Ankaralıların ulaşım hakkı eylemlerine alışılmışın ötesinde bir şiddetle ve yekvücut yanıt veren belediye başkanının, başbakanın, esnaf odalarının, valinin, polisin, savcıların zoru ne? Acaba Venezüella’daki Bolivarcı devrimin miladı kabul edilen 1989 Caracazo isyanının, ulaşım ücretlerine yapılan yüzde 30’luk zam vesilesi ile patlak verdiğinden haberleri var mı?* Caracazo’yu bilmeseler de, ulaşım hakkı talebiyle yapılan doğrudan eylemlerin, gerçekleştiği […]
Ankaralıların ulaşım hakkı eylemlerine alışılmışın ötesinde bir şiddetle ve yekvücut yanıt veren belediye başkanının, başbakanın, esnaf odalarının, valinin, polisin, savcıların zoru ne? Acaba Venezüella’daki Bolivarcı devrimin miladı kabul edilen 1989 Caracazo isyanının, ulaşım ücretlerine yapılan yüzde 30’luk zam vesilesi ile patlak verdiğinden haberleri var mı?* Caracazo’yu bilmeseler de, ulaşım hakkı talebiyle yapılan doğrudan eylemlerin, gerçekleştiği mekân dolayısıyla taşıdığı yıkıcı potansiyelin farkındalar. Ulaşım hakkı eylemleri, az sayıda kişinin girişimiyle başlayıp geniş kitleleri seferber edebilmektedir. “Üç beş kuruşun kavgası” sistem karşıtı genel hoşnutsuzluğun ifade edildiği bir itaatsizliğe/başkaldırıya dönüşebilmektedir. Üstelik, eylem, kapitalizmin can damarlarında, yani yollarda gerçekleşmektedir.
Ankara’da toplu ulaşım tarifelerine yapılan zamların mahkeme kararı ile bozulması karşısında Melih Gökçek’in otobüs seferlerini durdurma yönündeki eylem kararı bizzat kendisi tarafından çiğnendi. “İstihbarat kaynakları” Halkevleri ve TKP üyelerinin eylem yapacağı duyumlarını kendisine iletmiş, o da durumdan vazife çıkarıp sefer kaldıracağı yerde ek seferler koymuştu. Sonra mafya bozuntusu esnaf odası yöneticilerini yanına alıp TV’lerde Halkevleri bildirilerini okudu, eski anti-komünist jargona sarılıp karalamaya çalıştı. Başbakan Erdoğan, Gökçek’e sahip çıkıp eylemcileri suçlama gereği duydu. Halkevleri’nin ve Öğrenci Kolektifleri’nin metroya ve otobüslere parasız binme eylemlerine karşı hatlara polis konuşlandırıldı. Eylemciler şimdilik resmi değilse de fiili “özel yetkili” savcılarca küfürler ve tehditler eşliğinde sorgulandı. Ankara Valiliği “Ulaşım Hakkı Mitingi”ni yasaklamaya kalkıştı.
Kadro eyleminden kitle eylemine
Sosyalist hareket içinde hiçbir çevre (çizgisi ne kadar mükemmel olursa olsun) kendi dar örgütsel sınırlarıyla böylesi bir tepkiyi hak edecek gelişkinlikte değildir. Aslında tepki de bir politik gruba değil, bir politik grubun militanlarının iradi çabasıyla başlayan doğrudan eylem tarzından doğan kitle hareketine karşı bir tepkidir. İlk başta ne dediği dinlenmeyen, gülünüp geçilen, tuhaf bakışlara muhatap olan “sokaktaki üç beş çapulcu” zamanla kitleleri arkalarından sürükleyen önderler olmuştur.
Militanlara daralmış eylemleri, militanlarla birlikte kitlenin katıldığı eylemler, daha sonra da Gökçek’in “kadrolu eylemci” dediği militanlara gerek duymaksızın kitlenin kendiliğinden yaptığı eylemler izlemiştir. Farklı politik çevrelerce de sahiplenilen bu tarz, bir süre sonra, ulaşımla ilgili olmayan eylemlerde de karşılık bulmuştur. Birkaç örnek vermek gerekirse; Tekel işçilerinin eylemlerinde, Hrant Dink’i anma eylemlerinde, Marmaray işçilerinin eylemlerinde eylemciler vapura, metrobüse, tramvaya turnikelerden atlayarak parasız binmiştir.
