“Anadolu’da bir kentte, Adliye Sarayı’nın karşısında ‘Yalancı Tanıklar Kahvesi’ varmış! Yalancı tanık arayan iş sahibi gidip biriyle anlaşır, duruşmaya çıkarırmış. Adam girmiş kahveye, bakınırken biri sokulmuş hemen, ‘Yardımcı olabilir miyim? Nedir sorun?’ ‘Bir alacak davası,’ demiş adam. ‘Hala vermedi değil mi, o namussuz herif paranızı!’ Adam biraz çekinerek ‘Para benden isteniyor,’ demiş. Hemen yetiştirmiş herif: […]
“Anadolu’da bir kentte, Adliye Sarayı’nın karşısında ‘Yalancı Tanıklar Kahvesi’ varmış! Yalancı tanık arayan iş sahibi gidip biriyle anlaşır, duruşmaya çıkarırmış. Adam girmiş kahveye, bakınırken biri sokulmuş hemen, ‘Yardımcı olabilir miyim? Nedir sorun?’ ‘Bir alacak davası,’ demiş adam. ‘Hala vermedi değil mi, o namussuz herif paranızı!’ Adam biraz çekinerek ‘Para benden isteniyor,’ demiş. Hemen yetiştirmiş herif: ‘Kaç kez vereceksiniz beyefendiciğim, kaç kez vereceksiniz!'”
Vedat Türkali, “Yalancı Tanıklar Kahvesi” romanında, yukarıdaki fıkrayla memleketin “aydın” tipolojisini anlatmaktadır. Bazı “aydın”larımız iktidarda olanı aklamakla görevlendirmiştir kendini. Onlar için toplumsal gerçeklerin ve iktidarla çelişki halindeki halkın bağımsız çıkarlarının bir hükmü yoktur. “Aydın”, halkı iktidara karşı uyarmayı değil, halkı iktidarın yaptıklarına razı etmek için kandırmayı iş edinmiştir kendine.
Yalancı Tanıklar Kahvesi’nin şimdiki sloganı: Yetmez ama evet! 9 Ağustos’ta İstanbul’da bir toplantı yaparak AKP’nin anayasa değişiklik paketinin oylanacağı 12 Eylül 2010 referandumu ile ilgili tavırlarını açıkladılar: “13 Eylül’den itibaren, hükümeti anayasanın tamamen değiştirilmesi yönünde zorlamak için şimdi ‘Yetmez ama evet’ diyoruz.” Sekiz yıllık iktidarı boyunca AKP’yi zorlaya zorlaya bir hal edip 13 Eylül’de de devrimci kalkışmaya hazırlandığı anlaşılan bu zevatın sloganı, 1982 darbe anayasası oylanırken evet diyenleri anımsatıyor. Onlar da neden evet dediklerini aşağı yukarı şu cümleyle savunmuştu: “Darbe yönetimi yerini demokrasiye bıraksın diye şimdi ‘Yetmez ama evet’ diyoruz.” İki dönemin evetçi duayeni Nazlı Ilıcak’ın çok iyi kıvırdığı gibi, kahvenin kapısından içeri kim girerse ona göre bir “evet” deyiveriyor yalancı tanıklarımız. İktidarın olanakları ile “aydın” diye takdim edilip her yerde halka seslenme olanağı buldukları için de kendilerini aydın zannediveriyorlar.
Kapıdan içeri girenin davası değiştikçe yalancı tanık da makam değiştiriyor. AKP Avrupa Birliği’ne mi girmek istiyor, yalancı tanıklarımız AB’ci kesiliyor ve AB’ye girmenin emekçiler, Kürtler, bütün ezilenler açısından ne kadar önemli olduğundan dem vuruyor. AKP AB sürecini geri plana iter itmez, yalancı tanıklar AB’yi de, emekçileri de unutuveriyor. AKP, YÖK ve Cumhurbaşkanlığı ile mi dalaşıyor, yalancı tanıklar statükonun kalelerine savaş açıyor, bu iki kurumun özgürlük önünde ne kadar büyük bir engel olduğundan dem vuruyor. AKP YÖK ve Cumhurbaşkanlığı’nı ele geçirince, yalancı tanıklar bu iki kurumun özgürlüğün önünde engel olduğunu unutuyor. Üniversitelerin YÖK’le, Cumhurbaşkanlığı’yla sorunları sürüyor olabilir ama AKP’nin gönlü hoş olduysa mesele kalmıyor. AKP, şimdi de devlet iktidarı içinde mutlak denetim kuramadığı son iki cephe olan TSK ve yargı ile kapışıyor, doğal olarak yalancı tanıklarımızın memleketin başına bela olarak gördüğü iki şey TSK ve yargı oluveriyor. AKP’nin bu kapışmada elini güçlendirmek için hazırladığı Anayasa değişikliğine de destek açıklanıyor.
ama’dan öncesi yalan
‘Ama’dan önce söylenenler çoğunlukla yalandır’ kuralı, “yetmez ama evet” sloganına birebir uyuyor. Sloganı duyan, reformlarla tatmin olmayan “devrimci” aydınlarımızın halkı bir “reformu” desteklemeye çağırdığını, değişikliğin kısmi iyileştirmeler içerdiğini zanneder. Bu slogana göre, engellenmesi gereken bir değişiklikle karşı karşıya olmamız gibi bir şey de söz konusu değildir. Dolayısıyla “Hayır” bütünüyle anlamsızdır ve statükoculuktur. “Evet” de reformculuktur. Devrimcilerin bununla tatmin olmama hakkı vardır ama karşı çıkma hakkı kesinlikle yoktur.
