşın getirdiği zorlukların da etkisiyle Rusya’da, Şubat 1917’ye gelirken – özellikle Şubat’ta grevler çoğaldı, köylülerin eylemleri arttı ve askerler de – 60 bini aşkın asker eylemlere katılmaya başladı. Çarlık devrildi ve 26 Şubat’ta Sovyetler başta Petrograd ve Moskova olmak üzere yeniden kuruldu. Tam adı “İşçi ve Asker Delegeleri Sovyeti” idi. Buradaki askerler üniforma giymiş köylülerdi. Sovyetler alternatif iktidar organlarıydı ve 1917 sonrası Lenin’in deyişiyle Komün’ün genelleşen hali olacaklardı.
Bu gelişmeler karşısında Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler, devrimin tamamlandığını ve burjuvazi önderliğinde anayasal düzene geçilmesini savundular. Kadetler ve diğer kapitalist temsilcilerle birlikte geçici bir hükümetin kurulmasını desteklediler. Lenin bu hükümeti “burjuvaların ve burjuvalaşmış toprak ağalarının hükümeti” olarak nitelendirdi. Nitekim geçici hükümet savaşa devam kararı aldı.
Lenin 3 Nisan’da Rusya’ya döndü. Lenin’e göre Rusya’da özgün bir durum – ikili iktidar söz konusuydu ve ikisinden birisi yaşayamayacaktı. Pravda, Çar’ın devrilmesiyle devrimin birinci döneminin tamamlandığı ve sosyalizme geçişin hedeflendiği “Nisan Tezleri”ni yayınladı. Bu tezler, Bolşeviklerin eskimiş asgari programları yerine “Bütün İktidar Sovyetlere” şiarıyla; toprağın kamulaştırılması, mali denetimin Sovyetler’de olması ve ürünlerin üretim – dağıtımında denetimin sağlanmasını öngören, emperyalizm, devlet, enternasyonal konularını açıklayan ve sosyal demokrat partilerden kendini ayırmak için “komünist parti” adlandırmasını öneren bir içerik taşıdı.
Nisan’dan Ekim’e kadar geçen süreçte Bolşevi
kler, Sovyetler içinde hegemonyanın sağlanması ve sosyalizm – iktidar tartışma ve pratikleri içinde bir taraf olarak belirdiler. Buna karşılık geçici hükümet – Kerensky Hükümeti, Menşevikler ve Sosyalist Devrimciler savaşa devam kararı aldılar. Bu unsurlar işçilerin ve köylülerin taleplerini yerine getirmedi ve Sovyetleri etkisiz bir hükümet kurumu haline çevirmek için çabaladılar. Ancak bu süreçte Menşeviklerde “enternasyonalist”, Sosyalist Devrimcilerde “sol” guruplar ortaya çıktı ve Troçki Bolşeviklere katıldı.
Bolşeviklerin bu gelişiminde 2. Enternasyonal siyasetine karşı alınan bütünlüklü tavır etkili oldu. Bunun son halkası ise Lenin’in “Devlet ve Devrim” üzerine olan tezleriydi. 2. Enternasyonal partileri, parlamenter yolla devletin ele geçirilebileceğini zannediyorlardı. Oysa Lenin, tezlerini ortaya koyarken Marx ve Engels’e “danıştı”. Marksizmin, devleti bir sınıfın bir başka sınıf üzerindeki baskı organı olarak gördüğünü ve bu anlamda da devletin, sınıf çelişkilerinin uzlaşmaz olmaları olgusunun ürünü ve belirtisi olduğunu hatırlattı. Bu yüzden zora dayanan devrim olmaksızın, burjuva devlet yerine proleter devleti geçirmek olanaksızdı. “Devletin, – yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın – gerçekten tüm toplumun temsilcisi olarak göründüğü ilk eylem – üretim araçlarına toplum adına el konması -, aynı zamanda onun devlete özgü son eylemidir de. Proleter devlet ‘ilga’ edilmez, ‘söner’.” Lenin, Marx’ın, proletaryanın devlet olarak örgütlenmesinin hangi somut biçimleri alabileceği sorusuna yanıtının, yığın hareketi deneyimi olmasına atfen; 1905 Devrimi’ni 1848 Devrimleri’ne, Komün’ü ise 1917 Sovyetleri’ne örnek aldı. Bolşevik Parti ile Sovyetler arasında kurulan bağdan hareketle de, Marksist “İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır” ilkesini somutladı. İşte bu temelin üzerinde 25 Ekim – bizim tarihimizle 7 Kasım – 1917, dünyanın proleter devrimler çağını açan “büyük” dönüşümünün tarihi oldu.
Ekim Devrimi sonrası Lenin, Sovyetler’i “proletarya diktatörlüğünün Rus biçimi ve egemen sınıf halinde örgütlenmiş proletarya” olarak tanımladı. Sovyet iktidarı, kitleleri, özellikle sömürülen kitleleri yönetime katılıma çeken dünyadaki ilk (Lenin ikinci olarak ekler, çünkü ünsüzlerin ilk iktidarı Paris Komünü’ydü) iktidar oldu. Ekim Devrimi’nin başarılmasında 1905 Rus Devrimi’nde toplum içinde sayıdan çok etki gücü önemli bir proletarya örneği vermesinin ve proletaryanın, burjuvaziye karşı devrimini, toprak beylerine karşı köylü devrimi ile kendine özgü bir yolda birleştirmesinin büyük önemi vardı. Bolşevikler, 1917’de köylü partisinin yani Sosyalist Devrimcilerin tarım programını kabul etti. Böylece köylüler Bolşevizmi destekledi. Ekim Devrimi kendi özgüllüğünde şehirlerden kırlara yayılan bir çizgi izledi. Kır ve kentin diyalektik birliği sağlandı ve kır, 1918 yaz ve sonbaharında proleter devrimini yaşayabildi. Rusya bundan sonradır ki sosyalist devrime kesin olarak geçebildi.
Ekim Devrimi, kapitalizmin ve sanayi proletaryasının en az geliştiği Avrupa ülkesinde gerçekleşti. Oysa Marx Kapital’de, proleter devrimin kapitalizmin ve sanayinin en geliştiği ülkelerde – İngiltere ve Almanya bekliyordu. Bu Gramsci’nin deyimiyle “Kapital’e karşı bir devrimdi”. Ekim Devrimi bir azınlık örgütünün önderliğinde gerçekleşen bir devrimdi. Oysa Komünist Manifesto’da Marx ve Engels proleter partinin bir çoğunluk partisi olacağını söylüyorlardı. Bu Luxemburg’un deyimiyle “Komünist Manifesto’ya karşı” bir devrimdi. Marksizm, Komün’den evvel sosyalizm içindeki akımlardan bir tanesiydi. Ancak Komün sürecinden sonra sosyalizm Marksizmle özdeşleşmiş bir hale gelmişti. Leninizm de Marksizm içindeki akımlardan bir tanesiydi. Ekim Devrimi ile birlikte Leninizm, emperyalist dönemin Marksizmi olarak çok geniş somut bir kabul buldu.