10 Eylül tarihli Milliyet’te, birinci sayfadan başlayıp, içerde tam sayfa devam eden, iktisatçı Daron Acemoğlu ile yapılmış uzunca bir röportaj vardı. Bu röportaj da, emsalleri gibi konuya vakıf olmayan, yaşı ve yaşadığı dönem icabı orta yolcu bir gazeteci tarafından, teyp çözümlerinden, kes yapıştır metodu ile oluşturulduğu için tam bir insicamsızlık örneği idi. Yine de tavsiye […]
10 Eylül tarihli Milliyet’te, birinci sayfadan başlayıp, içerde tam sayfa devam eden, iktisatçı Daron Acemoğlu ile yapılmış uzunca bir röportaj vardı. Bu röportaj da, emsalleri gibi konuya vakıf olmayan, yaşı ve yaşadığı dönem icabı orta yolcu bir gazeteci tarafından, teyp çözümlerinden, kes yapıştır metodu ile oluşturulduğu için tam bir insicamsızlık örneği idi. Yine de tavsiye ederim, çünkü satır aralarında Acemoğlu’nun ABD ekonomisini canlandırma adına Obama yönetiminin uygulamalarına getirdiği eleştirileri görmek mümkün.
Daron’u biraz tanırım, MIT’de erken profesör olmuş çok parlak bir iktisatçıdır. Konvansiyonel tanımıyla ekonomi politik ile uğraşır. AKP’nin aşırı özelleştirmeci, hiper neo-liberal iktisat politikalarına destek vereceğini beklemiyorum. Bunları söylememin nedeni, Milliyet’in bu röportajı “Dünyaca Ünlü Ekonomiste Davet” başlığı ile ilk sayfasından lanse etmesi. Davutoğlu, Daron’u telefonla aramış ve de “gelin” demiş. Ne de olsa, Daron’un adı Nobel alabilecekler arasında geçiyor. Nobel telefonunu Türkiye’deyken alsa, hele bu haber tam seçimler öncesinde olsa AKP için hiç de fena olmaz doğrusu!
Yukarda da belirttiğim üzere röportajın çok daha uzun ve kapsamlı olduğunu düşünüyorum. Ama, yine de basılı versiyonda Daron’un bazı görüşleri var ki katılamıyorum. Bunların başında da bütçe açıkları meselesi geliyor. Daron, “bütçe açıkları büyümenin önünde asıl engel haline gelecek” demiş. Ben ise bütçe açıklarının artırılmasından yanayım. Tabii, bu açıklarla yaratılan para ile ne yapıldığı konusunda anlaşabilirsek.
Bu konunun tarihteki laboratuarı eski Büyük Depresyon’dur. 21. Yüzyıl’ın İlk Depresyonu’nu yaşarken o deneyimden çıkartılacak dersler var. Bunların başında nicel bir referans olması bakımından şunu kaydedeyim: II. Dünya Savaşı’nın göbeğinde, 1943-45 arası ABD’nde bütçe açığı GSYH’nın %25’i civarındadır ve de ABD ekonomisi hızla büyümektedir; oysa şimdilerde, 2010’un 2. çeyreğinde bütçe açığı %11’in altındadır ve % 1.6 civarındaki son çeyreğin büyüme hızı yıl için sürekli aşağıya doğru revize edilmektedir. Demek ki, bu “bütçe açığı büyümeyi olumsuz etkiler” meselesi en azından ders kitaplarına sızdığı kadar net değildir.
Bütçe açıkları ile yaratılan para ile ne yapıldığı meselesi ise konvansiyonel Keynesçilik ile (Joan Robinson buna “Piçleştirilmiş Keynesçilik” derdi) toplumun çoğunluğunu gözeten Keynesçilik kamplarının neresinde konumlanıldığına bağlıdır. İlk tür Keynesçilik şu anda Obama yönetiminin denediğidir. Bütçe açıkları ile sağlanan fonlarla bankalar ve kredi borçlarını ödeyemeyen şirketler kurtarılmaktadır. Naif beklenti, bu şirketlerin rahatlaması ile yatırımların ve istihdamın artması. Bu tetiklemenin de çarpan etkisiyle üretim ve gelir seviyesini yükselterek ekonomiyi tekrar hızlı bir büyüme ritmine kavuşturmasıdır. Maalesef, bu beklenti gerçekleşmemektedir ve gerçekleşmesi de beklenmemelidir. Nedeni de, kurtarılan şirketlerin toplumsal yarar açısından değil, kendi çıkarları açısından geleceği değerlendirmeleridir. Borçlarını ödemenin, yöneticilerini ödüllendirmenin ve kâr beklentilerinin son derece düşük olduğu bu istikrarsız dönemde “bekle-gör”ün daha doğru bir tercih olduğunu düşünmeleridir. Kapitalist rasyonalite de böyle bir şeydir, şaşırmayalım lütfen.
Oysa, devletler banka ve şirket kurtarma operasyonları yerine kapsamlı bir istihdam mobilizasyonu yapmış olsaydı, en azından küresel nitelik arzeden işsizlik ve yoksulluk sorununun kısmi çözümü için milyonlarca insan patronların kadirşinaslığına terkedilmemiş olurdu. Bu tür politikaların gündeme getirilmesi bile “sosyalizm geliyor, memleket elden gidiyor” naralarıyla insanları sokağa dökebiliyorsa bir miktar daha işimiz var demektir.