“Yetmez ama evet!” propagandasının özü; halkın yaşam koşullarını kötüleştiren sermaye saldırılarına “reform”; sermaye iktidarının merkezileşmesine “ademi merkeziyet”; emekçilerin bağımsız siyaset/mücadele kanallarının ortadan kaldırılıp sermayeyle uzlaşmaya zorlanmalarına “katılımcılık”; yürütmenin bütün denetim mekanizmalarından sıyrılmasına “demokratikleşme” diyerek toplumsal gerçekliği tersine çeviren neoliberal dildir. “Yetmez ama evet!” diyenler de, halkın emek ve hak mücadeleleri ile işi olmayan, neoliberalizmin yalancı tanıklarıdır. İşlevleri, halkın çıkarları ile neoliberal iktidarın temsil ettiği çıkarlar arasındaki uzlaşmazlığı silikleştirerek neoliberal dönüşüme meşruiyet kazandırmaktır.
Yetmeyen ne?
Paketin içerdiği maddelerin tek tek neyi temsil ettiği bir yana, herkes çok iyi bilmektedir ki, 26 maddede yapılan değişiklikler ancak Anayasa’nın geri kalanı, AKP’nin temsil ettiği gerici-neoliberal blokun tarihsel çıkarları ve 8 yıllık iktidar sicilinin oluşturduğu bütünlük içinde doğru anlamını bulabilir. Oylamada sorulan, aynı zamanda AKP iktidarının icraatlarının ve temel yöneliminin onaylanıp onaylanmadığıdır.
O zaman “Yetmez ama evet!” diyenlere sormak gerekir…
AKP döneminde rekor rakamlara ulaşan işsizlik ve iş cinayetleri mi yetmez? İktidarın doğrudan sermayeden yana tavır almasıyla tırmanışa geçen güvencesizlik, piyasalaştırma, sendikasızlaştırma mı yetmez? Halk tepkisini ve hukuk kararlarını hiçe sayarak doğal, tarihi zenginlikler üzerinde yürütülen yağma mı yetmez? Ülke topraklarının yarısının maden şirketlerine açılması, dereler üzerinde kurulması planlanan binlerce HES mi yetmez? Emekçilerin maaşlarına yapılan zamları kat be kat aşan oranlarda elektriğe, suya, ulaşıma, ekmeğe… yapılan zamlar mı yetmez? Temel kamusal hizmetlerden onyılların kamusal birikimiyle var edilmiş KİT’lere kamunun elinde avucunda olan her şeyin özelleştirilmesi mi yetmez? Bunların yetmediğini düşünüyor olacaksınız ki; zamlara, HES ve maden projelerine, özelleştirmelere karşı mücadelede kimi zaman hukuki bir avantaj oluşturan ‘yargının yerindelik denetimi yetkisi’nin kaldırılmasını “yetmez ama evet” diyerek destekliyorsunuz.
KESK’in geçtiğimiz sonbahardaki grevi karşısında hükümetin polis copuna ve soruşturma silahına sarılması mı yetmez? İşçilerin, kamu emekçilerinin DİSK, KESK ve Türk-İş’ten istifa edip hükümet güdümlü Hak-İş ve Memur-Sen’e geçmeye zorlanması mı yetmez? Bunlar da size az geliyor olacak ki, işçiye birden çok sendika hakkı gibi, hükümet güdümlü sendikaları öne çıkarıp, işyerinde toplu sözleşme yetkisi sorununu kördüğüm haline getirecek sendikal düzenlemeleri “yetmez ama evet” diyerek destekliyorsunuz.
AKP yasaları ile tırmanışa geçen “yasal” polis cinayetleri mi yetmez? Yüzlerce Kürt çocuğunun hapse tıkılması mı yetmez? 2007’den beri süren sınır ötesi harekat tezkereleri mi yetmez? Erdoğan’ın pompalı tüfekli linççileri “haklı vatandaş” ilan etmesi mi yetmez? Kontrgerilla faaliyetlerinin idaresinin askerden alınıp İçişleri Bakanlığı’na kaydırılması ile “Teşkilat”ın “JİTEM”i aratmayan uygulamalarla yeniden yapılanması mı yetmez? Bunların da yetmediğini düşünüyor olacaksınız ki, hükümetle-TSK arasındaki gerilimin demokratikleştirici bir dinamik barındırdığını iddia ederek “yetmez ama evet” diyorsunuz.
Size yetmemiş olabilir… Ama bizce bütün bunlar, 12 Eylül 2010 referandumunda “Hayır” demek için yeter de artar bile.
Yeter!
“Yetmez Ama Evet!” tavrı, solun küçük ama kafa bulandıran bir bölümü tarafından savunulmaktadır. Sermayenin neoliberal saldırılarına karşı halkın emek ve hak mücadelelerini örgütleme gibi bir derdi olanlar; polisin, jandarmanın copuna, kurşununa, kelepçes
ine karşı özgürlük ve demokrasi mücadelesini sürdürenler bu tavrın anlamsızlığını apaçık bilmektedir. Ancak bilenlerin de bilmeyenlere anlatması gerekir. Yalnızca AKP’ye değil, gönlü solda olup hayatı emek ve hak mücadelesinin henüz dışında olan kesimler üzerinde doğrudan ya da dolaylı etki sahibi olan bu yalancı tanıklıklara da artık bir “Yeter” denmelidir.