AKP’nin iktidara gelmeden önceki en büyük iddiası ve vaadi; “yeni bir anayasa” yapmaktı. Ancak iki dönem ya da başka bir ifade ile 7 yıl üstelik tek başına bir iktidar olma sürecine rağmen bu iddia ancak şimdi “gerçek girişime” dönüşebildi. Bu durum bir zafiyet ve gecikme olarak tespit edilemez. Bunun nedeni sistemin kurallarının, yasalarının, yönetmelik ve […]
AKP’nin iktidara gelmeden önceki en büyük iddiası ve vaadi; “yeni bir anayasa” yapmaktı. Ancak iki dönem ya da başka bir ifade ile 7 yıl üstelik tek başına bir iktidar olma sürecine rağmen bu iddia ancak şimdi “gerçek girişime” dönüşebildi. Bu durum bir zafiyet ve gecikme olarak tespit edilemez. Bunun nedeni sistemin kurallarının, yasalarının, yönetmelik ve tüzüklerinin yani kısaca işleyiş biçiminin iktidardaki AKP’nin işine geliyor oluşudur. Bu durumu kanıtlamak için yüzlerce örnek verilebilir. En çarpıcı iki örnek cumhurbaşkanlığının yetkileri ve YÖK’tür. İktidara gelmeden önce bu iki konuda “yırtınan” AKP, iktidarı ele aldıktan sonra bu iki kurumun tüm olanaklarını ve yetkilerini sonuna kadar kullanmıştır. (Ve dikkat edilirse yeni taslakta da cumhurbaşkanlığının yetkileri artmakta ve YÖK’e de hiç dokunulmamaktadır).
Son durumu tetikleyen ise yargıdaki gelişmelerdir. Ve elbette ki 2011’deki seçimler. 7 yıllık süreçte hükümetin yani yürütmenin kapsama alanı içinde etkili bir nitelik ve nicelik değişimi gerçekleştiren AKP, bu alanın dışında kalanları da farklı yol ve yöntemlerle “uyumlulaştırdı.” Üniversiteleri cumhurbaşkanı eliyle, YÖK üyelerini ve rektörleri atayarak. Askeri, biraz zor (ergenekon), biraz şantaj ve biraz da ABD iknasıyla… Ancak yargının ve bürokrasisinin bu sürece entegrasyonu nesnel olarak neredeyse imkânsızdı. Çünkü yargıdaki kadrolara AKP’nin sunduğu bir başka tercih yoktu, onlardan koltuklarını boşaltmaları isteniyordu. Ve oradaki “dönüşüm” uzun sürecekti. Ancak AKP’nin ve yeni dönemin bunu bekleyecek zamanı yok.
2011 seçim sonuçları “cepte” değil
Uzun zamandır 2010’da AKP’nin kritik düzenlemeler yapacağı biliniyor ve söyleniyordu. Öyle de oluyor, fakat beklenen kapsamda değil. AKP’nin anayasa değişiklik paketinin temel hedefi eğer son birkaç günde ve meclis görüşmeleri sırasında yeni eklemeler yapılmazsa, “yargının dönüştürülmesi.” Daha doğru bir ifade ile AKP’nin “yargıya müdahale kanallarının açılması.” Değişiklik paketinde asıl bu konu üzerinde çalışılmış. HSYK’nın ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin sayılarının ve atama biçimlerinin değişmesi, YAŞ’ın ve HSYK’nın aldığı kararların yargı denetimine açılması v.b. Parti kapatmaların nasıl olacağına ilişkin düzenleme bile içeriğe ilişkin kurallar koyarak değil, kimin karar vereceğine ilişkin yapılmış.
Teklifte yer alan ve yargıyı ilgilendirmeyen diğer önerilerin ise bir kısmı zaten gecikmiş, bir kısmı ise ciddiyetten tamamen uzak. Kişisel verilerin korunmasıyla ilgili düzenleme, çocuk haklarıyla ilgili düzenleme, yurt dışına çıkış yasağıyla ilgili düzenleme zaten gecikmişti. Kamu çalışanlarına grev hakkı vermeyen, kadına pozitif ayrımcılık kavramını belirtmeyen düzenlemeler ise ciddiyetten tamamen uzak. Kısacası yargı alanının yeniden düzenlenmesini öngören maddelerin dışında kalanların neredeyse tamamı “ana yemeğe katılan sos kıvamında”. 12 Eylülcülerin yargılanacağı kandırmacası ise tam bir komedi.
Ayrıca hiç lafı edilmeyenler var ki bu girişimin gerçek amacını kanıtlar nitelikte: sözde demokratik açılıma, Terörle Mücadele Yasası’na, YÖK’e, seçim barajlarına, milletvekili dokunulmazlıklarına, yerel yönetimlere, v.b. ilişkin öneriler yok. İlginçtir orman alanları yok. Hatta sermayenin kimi ihtiyaç ve isteklerine ilişkin düzenlemeler de mevcut değil. Amerika’ya şikâyet etmek için mi gidiyorlar bilinmez ama TÜSİAD’ın bu eksikliklerden hoşnut olmadığı aşikâr. Ancak AKP’nin büyük olasılıkla bu konuda başka bir hesabı var. Tekelci sermayeyi yeni düzenlemeler için kendisine mahkûm bırakmak. Bunun için ise AKP’nin 2011’den sonra da iktidarda kalmasını sağlamak. Çünkü şu an için CHP de MHP de tekelci sermaye için uygun alternatifler değiller ancak 2011’de bir koalisyon şansı yakalayabilirler.
Erdoğan’lı AKP Bu Süreci Nasıl İşleyecek?
