“Egemenler arası mücadelede taraf olmayacağız”… Bugünlerin popüler sol jargonlarından birisi de bu ifade. Referandum sürecinde “boykot” tavrını deklare eden sosyalist grupların ve aktif mücadelenin dışına düşse de sol duyarlılıklarını korumaya çalışan insanların sıklıkla ifade ettiği bu cümle ilk bakışta oldukça ikna edici görünüyor. Referandum sürecini sadece ve sadece egemenler arası mücadele üzerinden okuduğumuzda yapıştıracağımız yanıt […]
“Egemenler arası mücadelede taraf olmayacağız”…
Bugünlerin popüler sol jargonlarından birisi de bu ifade. Referandum sürecinde “boykot” tavrını deklare eden sosyalist grupların ve aktif mücadelenin dışına düşse de sol duyarlılıklarını korumaya çalışan insanların sıklıkla ifade ettiği bu cümle ilk bakışta oldukça ikna edici görünüyor.
Referandum sürecini sadece ve sadece egemenler arası mücadele üzerinden okuduğumuzda yapıştıracağımız yanıt otomatik olarak “yiyin birbirinizi” oluyor. Ancak bu değişikliklerin sermaye ile sermaye dışı sınıflar arasındaki mücadeleye dair yönlerinin göz ardı edilmesi, sosyalistlerin etkisiz ve isabetsiz bir siyaset izlemesine neden oluyor.* Zira egemenler kendi aralarındaki mücadelede, kendi dışlarındaki sınıfları yönetebilme ve sistemin ihtiyaç duyduğu dönüşümleri hayata geçirebilme yeteneğiyle güç kazanıyorlar.
Halit Narin’in ağzı kulaklarına varırken…
Ece Temelkuran son yazısında “Eski ve yeni sermaye arasında süren bir kavganın yeni bir raundu” olarak gördüğü Anayasa değişikliği referandumunu boykot edeceğini ilan ediyor. Oysa sermaye sınıflarının konum alışları bu değişimin özüne “evet-hayır” deme üzerinden şekillenmiyor. Zira Anayasa değişikliklerine “HAYIR” diyen bir sermaye fraksiyonu yok. TUSKON, MÜSİAD gibi AKP’ye yakın sermaye fraksiyonları hem örgütleriyle hem de üyelerinin sahip olduğu medya gücüyle “militan” bir evet mücadelesi veriyorlar.
Diğer taraftaki TÜSİAD’ın iki cami arasında binamaz kalmış vaziyetini Ümit Boyner’in “evet veya hayır denilmesi kolay bir paket değil” sözleri özetliyor. TÜSİAD, “hayır” diyemiyor çünkü paketteki sermaye lehine değişiklikleri reddedemiyor. Onlar da biliyor ki Halit Narin’in “şimdi gülme sırası bizde” özdeyişiyle anlatılan 12 Eylül sonrası dönüşüm, kendi mantıki sonuçlarına ulaşıyor. Yani Narin’lerin ağzı kulaklarına varıyor. İşte bu yüzden Devlet Bakanı Zafer Çağlayan “Bu değişikliklere en başta işadamları evet demeli” diye gayet açık kendini ifade ediyor. TÜSİAD da uzun süre “sermayenin genel çıkarlarının” sözcülük görevini yürütmüş bir geleneğin refleksiyle davranıyor, sınıflar mücadelesinin gereğini yapıyor, hayır demiyor. Ancak TÜSİAD evet de diyemiyor çünkü sınıf içi mücadelede güçler dengesinin aleyhine bozulmasından korkuyor. Yiğit Bulut’un programında “Anadolu sermayesi”ni “daha samimi” gördüğünü açıklayan Başbakan’ın açık duruşu TÜSİAD’ı bir taraftan tedirgin ediyor, bir taraftan “taraf olmak” için köşeye sıkıştırıyor.
“TÜSİAD bu anayasayı beğenmiyorsa çıksın açıkça hayır desin, gerekçelerini de söylesin. Diyemiyorsa da çıksın açıkça ‘ben bu değişikliği destekliyorum’ desin. Taraf olmayan bertaraf olur çünkü.”
Başbakan bu sözleri sarf ederken TÜSİAD’ın pek çok üyesinin gazetelere, televizyonlara yapıkları açıklamalarla bireysel olarak “evet” kararını açıkladıklarını elbette biliyor. Bu haliyle TÜSİAD’dan bir hayır kararı çıkmayacağından ise gayet emin. Erdoğan TÜSİAD’ı, “tarihsel blok”taki değişimi kabullenerek sermayenin genel çıkarları adına “evet” demeye çağırıyor. TÜSİAD ise “kim yaparsa yapsın sermaye lehine değişime destek” ile “değişimin öncülüğünü kimin yaptığı önemlidir” diyen iki görüş nedeniyle bir tutum açıklayamıyor
Sermaye ya evetçi ya da binamaz, peki ya sosyalistler?
Hiçbir sermaye fraksiyonu “hayır” diyemiyorken sol hangi gerekçeyle emeğin ve doğanın üzerindeki sermaye egemenliğini pekiştirecek bir Anayasa’ya göğsünü gere gere “hayır” diyemiyor? Sermaye evetçiler-hayırcılar olarak saflaşmıyorken, “egemenler arası mücadelede taraf olmama” tavrı ne kadar geçerli?
