Gündem malûm anayasa referandumuna kilitlenmiş durumda. Referanduma dönük ne tür bir tavır geliştirilmesi gerektiğine ilişkin fikirler, “Evet!”, “Hayır!” ve Boykot!” cephelerinin oluşmasıyla zikre dönüyor. Liberal aklın “zırt” dediği yer Referandum konusunda sağıyla soluyla, “ilericisiyle” muhafazakârıyla liberal aklın takındığı tavır her zamanki gibi öğreticidir. Mantık -cesaretimi mazur görün- şu şekilde işlemektedir: Demokrasi halkın düzenli seçimlerle yöneticileri […]
Gündem malûm anayasa referandumuna kilitlenmiş durumda. Referanduma dönük ne tür bir tavır geliştirilmesi gerektiğine ilişkin fikirler, “Evet!”, “Hayır!” ve Boykot!” cephelerinin oluşmasıyla zikre dönüyor.
Liberal aklın “zırt” dediği yer
Referandum konusunda sağıyla soluyla, “ilericisiyle” muhafazakârıyla liberal aklın takındığı tavır her zamanki gibi öğreticidir. Mantık -cesaretimi mazur görün- şu şekilde işlemektedir: Demokrasi halkın düzenli seçimlerle yöneticileri seçtiği düzendir, bu durumda demokratik yönetim seçilmiş yönetimdir, atanmış (ya da çeşitli demokrasi dışı girişimlerle) iktidara gelmiş yönetim ise anti-demokratiktir. Bu kantara vurulduğunda AKP iktidarı seçilmiştir ve demokratiktir, örneğin yargı mensupları ise atanmıştır ve bu anti-demokratik bir durumdur. Aynı kantarın 1933 yılında Almanya’da gayet demokratik bir seçim sonucunda Şansölye seçilen Adolf Hitler’i demokratik kefede, 1945’te Nazi ordularını püskürterek halk cumhuriyetini kuran Polonyalı komünistleri de anti-demokratik kefede tartması gerekir.
Liberal aklın sormayı, sorsa da insanı çileden çıkartmadan yanıtlamayı bir türlü beceremediği sorular şunlardır: Burjuva demokrasilerinde (hay allah burjuva dedim) seçmek ve seçilmek, bunları içerecek biçimde seçimler halkın iradesini ne kadar yansıtmaktadır? Halk bu seçimlere ne tür (o başbelası) “temsil” mekanizmalarıyla ve ne kadar dolaylı dolaylı dolaylı biçimde dâhil olabilmektedir? Dahası “halkın iradesi” nasıl belirlenir? Medya, iktidar gücü, manipülasyon, dezenformasyon ve daha pek çok “rıza imalatı” aracı bu iradenin inşasının neresinde durmaktadır? Seçilmişler bir kez seçildiğinde, onların gerçekleştirdiği atamalar demokratik midir, değil midir? Sorular uzatılabilir.
“Kötünün iyisini seçmek” sadece siyasal bir stratejiye denk düştüğünde bir tercihi yansıtabilir ve bu anlamda bunu mahkûm etmek de çok anlamlı olmayabilir. Ancak bunu çağın ruhu olarak kakalamaya çalışmak ve bu yönde hareket etmeyenleri sürekli biçimde o yüzeysel statüko-değişim karşıtlığının “statüko” tarafına havale etmek başka bir şeydir. Fizik disiplininde malum “bütün diğer değişkenler sabit olduğunda” diye bir aksiyomatik biçim mevcuttur. “Yetmez ama evet!” demek “bütün diğer değişkenler sabit olduğunda” doğrudur ama Allah kahretsin ki toplumsal/siyasal zeminde hiçbir değişken hiçbir zaman sabit değildir. Dahası, yukarıda sıraladığımızın birkaç katı soruyu arka arkaya dizmeksizin “AKP-değişim-statüko-demokrasi”den oluşan çok bilinmeyenli denklemi çözmek öyle pek mümkün görünmemektedir.
