özgürlük, metinde anılan birkaç taleple sınırlı olmayan, geniş ve insanlık için çok değerli bir kavram ve eşitlik talebinden bağımsız olarak ele alınması dünyada, bırakın farklı sınıfları, fakirler ve zenginler olduğunu bilen biri için bile anlamlı değil…
her şeyden önce, artık metinlere imza atmamalı. türkiye’de, örneğin, 12 eylül’ün hemen ardından gelen ve neredeyse bütün ifade kanallarının kapalı olduğu dönemde haklı olarak başvurulmuş olan bu yöntem artık anlamsız ve geçersiz. herhangi bir mücadele yöntemi, yerli yersiz, sık sık kullanıldığında anlamını zaten kaybediyor ama imza kampanyaları bir mücadele biçimi bile değil, bir ifade yöntemi ve fikirleri ifade etmenin daha etkili, daha yaratıcı biçimleri mutlaka bulunabilir. öte yandan, yukarıda andığımız 12 eylül sonrası dönemde yürütülen ve gelmiş geçmiş en etkili imza metni sayılabilecek aydınlar dilekçesi sosyalistlerin değil, sosyalist aydınların değil, aydınların yürüttüğü bir çalışmaydı.
aydınlar dilekçesi “biz bu ülkenin seçkin aydınları olarak” diye başlıyordu. insan kendini hanedandan görüp bununla övünmüyorsa, ‘seçkin’ ifadesi yakışıksız ve ama bu yakışıksızlık biraz tevazuuyla aşılabilir diye düşünüyorum. fakat sosyalist olsun olmasın, kitle politikası, kitlelerin öz gücü, kitle hareketi gibi bir meselesi olanların özellikle imtina etmesi gereken bir yöntem bu. çünkü ‘kanaat önderi’ addedilen insanların bazı fikirlere kefil olmasına dayanan bir ifade yöntemi, başta elitizm olmak üzere pek çok melanete işaret ediyor; bu ‘önder’lerin gittikçe artan bir sıklıkla herhangi bir alanda adını duyurmuş ‘ünlüler’ olması ise basbayağı yozlaşmaya. kitleler, egemen iletişim araçları tarafından oyuncuların, şarkıcıların, dansçıların siyasi görüşlerini ciddiye alacak bir bilince sürükleniyor olabilir ama bunu temel veri olarak alamayız.
bugünlerde imzaya açılan ‘özgürlük istiyoruz’ başlıklı metin[1] ise, bunun ötesinde mahsurlar taşıyor.
her şeyden önce, özgürlük, metinde anılan birkaç taleple sınırlı olmayan, geniş ve insanlık için çok değerli bir kavram ve eşitlik talebinden bağımsız olarak ele alınması dünyada, bırakın farklı sınıfları, fakirler ve zenginler olduğunu bilen biri için bile anlamlı değil.
başörtüsüyle kamusal alanda yer alabilmek önemli bir hak ama herhangi bir emre itaat etmenin, özgürlük olarak tanımlanması -emri verenden bağımsız olarak- imkânsız.
öte yandan kck davasında tutuklu olanların serbest bırakılması muhakkak ki gerekli ama türkiye’de hukuksuz biçimde cezaevinde tutulanlar onlarla sınırlı değil. pek çok sol örgütün davasıyla bağlantılı olarak aylarca, yıllarca tutuklu bulunan, afiş asmak, bildiri dağıtmak gibi “suçlar” karşılığında yıllarca hapis yatan insanlar var. hükümet karşıtı tutumlarından dolayı, ergenekon davası bahanesiyle gözaltına alınıp kesin bir suç isnadı olmadan aylarca gözaltına tutulanlar var. türkiye siyaseti ile ilgili görüşlerinin yenir yutulur olmaması, örneğin mustafa balbay veya tuncay özkan’ın tutukluluklarının hukuka uygun olduğunu söylemek için bir sebep teşkil etmemeli. birçok sosyalistin önce devrimci karargah, ardından da ergenekon davasına bağlanma niyetiyle tutuklanmasının hemen ardından, bu konunun özellikle ciddileştiğini görmek zor değil.
diğer yandan, alevilerin inançlarını özgürce yayabilmeleri gibi muğlak bir konu, “yasakların kalkması” ve “tutukluların serbest bırakılması” gibi somut taleplerle nasıl yan yana gelir anlamak güç. hadi diyelim geldi, inançlarını özgürce yayabilmeleri gerekli olanlar neden alevilerle sınırlı olsun, örneğin, bu toprakların ilk konuklarından hıristiyanlar neden bu hakka layık görülmesin, bunu da anlamak mümkün değil. zorunlu din dersi uygulamasına son verilmesi ve cemevlerine özgürlük neden siyasal demokrasinin sınırlarının gelişmesi için gerekli temel haklar arasında, örneğin örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerden önce gelir.
bu metnin altında kendilerini sosyalist olarak tanımlayanların imzasının olması, onların sosyalizmi ve muhalefeti kimlik politikalarına teslim etmiş olmalarının işareti. yoksa daha metnin başında, siyasal demokrasinin sınırlarının gelişmesinin en önemli şartının “kimlikleri, cinsiyetleri, inançları, etnik kökenleri ne olursa olsun, hiçbir yurttaşının ayrımcılığa maruz kalmaması” olarak tanımlamak, şu zengin listeye sınıfları eklemeyi ihmal etmek açıklanabilir mi? sizce bir işçi sendikasıyla tüsiad, bir tekstil emekçisiyle mustafa koç yasalar önünde gerçekten eşit mi? dikkat edin lütfen, sistemden falan değil, yasalar önündeki eşitlikten söz ediyorum. peki, bir kadın bir erkekle, bir transeksüel bir heteroseksüelle, yasalar önünde gerçekten eşit mi? bu ve benzeri soruların da cevabını vermeden anlatılan şey özgürlük olabilir mi? o yüzden sizden rica ederim, bu metne imza atmayın, özgürlüğümüzü kimliğimize hapsetmeyin.
dipnot:
[1]. İmzaya açılan metin:
“Özgürlük istiyoruz
Temel hak ve özgürlükler arasında ayrım yapılamayacağını hatırlatma ihtiyacı duyuyoruz. Siyasal demokrasinin sınırlarının gelişmesinin en önemli şartı, kimlikleri, cinsiyetleri, inançları, etnik kökenleri ne olursa olsun, hiç bir yurttaşının ayrımcılığa maruz kalmamasıdır.
Temel haklarını talep eden kesimler üzerindeki baskıcı uygulamaların sona ermesi ancak demokratikleşmeye doğru atılacak büyük adımlarla gerçekleşebilir.
Şimdi bu adımları hızla atmak için;
Kürt sorununun siyasal ve demokratik çözümü için, KCK davasından tutuklu Kürt siyasetçilerinin ve seçilmiş Kürt yerel yöneticilerinin serbest bırakılmasını istiyoruz.
Düşünce ve ifade özgürlüğünün yanı sıra, inanç özgürlüğü önünde de engel teşkil eden başörtüsü yasağının son bulmasını istiyoruz.
Alevilerin inançlarını özgürce yayabilmelerini, zorunlu din dersi uygulamasına son verilmesini ve cemevlerine özgürlük istiyoruz.
Özgürlük İstiyoruz…”