Solda “egemenler” diye kısaltılan kavram sadece “egemen sınıfları” tanımlamak için kullanılmıyor. Zira böyle olsaydı, tutum almak o kadar da “zor” olmazdı. Sol, “egemenler” derken egemen sınıflara değil, gayet haklı olarak, ordusuyla, bürokrasisiyle, organik aydınlarıyla tarihsel bloka bakıyor. Ancak sol tarihsel bloktaki önemli bir değişimi görmezden geliyor. Sermayenin herhangi bir fraksiyonuna sırtını dayayamayan kimi eski tarihsel blok unsurlarının “egemen” olmaktan çıkıp “Ergenekoncu” olduğunun ayırtına varamayan bazı sol gruplar hala “egemenler arası mücadele” diyor. Bu kesimlerin tasfiye olurken çıkardıkları büyük gürültünün arkasında, belirli egemen sınıf fraksiyonlarının desteğini arıyor. Bu desteği “Ergenekoncular” da arıyor ancak bulamıyor. Devlet içinde varlığını sürdüren kimi “kadro”ların kimi direniş emareleri olsa da sermaye fraksiyonlarından destek alamıyor. Solcular da hala ölmüş eşekle uğraşırken, tarihsel blokun yeni unsurları, “Hayır” diyen sosyalistleri gazetelerinde “illegal hayır cephesi” olarak ilan ediyor, yargıda, poliste, MİT’te, YÖK’te giderek daha güçlü biçimde konuşlanıp yeni “terörle mücadele” konseptlerini kurumsallaştırıyorlar.
Sermayenin sorunu değişime evet-hayır değil, değişimin öznesi
Özetle, Anayasa referandumu üzerinden “eski sermaye” ile “yeni sermaye” arasında bir evet-hayır çatışması yok. Ancak TÜSİAD’da, değişimin ve sürecin önderliğinin “yeni” sermaye fraksiyonlarının siyasi temsilcisine bırakılmasına dair endişeler var. Egemen sınıf fraksiyonlarının eğilimlerini, özellikle TÜSİAD’ı eskisine göre daha başarılı biçimde analiz eden CHP de bu endişelerle sınırlı bir “hayır” siyaseti izliyor. Değişimi ertelemeyi ve mevcut egemenlik ilişkilerinin kendince olması gereken dengesini yansıtan egemenler arası bir uzlaşmayla hayata geçirmeyi öneriyor. CHP, yüksek yargıdaki koltuk paylaşımına dair iki madde dışındaki Anayasa değişikliklerine itiraz etmediğini söyleyerek, 26 maddelik taslaktaki sermaye egemenliğini geliştirici hiçbir konuya muhalefeti olmadığını zaten ilan etmişti. Her ne kadar referandum yaklaştıkça halkın temel sorunlarını ilgilendiren diğer maddeler yarım ağızla gündeme getirilse de asıl olarak sermayeyi hiç rahatsız etmeyecek bir “Recep bey” kampanyası yürütülüyor. MHP’nin “evet geçerse ülke bölünecek” tarzı uyduruk itirazları, basit bir faşist algılama bozukluğu gibi gözükse de aslında CHP’ninkiyle aynı “sınıfsal” kaygıyı taşıyor: Bu değişimin özüne karşı çıkmadan değişimin öznesini zayıflatmak!
Hayır yetmez…
Uzun süredir Türkiye’de neoliberal değişimin öncülüğünü ele geçirmiş, İslami muhafazakar söylemi sayesinde sistemin ideolojik yeniden üretimini başarıyla sağlayan, kapitalizmin yaşam alanlarımızı istilasında fırsatları başarıyla hayata geçiren sermaye kesimleri ile onun siyasi temsilcisi yeni bir dönüşüm için destek istiyor. Geleneksel sermaye ve onun endişelerini paylaşanlar değişimin öncülüğünü tamamen kaptırmanın telaşıyla “binamaz” kalıyorlar. Bu nedenle Anayasa değişikliğinin özüne, ruhuna dair en hakiki eleştirileri sosyalistler yapıyor. Sosyalistler içinde “binamaz” kalanların da bir an önce bu dönüşüme sağlam bir emekçi tokadı örgütlemek için harekete geçmesi gerekiyor. Ama tabii ki, bir taraftar grubundan ödünç ifadelerle, “Hayır yetmez nayır ulan” diyerek… Zira sosyalistler “neoliberal değişimin öncüsü AKP olmasın” diye sandığa koşmayacak. Sosyalistler, bu öneriler egemen sınıfların başka bir fraksiyonu ya da tüm fraksiyonlarının uzlaşması üzerinden gündeme gelse dahi “toplumsal mutabakat” fasaryalarına kulaklarını kapatacak ve “hayır” diyecek.
Egemenler arası mücadelede taraf olmamak, egemenlerin sınıfsal
saldırılarına kayıtsız kalmak değildir. Bugünkü gibi bazı sermaye fraksiyonlarının öncülüğünde veya 30 yıl önceki gibi tüm fraksiyonlarının ittifakıyla hayata geçirilmek istenen ve sermaye egemenliğini pekiştirmeyi hedefleyen politikalara karşı direnmektir. Sosyalistler açısından 12 Eylül 1980’de de 12 Eylül 2010’da direnme hakkını kullanarak hayır demenin anlamı bu kadar sadedir…
* Değişikliklerin sermaye lehine içeriğine dair bir değerlendirme için bakınız: Özay Göztepe, 17. Perde: Kılavuzu AKP olanın, http://www.sendika.org/yazi.php?yazi_no=32162