Hadi bu sorulardan birkaçını da sıralayalım: 12 Eylül Anayasası’na dönük bu tadilat metnin ruhuna aykırı mıdır? Grev, sendikalaşma, toplantı, örgütlenme, kreş, su, sağlıklı yaşam, sosyal güvenlik ve daha nice hakları hiçbir şekilde tanımayan bir anayasa değişikliğine “evet” oyu vermek mümkün müdür? Sistemle bu kadar organik ilişki içinde olan ve hem 12 Eylül’e giden yolda Komünizmle Mücadele Dernekleri’ni kurarak sola cihat ilan eden bir yerde duran hem de doğrudan 12 Eylül rejimi içinde palazlanan bu aslan demokratlar “en azından darbecileri yargılayabilecekler” midir? Bu soruların sonu gelmez ve dahi pek çok eli kalem tutan kişi de gereken soruları sormuş durumda.
Ne diyordu Ahmet Kaya: “Nerden baksan tutarsızlık nerden baksam ahmakça”. Kısaca liberal akıl, sıkıştığı statüko/değişim, seçilmişler/atanmışlar ve dahi pek çok ikilemle birlikte düşünmeye devam ettiği sürece sürekli ters köşeye yatacaktır. Geçelim.
“Hayır!”a karşı “Boykot!” mu?
Referanduma dönük “bizim taraftaki” tartışmalarda ise iki farklı görüş ön plana çıktı: “Hayır!” oyu kullanmak ve “Boykot!” etmek. Her iki strateji de belirli siyasal bağlamlar dâhilinde ve uygun biçimde kullanıldığında önemli sonuçlar verebilir. Ancak mesele nedense ve ne yazık ki bunları iki farklı strateji biçiminde görmenin çok ötesine taşmış durumda. Her iki taraf da birbirini AKP’nin ekmeğine yağ sürmekle hatta AKP’ye destek vermekle eleştirir hale gelince, insan ortada çok ciddi bir iletişim sorununun bulunduğunun farkına varıyor.
Bir ufuk turu atalım: “Referanduma katılmıyoruz” başlığıyla yayınlanan metnin imzacıları TMMOB Makine Mühendisleri Odası’nda basın toplantısı düzenlediler. Toplantının katılımcılarından Prof. Dr. Büşra Ersanlı “Yeni makyajlarla sürdürülen statükoya oy vererek bu kandırmacaya alet olmak istemiyoruz” dedi. Tercüme edelim: “Referandumda ‘Hayır!’ oyu verenler statükoya oy vererek bu kandırmacaya alet oluyorlar”. Gerçekten öyle mi?
“Hayır!” cephesinden soL yazarı Merdan Yanardağ ise “Boykot!” cephesini üçe ayırmakla ve hatta bu cephenin bazı bileşenlerine şartlı biçimde hak vermekle birlikte “boykot taktiği her halükarda AKP’nin değişiklik taslağına, dahası AKP iktidarına utangaç da olsa bir “evet” anlamına gelecektir” diyor. Çünkü hiç kuşku yok ki, sandık başına gittiğinde “hayır” demesi beklenen insanları boykota çağırmak hatta zorlamak, son çözümlemede AKP iktidarına hizmet etmek anlamına gelecektir” sözlerini sarf ediyor. Tercüme edelim: “Referandumda “Boykot!” diyenler AKP iktidarına hizmet ediyorlar”. Gerçekten öyle mi?
Mor ve Ötesi’nden geliyor: “Ayıp olmaz mı? Bu işler o kadar kolay mı?”
Liberal aklın malûl olduğu o kafa göz yaran ikiliklere hapsolmak zorunda mıyız?
Yaz günü kısa keselim: Referandum’da “Hayır!” oyu vermek ya da referandumu “Boykot!” etmek iki farklı siyasal stratejiyi ve dolayısıyla iki farklı siyasi eğilimi temsil ediyor olabilir ancak bu ayrım toplumsal muhalefet cephesi içinde yaşanan bir siyasal strateji ayrımından fazlası değildir. Anayasa metinleri ancak toplumsal mücadelelere bağlı olarak çeşitli biçimlerde fiilen uygulanamaz hale getirilebilir. Buradan hareketle referandumun Türkiye siyasetinde önemli bir dönemeç olduğunun ama gerçek siyasetin de sokakta yapıldığının bilincinde olarak hareket etmek gerekmektedir.
Ortada gerçek bir ikilik, bir cepheleşeme varsa, bu, referandumda “Evet!” diyenler ile demeyenler arasındadır.