Ve baraj kapağı kalktı. İster uluslararası (ABD veya Almanya) bir komplo isterse AKP komplosu olsun ya da ister Ergenekon komplosu isterse CHP içinden yapılmış olsun, ilk sonuç; CHP’nin Baykal’dan şimdilik kurtulması ve büyüme umudu oldu. 1995 ve 1999’da iki kez genel başkanlık görevinden ayrılan sonra tekrar dönen ve şimdi “aradan 10 yıl geçmiş, bir ara […]
Ve baraj kapağı kalktı. İster uluslararası (ABD veya Almanya) bir komplo isterse AKP komplosu olsun ya da ister Ergenekon komplosu isterse CHP içinden yapılmış olsun, ilk sonuç; CHP’nin Baykal’dan şimdilik kurtulması ve büyüme umudu oldu.
1995 ve 1999’da iki kez genel başkanlık görevinden ayrılan sonra tekrar dönen ve şimdi “aradan 10 yıl geçmiş, bir ara vermek yararlı olur” diyen ve kongreyi “kitlelerin mağduriyeti sahiplenmesi” olarak analiz eden Baykal’dan, CHP’nin ve Türkiye’nin kurtulması kolay olmayacak.
CHP’nin büyüme umudu ise daha gerçekçi görünüyor. “Yeni” CHP’nin izleyeceği politikaların sonuçları daha sonradan görülecek olsa da şimdiden medyanın ve yeni kadroların desteğini aldı. Ve hepsinden önemlisi CHP kitlesi, gönül rahatlığıyla arkasında durup propagandasını yapabileceği bir genel başkana “kavuştu”. Artık bakkalda, berberde, dolmuşta rahatça oy isteyebilecekler CHP’ye. Yeni genel başkana, biraz da medya desteğiyle bir lakap bile buldular: “Gandi Kemal”. Üstelik sosyalistlerin sempatisini kazanmak için eklediler; “Gandi sosyalist değildi ama sosyalistler de onu severdi”.
Kemal Kılıçdaroğlu ise bu süreçteki tutum alışlarıyla ve kongredeki konuşmasında sistemin ve bir örgüt olarak CHP’nin tüm kısıtlarını kendi kişiliğinde bütünleştirmiş olduğunun kanıtlarını sundu. (Daha sürecin başında “kesinlikle aday değilim” diyerek partinin öznel görevlerini, sosyal demokrasinin nesnel görevlerine tercih etmişti. Ve bu kararından vazgeçerek sosyal demokratlara yeni bir umut olurken, CHP “büyük bir krize girecek” diyenleri yanılttı.) Sistemin kısıtlarının başında, etnik ve dini kimliklerin öne çıkarılması geliyor. Kılıçdaroğlu da tüm bu süreç boyunca sadece sosyoekonomik kimliklerden söz etti. Kürtlerin siyasallaşmış tercihleri görmezden geliniyor. Hatta sistem için çok radikal sayılabilecek yüzde 10 barajının kaldırma önerisi bile Kürtlerin siyasal temsiliyetini sağlamak için değil, AKP’nin temsiliyetini daraltmak için yapılıyor. “Kürt sorunu yoktur, doğu sorunu vardır, onun da çözümü iş ve aştır” tespitine CHP kitlesinin bile yüzde kaçını inandırabilir? Ya da AKP’nin bu toplumda yarattığı tahribat sadece halkı yoksullaştırması mıdır? Merdiven altında çalışan “başörtülü kızlar” sendikalı yapılınca dinci gericilik son mu bulacak? AKP’nin öne çıkarttığı kimlik sorunları basitçe “iş-aş” sorununun çözümüne indirgenemez. Etnik ve dini kimliklerin öne çıkarılmayacağı açık olmasına rağmen, kongrede olduğu gibi ve anlaşıldığı üzere “yeni” CHP’de sol söylem bolca kullanılacak. “Faşizme geçit yok”, “devrimci CHP” gibi sloganlara yine bilindiği üzere sistem, ancak demagoji olarak kaldığı sürece izin verecektir. Yine bilindiği üzere CHP’nin faşist MHP’yle bir koalisyon kurmasına hiçbir engel yoktur. Hatta Bahçeli’nin “kaliteli” yeşil ışığı şimdiden yandı bile.