Burada Halkevcilerin iradi çabalarıyla başlayan parasız ulaşım eylemlerinin, neoliberalizmin ideolojik şiddet aygıtları ile oluşturulmuş toplumsal eylemsizliği kırdığını söyleyebiliriz. On yıllardır pompalanan neoliberal propaganda, temel hizmetler dahil her şeyin bir bedeli olması gerektiği, kâr etmeyen bir kurumun ayakta duramayacağı iddialarını değişmez doğrular olarak benimsetmiş; özel mülkleştirme ya da işletmeleştirme yoluyla halkı kendi birikimlerine ve ortak zenginliklerine yabancılaştırmıştır. Bu nedenle de, halk, ulaşım masraflarını karşılamakta zorlansa dahi kendiliğinden bir ulaşım hakkı talebi geliştirememiş, ulaşım masrafını karşılayamadığı koşulda da ya ulaşım hizmetinden faydalanmamaya razı olmuş ya da “suçlu” gibi kaçak yolculuk yapmıştır. Sınırlı sayıda hak mücadelesi militanının iradi eylemleri olarak başlayan parasız ulaşım eylemleri ise, toplu taşıma araçlarına para vermeden hem de “suçlu” (kaçak yolcu) olarak değil haklı olarak binilebileceğini göstermiş, toplumun kolektif bilincine yerleşmiş engellerin aşılmasına ön açmıştır.
Mekânın önemi
Ulaşım sorunu ve dolayısıyla ulaşım hakkı eylemleri bireysel/özel ya da sektörel bir alanda değil; mahalleliyi, öğrenciyi, işçiyi, yani kent halkının en geniş bileşenini her gün bir araya getiren bir kamusal alanda cereyan etmektedir. Neoliberal ulaşım politikaları bir mağduriyet yarattığında, neoliberalizmin mağdurları, doğrudan eylemde bulunabilecek şekilde bir aradadır. Bu, diğer pek çok hak mücadelesinde bulunmayan önemli bir unsurdur.
Eylemin kitlesini bir araya getirmek için ayrıca özel bir çaba sarf etmeye gerek yoktur, kitle hazır ve nazırdır. Duraklar, araçlar, yollar kitlenin birbirini tanımaya gerek duymaksızın konuştuğu, sorunlarını tartıştığı ve ortak refleks gösterme eğilimi sergilediği mekânlardır. Örneğin mahallelerdeki otobüs durakları, mahalle halkının ek sefer için dilekçe toplama gibi ilkel örgütlenme biçimlerini kendiliğinden geliştirdiği yerlerdir.
Ulaşım hakkı mücadelesi, gerçekleştiği mekân itibariyle, bir araya getirdiği kitlenin ortak sorunlarına dair birikmiş tepkinin de ifade edildiği bir mücadeledir. Nasıl ki barınma hakkı mücadelesi, yoksul mahalledeki güvencesiz emekçi için sadece konut sorununa sıkıştırılamıyor, evsizliğin yanı sıra işsizliğin, güvencesizliğin, kentten dışlanmışlığın karşısında bir mücadele olarak gerçekleşiyorsa; bir yemekhane boykotu üniversite öğrencilerinin genel taleplerinin ifade edildiği bir eylem biçimine dönüşüyorsa; ulaşım hakkı mücadelesi de kent halkının genel sorunlarının ifade edildiği bir mücadeleye dönüşme potansiyeline sahiptir.
IMF politikalarıyla açlığa mahkûm edilen Venezüella kent yoksulları, 1989’da yüzde 30’luk ulaşım zammı vesilesi ile sokağa çıktıklarında, tepki bir bütün olarak neoliberal politikalara karşı ayaklanmaya dönüştü. Neoliberalizmin yol açtığı toplumsal kriz koşulları, basit bir tepki eyleminin içindeki bütünsel eleştirinin açığa çıkmasını kolaylaştırdı. Böylece, binlerce kişinin öldüğü ve Venezüella’nın 500 yıllık tarihinde bugünkü Bolivarcı Devrim’e ve 21. yüzyıl sosyalizmi iddiasına uzanan yepyeni bir kapı açan büyük ve düzenin sınırlarını zorlayan bir çatışma yaşandı.
Ankara’da da eylemlerin halk içinde bu ölçüde geniş kabul görmesinin, bilet fiyatlarının ötesinde sebepleri olduğu ortadadır. Neoliberal belediyeciliğe karşı tepki, AKP iktidarına karşı tepki, Gökçek saltanatına karşı tepki kendisini ifade edecek bir kanal bulmuştur; herkesin katılabileceği kadar basit, sonuç alıcı ve de düzen karşıtı.
