AKP dış politikada boyunun ölçüsünü alıyor. Hem artistlik hem işbirlikçilik bir yere kadarmış. Cümle âlem görüyor. Daha da görecek. Aslında AKP’nin büyük sırrıydı; Ortadoğu’da ABD emperyalizmiyle işbirliği yaparken ABD ve İsrail ile mesafeli, Ortadoğu halkları ile yakın bir imaj çizmek. Emperyalizme bağımlılık ve bölgesel işbirlikçilik gerçeğini “yükselen bölgesel güç” masalları ile maskelemek… Bir politik meşruiyet […]
AKP dış politikada boyunun ölçüsünü alıyor. Hem artistlik hem işbirlikçilik bir yere kadarmış. Cümle âlem görüyor. Daha da görecek.
Aslında AKP’nin büyük sırrıydı; Ortadoğu’da ABD emperyalizmiyle işbirliği yaparken ABD ve İsrail ile mesafeli, Ortadoğu halkları ile yakın bir imaj çizmek. Emperyalizme bağımlılık ve bölgesel işbirlikçilik gerçeğini “yükselen bölgesel güç” masalları ile maskelemek…
Bir politik meşruiyet krizine yol açabilecek sıkı işbirlikçilik ilişkileri, diplomatik şovlarla, “bölgesel güç” söylemiyle ve tantanalı yardım kampanyaları ile örtülüyordu. İşbirlikçiliğin dozu yükseldikçe artistliğin de dozu yükseliyordu. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında ABD ve İsrail ile yürütülen askeri ve ekonomik işbirliklerine sözüm ona Türkiye’nin dış politika eksenini kaydıran gerilimler eşlik ediyordu. ABD’ye doğrudan bağımlı görünen bir Türkiye’dense kısmen mesafeli görünen bir Türkiye ABD için Ortadoğu’da daha büyük avantajlar sunar, diyen CIA Ortadoğu Masası eski şefi Graham Fuller takdir ediyordu. Fuller’in öğütlerinden “Stratejik Derinlik” diye bir kitap ve dış siyaset türeten Ahmet Davutoğlu’nun stratejisi de, derinliği de bu kadardı.
Bu derinlik yanılsaması ile yola çıkan Mavi Marmara gemisi, 31 Mayıs sabahı işbirlikçiliğin sığlığına tosladı. “Bölgesel güç” masallarının ardında nasıl bir acizlik yattığını, İsrail askerlerinin gemiyi basarak 9 insanı katletmesi karşısında somut bir adım atamayan AKP gösterdi. O 9 insanın kanı üzerine bir bardak soğuk su için, otoritenize başkaldırmayın, diyen Fethullah Gülen gösterdi. Aman İsrail’le ilişkileri bozmayın, diye çağrılar yapan sermaye grupları gösterdi. Kameraların önünde gaza gelip İsrail ile ilişkileri keseceğiz diyen arkadaşlarını anında tekzip eden, “İlişkiler kesilmeyecek” diyen AKP’li bakanlar gösterdi.
AKP şimdi iki yönlü bir sorgulamayla yüz yüze. Birincisi, Arap halkları nezdinde hala popülerliğini koruyan Tayyip Erdoğan ve AKP’nin böylesi bir durumda dahi neden somut adım atmadığı sorgulanmaktadır. Türkiye’nin NATO üyesi olduğu, ABD ve İsrail’in müttefiki olduğu zaten sır değildi. Bu nedenle Rusya Gürcistan’a girdiğinde ABD’yle birlikte Türkiye’yi de yenik saymıştı. Bu nedenle Türkiye’nin çok övünülen arabuluculuk girişimleri ya geri çevrilmiş ya yarıda kalmış; Filistin Mısır’ı, Suriye ABD’yi, Azerbaycan ve Ermenistan Rusya ve ABD’yi, İran da Brezilya’yı tercih etmiş, Türkiye’ye en fazla ikincil bir rol vermişti.
Ancak AKP iktidarı her şeye rağmen bir iddiayı kitlelerin gözünde canlı tutuyordu: ABD emperyalizminin egemenlik krizini fırsata çevirip, durumdan vazife çıkararak bölgesel sorunların çözümünde inisiyatif almak. Aktif taşeronluk diye adlandırdığımız bu çizgi ile emperyalizmle ilişkilerini bölge halkları için, bölge halkları ile ilişkilerini de emperyalizm için bir avantaja çevirmek.
Daha 20 Mayıs’ta İsrail’in OECD üyeliği oylanırken Filistin’in çağrılarına kulak tıkayarak İsrail’e destek veren AKP iktidarı, bu büyük tavizin ardından 10 gün geçtikten sonra Mavi Marmara faciası ile yüz yüze geldi. Emperyalizme verilen tavizlerin aslında bir pazarlığın gereği olduğu ve karşılığının da alınacağı iddiası üzerine kurulan demagoji, kolay kolay kapanmayacak bir yara aldı.
İkinci sorgulama da birincisinden doğmaktadır. Bölge halkları üzerinde güvenilirliği giderek yıpranan ve bunu onarmak için “otorite”nin sınırlarını zorlayan şovlara kalkışan AKP, “otorite” açısından da artık yeterince işlevli olmaktan çıkmakta, can sıkıcı hale gelmektedir. Mart ayında ABD eski büyükelçisi Morton Abramowitz ve eski dışişleri bakanı James Baker’ın AKP’ye uyarılar içeren yazısı bu açıdan önemliydi. Yazıda Erdoğan’ın “giderek daha otoriter ve eleştirileri hor gören bir lidere dönüştüğü” eleştirilerine yer verildi ve bir de uyarı çekildi: “Batı şimdiye kadar AKP’yi övdü ancak, Türkiye’nin AB ve daha geniş demokratik dünyanın bir parçası olabilmesi için esas olan büyük değişimleri ilan etmekten kaçınarak Türklere iyilik yapmıyor.”
ABD’den gelen bu uyarı, iddia ettikleri gibi Erdoğan’ın “otoriter” tutumundan değil, aktif taşeron dış politikanın bugün geldiği tıkanmadan ve beklentileri yeterince karşılayamamasından dolayıdır. Ola ki AKP bu tıkanma karşısında “emperyalizme bağımlılık” gerçeğini unutmaya kalkarsa ona bu gerçek hatırlatılacaktır. Ancak bu bağımlılık aynı zamanda tıkanmanın başlıca nedenlerinden biridir. Bu da aktif taşeronun giderek olgunlaşan krizine işaret etmektedir.
Bu krizi birileri fırsata çevirecektir. Bu, sol da olabilir. AKP’nin ikiyüzlülüğünü ve işbirlikçiliğini ısrarla teşhir etmek için belki de en iyi zaman. Hazır punduna düşürmüşken…