Son okuduğum roman 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da geçiyor. Kısa bir bölüm aktarmak istiyorum: Fabrikada çalışan tesviye işçisi, eşinin hastalığının ağırlaşması haberini alınca izin istiyor. Ancak fabrika yönetmeliği gereği izin alamıyor. Fabrika yönetmeliğini belirleyen patron ve buna göre fabrikaya girdikten sonra paydos zili çalmadan çıkılamıyor. İşçi fabrikadan gizlice ayrılarak evine gidiyor. İşçinin gitmesinin anlaşılması üzerine […]
Son okuduğum roman 19. yüzyılın ikinci yarısında Fransa’da geçiyor. Kısa bir bölüm aktarmak istiyorum: Fabrikada çalışan tesviye işçisi, eşinin hastalığının ağırlaşması haberini alınca izin istiyor. Ancak fabrika yönetmeliği gereği izin alamıyor. Fabrika yönetmeliğini belirleyen patron ve buna göre fabrikaya girdikten sonra paydos zili çalmadan çıkılamıyor. İşçi fabrikadan gizlice ayrılarak evine gidiyor. İşçinin gitmesinin anlaşılması üzerine fabrikaya girmesi yasaklanıyor ve işine son veriliyor…
İşçi sınıfı, bağımsız eylem ve örgütlenmesi ile birçok hak mücadelesi verdi. Bunlardan birisi de birçok yönü olan izin hakkıydı. Bu mücadeleleri sonucu yıllık ücretli izin, analık ve süt hakkı izni, mazeret izni, yeni iş arama izni, evlilik ve yakınlarının ölümü halinde izin, kaza izni, bayram izni gibi haklar elde etti. Bu haklar çalışma yasaları ve toplu iş sözleşmeleri ile teminat altına alınıyor, sınıf mücadelesine paralel olarak genişliyordu.
Ancak hakkı, hukuku sınıf mücadelesinin gücü belirler. Son 40 yıldır kapitalist sistemin saldırıları sonucu örgütlü işçi sınıfı mücadelesi bitme noktasına geldi. Reel sosyalizm yenildi. Yeni oluşan işçi kitleleri gerek işçi mücadelelerinin gerekse sosyalizmin kazanımlarından yalıtık bir biçimde oluşmaya başladı. Yeni iş yasaları sermayenin belirleyiciliğinde oluştu. Toplu iş sözleşmeleri giderek daralan bir işçi kitlesini kapsadı. Yeni işçi kitleleri ise neredeyse hiçbir hakkı olmadan çalışma yaşamındaki yerini aldı.
Yazının başlığını yanlış okumadınız: ‘Ölmek var izin almak yok’. Bu cümle bir şirketin ofisinde duvarda asılı. Ama 19. yüzyılda bir Fransız fabrikasında değil. 2010 yılında adı son dönemde İSKİ işçilerinin direnişinde de gündeme gelen Karel firmasının Ümraniye’deki ofisinde asılı. Karel şirketinden İSKİ ihalesi alındı ama halihazırda İGDAŞ’ın Anadolu Yakası sayaç okuma işini yapan taşeron bir şirket. Yıllık sözleşmelere imza atan işçiler ise yukarıda saydığımız izin haklarından faydalanamıyorlar. Oysa 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 27., 46., 53., 54. ve 55. maddelerinde yıllık izin, iş arama izinleri veya yakınlarının ölümleri, evlilik gibi nedenlerden dolayı izinler belirlenmiş. Ancak patronlara göre bu haklarını kullanamazlar ve bu durumdan rahatsız olmamalılar. Çünkü Başbakan’ın da dediği gibi dışarıda bu işleri yapacak binlerce işsiz bekliyor. İşçinin izin hakkı mı olur! Zaten duvara astıkları yazı zihniyetlerini ya da başka bir deyişle sınıfsal bakış açılarını açıklıyor. Başka söze hacet yok.
Yine izin hakkıyla paralel olarak bir işten çıkarılma haberini okuduk geçen ay sonunda. Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çalışan taşeron sağlık işçisi Fatma Baytar hamileliği sürecinde istifaya zorlandı ve hamilelik izni almasına kısa bir süre kala işten çıkarıldı. Oysa İş Kanunu’nun 74. Maddesi’ne göre kadın işçilerin doğumdan evvel ve sonra 2’şer ay çalıştırılmamaları esastı. Yine isterse 6 ay daha izin alabilecekti ve işe döndüğünde istediği saatlerde toplam 1.5 saat süt izni vardı. Yine İş Kanunu’nun 5. ve 18. maddelerine göre iş güvencesi vardı. Fatma Baytar, üyesi olduğu Dev Sağlık-İş Sendikası önderliğinde hakkını aramaya devam ediyor.
Bu örnekler taşeron çalışanların hangi koşullarda çalıştığının da bir göstergesidir.
Sonuç olarak “izin hakkı” işçi sınıfı mücadelesindeki yakıcılığını koruyor. Çünkü ülkemizde 20 milyona yakın işçi var ama bunların 600 bini toplu iş sözleşmesi haklarından faydalanabiliyor. Ki onların da bu haklarını ne kadar kullanıp kullanamadıkları tartışmalı bir durum. Diğer yandan İş Kanunu çerçevesine giren işçileri de Kanun’un ne kadar koruduğu Fatma Baytar örneğinde görülüyor. İş Kanunları giderek sermayenin belirleyiciliğinde hayata geçiriliyor. İşçileri koruyan hükümleri de uygulanamıyor. Bir de İş Kanunu çerçevesine dahi giremeyen işçiler var. Hiçbir kaydı olmayanlar. Bu milyonlarca işçi için hiçbir korunma mekanizması yok.
‘Ölmek var izin almak yok’ lafzı esasen tüm işçi sınıfı ilgilendiren bir saldırının, güvencesizleştirmenin bir ifadesidir. İzin hakkını kullanma, farklı görüntülerle de olsa işçi sınıfının tüm bileşenlerinin sorunudur. Bu hakkı kazanma, kullanma ve genişletme mücadelesi ise merkezi bir önem arz etmektedir. İzin hakkı mücadelesinin sınıfı türdeşleştirici bir özelliğe sahip olduğu da unutulmamalıdır. Yeni işçi hareketi de tıpkı ataları gibi bu hakkı alacaktır.