Bu süreçte bir örgüt olarak CHP’nin tüm kısıtları da ortadadır. Aynı CHP’nin içinden çıkmış olan Kılıçdaroğlu da değişim için çok büyük fırsatlar sunan böylesi bir dönemde bile kısmi bir revizyonla yetinmiştir. Yılların kaşar teşkilatçısı Önder Sav yerini daha da güçlendirmiş, kulis faaliyetçisi ve taklitçi Gürsel Tekin, tarzını geliştirme olanağı bulmuştur. Oluşan “yeni” hava CHP’nin iç dinamizmiyle yaratılmamıştır. Tabandakilerin ve çevredekilerin beklentileri belirleyici olmuştur. Bu durumun sürekliliği ve hatta Kılıçdaroğlu’nun kalıcı, uzun süreli bir genel başkan olup olmayacağı, sonlanmış bir süreç olarak ifade edilemez.
Ancak her şeye rağmen CHP’de değişen yeni söylem yani işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik ve taşeronlaştırmaya karşı oluşan söylem, halkın neoliberal sistemin sonuçlarına ve AKP dönemi uygulamalarına ilişkin büyüyen tepkisini ve sorgulamayı daha ileri götüren bir etki yaratacaktır. Ve bu durum devrimcilere çok daha yaygın ve güçlü bir sistem eleştirisi getirme ortamı oluşturacaktır. Bu ortamda hak gasplarına, güvencesizliğe, taşeronlaştırmaya karşı oluşturulacak barikatlar kalıcı olma özelliğini taşıyacak. O zaman yapılacak şey bu barikatları çoğaltmaktır.
“Recep Bey”in paniği ise çok anlaşılabilir; hem iktidarı hem de icraatı ciddi bir tehlike altına girdi. İktidarı çünkü, hem geleneksel sermayede hem de medyada oluşan karşı destek CHP’ye oy vereceklerin sayısının artmasıyla birleşebilirse AKP’ye karşı ilk kez iktidar alternatifi bir rakip çıkacak. Ciddi bir rakibin varlığı, şimdiye kadar seçeneksiz olmanın avantajını kullanan AKP’nin elini hem ABD karşısında hem de tekelci sermaye karşısında çok zayıflatacak. ABD’nin isteklerine çok hızlı boyun eğmek ve geleneksel sermayeye pastadan daha büyük dilim ayırmak zorunda kalacak.
AKP’nin icraatı da sorgulama ve denetim tehlikesi altında. Şimdiye kadar kendi çizgisindeki ve kendisine bağlı sermaye gruplarını hoyratça kollayan Erdoğan artık oyunun kurallarına daha fazla uymak zorunda. Aynı şekilde sadakalaştırma ağlarını daha inceltmek ve gizlemek zorunda. O yüzdendir ki daha ilk günden “işsizlikle mücadele programı” açıklamak zorunda kaldı, yıl sonuna kadar 40 bin öğretmen atama sözü verdi. O yüzdendir ki “manşetle gelen manşetle gider, ibret alsınlar” lafıyla Kılıçdaroğlu’na, benzer bir komplo tehdidi savurdu. AKP’nin zaman kaybetme korkusu en net biçimde MİT Müsteşarlığı atamasında görüldü. Eski müsteşarın görev süresinin altı ay daha uzatılması beklenirken Erdoğan-Gül ittifakı bunu engelledi. Ve kariyerine astsubay olarak başlamış, hızlandırılmış-özel süreçlerle ilerletilmiş 42 yaşındaki Hakan Fidan’ı yeni MİT Müsteşarı olarak atayıverdiler. Ve devamla AKP, milletvekillerine, haziran ayı içerisinde yani 30 günde 30 yasa tasarısını Meclis’ten geçirme görevi verdi.
Bu yeni durum yani AKP karşısında ciddi bir alternatifin oluşma ihtimali bile oligarşi açısından yeni fırsatlar oluşturmuş durumda. Kısa vadede, AKP’nin kendisine yontarak gerçekleştirmeye çalıştığı yapısal dönüşümde dengeleri daha fazla gözeten bir dönem planlaması yapmasını zorlayacaklar. Uzun vadede bir iktidar değişikliği durumunda ise neoliberalizmin vahşi uygulamalarını bu kez sözde sosyal demokrat bir yönetim eliyle sürdürme şansına sahipler. Benzer taktik MHP koalisyonunda Öcalan’ı idam ettirtmeyerek, dinci gericiliği AKP iktidarıyla kontrol ettirerek uygulanmıştı.