Tayip Erdoğan’ın açıklamalarından bu sorunun yanıtını bulmak mümkün. İlk olarak tasarıyı şöyle tanımlıyor: “Anayasa taslağı gelişen Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılıyor.” Yani grev hakkı için, seçim barajı için, kadınlara pozitif ayrımcılık için v.b. için Türkiye’nin daha çok gelişmesi gerek. Şimdiki gelişkinliliği yeterli görmemiş. Oysa bu tanımın doğrusunun şöyle olması gerek: “Anayasa taslağı gelişen AKP’nin ihtiyaçlarını karşılıyor.”
Ayrıca bilinmesinde hayır vardır, bu süreçte bolca örneklendirme ve karşılaştırmayla karşılaşacağız. AKP kadroları diğer ülkelerin anayasalarıyla, yargı kurumlarıyla karşılaştırmalar yapacak. İleri demokrasi örnekleri, erkler arasındaki ideal işleyiş modelleri verilecek. Dünya ülkelerinde hatta sadece Avrupa ülkelerinde bile bu konularda var olan bolluk, her siyasi düşünce için zengin bir kaynak oluşturuyor. Yani kendi durduğu yeri güçlendirmek için herkes güçlü örnekler, dayanaklar bulabilir.
Bu süreçte izleyeceği taktik ise en yalın haliyle yine Erdoğan’dan geliyor: “Bu taslağa karşı olanlar, AKP’ye değil millet iradesine, demokrasiye karşıdır.” Taslağın halkoylamasına sunulma sürecinde AKP’nin ve yalakalarının izleyeceği temel söylem işte bu olacaktır. Kendi kitlesini ve Taraf gazetesi yazarlarını ‘cepte’ sayan Erdoğan, millet iradesinden ve demokrasiden yana olanları kendi safına çağırırken, bu taslağa karşı olanları da millet iradesini hazmedemeyen, demokrasi düşmanları olarak ilan ediyor.
Burada garip paradoks var sanki. Tayyip Erdoğan’ın yaşı tutuyordur. 1982 Anayasası’nın halkoylamasında acaba ne oy verdi? Hatırlanacağı gibi o halkoylamasından %92 “evet” çıkmıştı. Acaba kendisi “evet” diyen ve 17 milyon kişiden oluşan millet iradesinin içinde miydi yoksa “hayır” diyen ve 1,5 milyon kişiden oluşan darbe karşıtı, demokrasi yanlılarının içinde miydi? Tayip Erdoğan’dan tutarlı olmasını bekleyen var mı ki?
Son olarak; taslak referanduma sunulduğunda ve AKP için olabilecek en kötü sonuç çıktığında yani reddedildiğinde bile bu durum AKP’nin sonu olmaz. Çünkü taslağa evet oyu verenler AKP’nin son seçimlerde aldığı oydan daha fazla olur. Bu durum da referandumda AKP’yi oylatmayı planlayan muhalefet için şemsiye yanlış mekânda açılmasıdır.
Muhalefet Ne Yapacak?
Soruyu başta soralım: Deniz Baykal’dan ya da Devlet Bahçeli’den tutarlı olmasını bekleyen var mı? Herhalde yoktur. Zaten varsa da bu süreç sonucunda artık beklemez. Çünkü bu süreç daha şimdiden iki partiyi de silkelemiş durumda. Karşı çıkış argümanları zayıf, üstelik alternatif önerileri de yok. Statükocu ve ertelemeciler. Ancak süreç onları da zorladı, zorlayacak. Alternatif üretmek zorundalar. Daha da önemlisi eğer süreç başarılı bir biçimde sonlandırılırsa yani AKP’nin girişimi engellenirse onlar için daha da zor bir dönem açılacak. Anayasaya değiştirmek için ciddi adım atmak zorundalar. Cin asıl o zaman şişeden çıkacak.
Toplumsal Muhalefet Elbette ki Hayır Cephesini Örgütleyecektir
-Kötünün iyisi kabul edilemez. Kendi gücüne güvenmeyen, bağımsız bir güç olma iddiasına da sahip olmayanlar başkalarının yaptıkları içinde iyi bir şeyler arar, kırıntılardan medet umarlar. 12 Eylül Anayasası’nda AKP’nin yapmaya çalıştığı birkaç değişiklikle bu anayasa yenilenmiş olmuyor. Yeni durum meşrulaşmış ve bir kez daha kabul edilmiş oluyor. Burada sorun 12 Eylül Anayasası’nın toptan reddedilmesidir.
-Eğer AKP’nin yapmaya çalıştığı değişikler gerçekleşirse daha uzun bir süre anayasa değişikliği gerçekleşmeyecektir. Bu sürece verilen destek,
niyet ne olursa olsun sonuçta yeni kalıcı bir dönem oluşturacak, değişiklik talepleri çok zayıflayacaktır.
-Anayasa değişikliğinin tartışıldığı hele hele halkoylamasının yapılacağı bir süreç, tüm sistemi, 12 Eylül’den itibaren sorgulama ortamı oluşturacaktır. Türkiye tarihinin son 30-40 yıllık dönemi, bu süreçteki tüm siyasal partilerin tutumları değerlendirilebilecektir. Yani sadece 12 Eylül’le değil, tüm siyasal aktörlerle bir hesaplaşma sürecine dönüştürülebilir.
-“Hayır”ı örgütlemek aynı zamanda güçlü alternatifler de oluşturmayı zorunlu kılar. AKP’nin ya da sermayenin ya da bilmem kimin anayasa maddeleri değil, ‘halkın anayasa maddeleri’ bu sürecin güçlü hareketlerine dönüşebilir/dönüştürülmelidir.