Sivas’ta, Madımak Oteli’nin merdivenlerinde bekleyen insanlarımızın fotoğraflara yansıyan yüz ifadesi aklımdan çıkmıyor. Kendimi onların yerine koymak zor olmadı. Çünkü, İnsancıl Dergisi ile Sivas’a giden ekibin içinde ben de olacaktım. Oteldekiler tam 8 saat beklediler. Beklenen, şenliklere bu insanlarımızı davet eden, şenlikleri destekleyen yöneticilerin emrindeki güvenlik birimiydi. Oteldekiler, kent yöneticilerinin ve Sivas kentinin resmen konuklarıydı. *** […]
Sivas’ta, Madımak Oteli’nin merdivenlerinde bekleyen insanlarımızın fotoğraflara yansıyan yüz ifadesi aklımdan çıkmıyor.
Kendimi onların yerine koymak zor olmadı. Çünkü, İnsancıl Dergisi ile Sivas’a giden ekibin içinde ben de olacaktım.
Oteldekiler tam 8 saat beklediler. Beklenen, şenliklere bu insanlarımızı davet eden, şenlikleri destekleyen yöneticilerin emrindeki güvenlik birimiydi. Oteldekiler, kent yöneticilerinin ve Sivas kentinin resmen konuklarıydı.
Ahmet Koçak, Alev Yayınlarından çıkan “Onlar Işık Oldular” isimli kitabı 2003 yılında yayınladı. Bir ikisi dışında olayları doğrudan yaşayan 26 kişinin tanıklığına yer verdi kitabında. Onlardan birkaçını anımsamak, paylaşmak için seçtim;
“Bize ayrılan Madımak Oteli, Sivas’ın tam ortasında, Belediye ve Vilayet binalarına yüz metre” (Şükrü Günbulut)
“Ve o gün Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Süleyman Demirel utanmadan diyor ki, ‘polisle halkı karşı karşıya getirmedik’.” (Arif Sağ)
“Başka bir zulüm, ‘bu işi çok abartıyorsunuz, bu ülkede bir futbol maçında bile bu kadar insan ölüyor’ diyen Mesut Yılmaz‘ın iğrenç yorumudur.” (Arif Sağ)
“Aziz Nesin telefonda o dönemin Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ile görüştü, atılan taşların sesini dinletti. Arif Sağ kimi milletvekillerine ulaştı.” (İlhan Cem Erseven)
“Aziz Nesin bir bahane. Aziz Nesin’i öldürmek o kadar zor değildi. Daha önce kültür merkezinde konuşmalar yaptı, insanların arasında gezdi, kitap imzaladı.” (Ali Baştuğ)
“Dönemin kamu görevlileri (Cumhurbaşkanı, Başbakan, İçişleri Bakanı, Vali, Emniyet Müdürü, MİT Bölge Müdürü, Belediye Başkanı,Tugay Komutanı, vb.) kusurları ve ihmalleri nedeni ile soruşturulmamıştır.” (Kazım Genç)
“Biz çaresiz, Erdal İnönü‘nün sözüne inanarak içerde oturduk. Bu söze güvenmezsek en azından biz kendimizi orada yanmaya mahkum etmezdik. Dışarı atılırdık. Bize vururlardı, kafamızı kolumuzu kırarlardı, ölenler bile olurdu. Ama belki bu kadar çok sayıda can yanmazdı. Erdal İnönü, sözleriyle bizi otelde yanmaya mahkum etti.” (Makbule Çimen)
Yıllar sonra, Erdal Atabek‘in Beyaz Balinayı Sevmek isimli kitabını okurken şu satırlara denk geldim:
“Dışarı çıkınca parçalanmak, içeride kalınca yanmakla karşı karşı karşıya kalsaydınız ne yapardınız? Ben bilmiyorum, ama siz biliyor musunuz Süleyman Demirel? Siz biliyor musunuz Tansu Çiller? Ya siz Sayın İçişleri Bakanı? Siz, Erdal İnönü? Bunu bildiğinizi sanmıyorum. Ama görevlerinizden ayrılmayı bilmeniz gerekiyordu. Görevlerinizden ayrılmak elbette yeterli değil, bu olayı önlememiş olmanın hesabını da vermeniz gerekiyor.”
…
“Burada hareketsiz kalmak infaz emrini vermektir.”
Yurttaşların can güvenliğinden sorumlu olan Demirel, Çiller ve İnönü -en azından- “görevi ihmal ve kötüye kullanma, tedbirsizlik ve ölüme sebebiyet vermek” nedeniyle yargılanabilirlerdi. Burjuva hukukunun bu en temel, en basit noktasına kafayı takmadığımız, küçümsediğimiz için 2 Temmuz anma törenlerine SHP’lisi, CHP’lisi suçluluk hissetmeden tören icabı huzur içinde geliyor.
İsmet İnönü, 6-7 Eylül olaylarından sonra 12 Eylül 1955’te TBMM’de, CHP Meclis Grubu adına yaptığı konuşmada bakın ne demiş:
“Cemiyet hareketlerinde taşkınlık çıkabilir. Bunlar birtakım zararlara da meydan verebilir. Ancak, bu hareketler vatandaşı koruyan kanun kuvvetlerinin kudretli müdahalesi ile karşılanır. 6-7 Eylül hadiselerinin çok hazin tarafı, tecavüz edenlerin çoşkun hissiyat ile kendini kaybetmişler halinde değil, adeta hiçbir mani karşısında bulunmayan rahatlık ve kolaylık içinde işlerini gören insanlar olarak görünmeleridir.”
Aziz Nesin’in, Salkım Salkım Asılacak Adamlar isimli kitabından aldığım bu sözlerden anlaşılıyor ki, İsmet İnönü muhalefette olmanın huzuruyla gerçeği dillendirmiş. İnönü yaşasaydı, 2 Temmuz 1993’te yine muhalefette olsaydı “Madımak’ı yobazlar yaktı” diye işin içinden sıyrılmazdı.
Ahmet Koçak’ın kitabında yer alan tanıkların anlattıklarını kafamda canlandırdığım zaman korkuya kapıldım, 8 saat hareketsiz kalarak oteldekileri öldürmüşler, yargısına vardım.
Sıradan bir kamu görevlisi yüzünden canınız yansa, kızgınlığınızı yansıtırsınız. Örneğin, bir doktor hatası nedeniyle yakınınız sakat kalsa o doktorla ilişkinizi kesmez misiniz? Hak arayışına girip hukuku zorlamaz mısınız? Durum siyasetin güç ilişkilerine, büyüklerine sıra gelince neden böyle olmuyor. CHP, SHP ve benzerlerinin saygınlıklarında neden düşme olmuyor?
Bu partilerin yöneticileri doktor, örgütleri hastahane olsaydı; siz CHP, SHP, DSP üyeleri yine hastanızı bu doktorlara, hastahanelere taşır mıydınız?
Sorun bizim tarafta; faydacılığın günübirlik hazzı, tedavisi, siyasi getirisi uğruna unutmaya, dönemine göre girilip çıkılan toplumsal ilişkilere razı mıyız; ya da sorumlu tutmaya, sorumluluk almaya hazır mıyız?
23 Haziran 2010