Baykal’ın çekilmesinden ve Kılıçdaroğlu’nun “halkçı” söyleminden en çok rahatsız olan kesim ise kuşkusuz Taraf gazetesi etrafında kümelenen liberaller. En çok da “havuzlu ev” eleştirisinden rahatsız olmuşlar. Ahmet Altan diyor ki; “Keşke Kemal Bey havuzlu villada otursa da bu ülkenin ezilen, kimlikleri, inançları inkar edilen insanlarına sahip çıksa, daha dürüstçe bir davranış olur”. Kendisi “havuzlu villada” oturan “dürüstler”den ya…
Bu yeni durumun “sol”da yarattığı ve yaratacağı etkileri de görmek gerek. İlk olarak, sosyal demokrat zeminde kurulması düşünülen birtakım yeni parti kurma girişimlerini (Sarıgül’ü, 10 Aralık Hareketi’ni) baltalayacağı/engelleyeceği kesin. CHP’nin; DSP’yi, DSHP’yi ve belki de SHP’yi bünyesine katma olasılığı da açığa çıktı. EDP için ise bir siyasal alan (liberalizm) var olsa da bünyesinde barındırdığı Alevilerde ciddi bir sarsıntı yaşanacaktır. En büyük risk ise ÖDP ve TKP için geçerli; siyaset yaptıkları düzlem, gerek politik söylem gerekse de kitle desteği açısından daralacaktır. Siyasal kimliklerini sürdürmek zorunda olduklarından bulacakları öznel ne
denler kritik. Bu nedenle ÖDP, yeni durumun yani sosyal demokrasinin yaygınlaşmasının kendileri için bir avantaj olacağı varsayımıyla daha da kendiliğindenci bir çizgiye savrulma, TKP ise neredeyse sadece komünizm propagandasını içeren bir rijit çizgiye daralma riski taşıyor.
Tüm bunlara rağmen “sosyal-demokrat” zeminde oluşacak “yeni” durum; ne yaptığını bilen, ayırt edici bir politik çizgiye sahip siyasi hareketler için ileri barikatların kurulmasını sağlayabilir. İşsizlik, yoksulluk, güvencesizlik ve taşeronlaştırma gibi sorunların varlığı Kılıçdaroğlu’nun kişisel tercihlerine bağlı değildir. Hatta bu sorunların bugün yüksek perdeden dile getirilmesinde, bu sorunlar karşısında açığa çıkan tepkinin ve bu tepkinin örgütlenmesinin önemli bir payı mevcuttur. Tekrar etmek gerekirse; neoliberal sistem ve AKP dönemi uygulamaları daha ciddi olarak sorgulanacaktır. Ve devrimcilere çok daha yaygın ve güçlü bir sistem eleştirisi getirme ortamı oluşturacaktır.
Kılıçdaroğlu ve CHP artık yeni yükümlülüklerle de karşı karşıyadır. Örneğin; referandum tartışmalarında artık sadece basit bir “hayır” çıkışı yetmeyecektir. “Bu referanduma hayır çünkü biz daha ileri ve kapsamlı bir değişiklik yapacağız” demek zorunda kalacaktır. Anayasa değişikliklerinin çıtasını ise CHP değil, toplumun ilerici muhalefet örgütleri ve devrimciler belirlemek zorundadır.
Başta muhalefet kesimlerinin önemli bir kısmında oluşacak olan, sorunların çözümünü CHP’ye havale etme zihniyeti, bu dönemin en zaaflı noktasıdır. Kendi özgücüne dayanmayan, sorunların çözümünü başkalarından bekleyen ve örgütlenme bilincini zayıflatan bu algı, bilinmelidir ki CHP’nin “kaşar” kadroları tarafından da özel olarak “örgütlenecektir”.
Ancak toplumsal muhalefet “eskiye göre” çok daha farklılaşmış durumda. Özellikle son dönemde açığa çıkan, Tekel işçilerinin önde gözüktüğü ancak farklı iş kollarında da benzer direngenliğin örneklerinin verildiği yeni hareketler, yeni dönemin de habercisidir. Türk-İş Başkanı Kumlu’yu sorgulayan, sorgulamakla yetinmeyip kendi mücadelesini kendi ellerine alan bir tarz yerleştikçe ve büyüdükçe, sözde önderler de ya değişecek ya da yeni misyonlar edinecekler.
Unutulmamalıdır ki, bu yeni görülmeye başlayan hareketlenmelerin yanında, uzun yıllardır süren, sağlık emekçilerinin güvencesizliğe ve taşeronlaştırmaya karşı verdiği mücadele mevcuttur. Hak mücadelelerinin kararlılığı ve istikrarı mevcuttur. Bu ülkede kalıcı olacak başarılar hiçbir zaman “kolay yoldan” gerçekleşmeyecek…