Doğrudan eylemin önemi
Ankaralıların, ulaşım hakkı mitingine katılımı, parasız ulaşım eylemlerine gösterdikleri rağbetin altındadır. Üstelik mitingin izinli ve risksiz; otobüse, metroya parasız binme eylemlerinin ise özel güvenlikle, polisle, şoförle kavga etmeyi, gözaltına alınmayı, mahkemelik olmayı “müjdelediği” apaçık ortadayken. Burada da doğrudan eylemin sırrı açığa çıkmaktadır. Halkın bir eyleme rağbet etmesinin koşulu onun risksiz olması değildir. Doğrudan eylem, yani sonuç almak üzere yapılan eylem riskli olsa bile kitleleri seferber edebilmektedir.
Ulaşım hakkı mücadelesinin mekânı bu açıdan da büyük avantaj taşımaktadır. Kapitalizmin can damarlarını oluşturan ulaşım hatlarındaki eylemler, yalıtık miting meydanlarında on binlerin katılımıyla bağırıp çağırdığımız eylemlerle kıyaslanamayacak kadar etkilidir. Toplu taşıma aracına parasız binmek doğrudan eylemin bir boyutunu oluşturduğu gibi ikinci bir boyut da, ul
aşım hakkı da dâhil olmak üzere herhangi bir talebin karşılanması için ulaşım hattının kesilmesidir. Sistem, can damarlarını tıkayan bu eyleme kayıtsız kalamamaktadır. Ankaralılar parasız bindikleri bir otobüsün, daha sonra Gökçek tarafından ödüllendirilen “kahraman” şoförü kaçınca, yolu trafiğe kapatarak bir başka otobüse yine parasız binmeyi başardılar. Bu, aslında dünyanın pek çok bölgesinde, yeni işçi hareketlerinin giderek daha yaygın biçimde başvurduğu bir eylem tarzıdır. İşsizlik, güvencesizlik, esnek üretim vb. nedenlerle işyeri temelli mücadelenin olanaksızlaşması ya da etkisizleşmesi karşısında işçiler üretimi/hayatı durdurmak için yolları kesmeye yönelmişlerdir.**
Sonuç
Ulaşım hakkı mücadelesi filmin ilk karesinde üç-beş kuruşun mücadelesidir. Kendisine (…) diyen bir grubun eylemidir. Basit bir sosyal hak talebidir. Bu eylemler karşısında belediyenin, hükümetin ve polisin sert tutumu anlaşılmazdır, ayıptır, günahtır. Filmin ilerleyen karelerinde bu giderek politikleşen bir mücadeledir. Bir kitle hareketidir. Kâr mantığına ve özel mülkiyete karşı insan ihtiyacını ve toplumsal mülkiyeti savunmaktadır; komünistliktir. Düzen karşıtı, bozguncu, sonuç alıcıdır; ayakların baş olduğu bir eylem biçimidir. Dolayısıyla, bu eylemler karşısında belediyenin, hükümetin ve polisin sert tutum almasında şaşılacak bir şey yoktur. Düzenin korkusu gayet anlaşılırdır. O zaman bize de bu korkunun hakkını vermek düşmektedir.
dipnotlar:
*Caracazo isyanını başlatan ulaşım zammı karşıtı tepkiler ile Türkiye’deki ulaşım hakkı eylemleri; çapı, gerçekleştiği konjonktür ve sonuçları itibariyle birebir karşılaştırmaya elbette müsait değildir. Caracazo isyanına, ulaşım hakkı mücadelesinin gerçekleştiği mekânın nasıl bir potansiyel taşıdığını göstermesi açısından çarpıcı bir örnek olduğu için değinilmiştir.
**Bu hareketlerin en meşhuru, iş ya da işsizlik maaşı için yollara barikat kurup yerel yöneticilerle/patronlarla toplu sözleşme/pazarlık yapan işçilerin oluşturduğu Arjantin piqueteros (barikatçılar) hareketidir. Şimdi bu hareketlerin Rusya’da dahi örnekleri görülmektedir. Genel grevlerde otoyolları kesmek Bolivya’dan Nijerya’ya Nepal’e dünyanın pek çok ülkesinde uygulanmıştır.