İçinde bulunduğumuz dönemde kapitalist ekonominin aldığı yeni biçim, yeni ekonomi, bilgi ekonomisi, bilgi tabanlı ekonomi, ağ ekonomisi, hizmet toplumu gibi kavramlarla adlandırılmaktadır. Bu adlandırmaların ortak noktası yeni teknolojileri ve bu teknolojiler aracılığıyla toplanması, işlenmesi, saklanması ve dağıtılması daha kolay ve hızlı olan bilgiyi ve/veya enformasyonu tüm ekonomik ve toplumsal faaliyetlerin merkezine yerleştirmeleridir. Yeni teknolojilerin belirleyiciliği […]
İçinde bulunduğumuz dönemde kapitalist ekonominin aldığı yeni biçim, yeni ekonomi, bilgi ekonomisi, bilgi tabanlı ekonomi, ağ ekonomisi, hizmet toplumu gibi kavramlarla adlandırılmaktadır. Bu adlandırmaların ortak noktası yeni teknolojileri ve bu teknolojiler aracılığıyla toplanması, işlenmesi, saklanması ve dağıtılması daha kolay ve hızlı olan bilgiyi ve/veya enformasyonu tüm ekonomik ve toplumsal faaliyetlerin merkezine yerleştirmeleridir. Yeni teknolojilerin belirleyiciliği altında başladığı ve biçimlendiği belirtilen kapitalist ekonominin bu yeni döneminde yeni ekonomik faaliyet alanlarının ortaya çıktığı ve mevcut olanların da değişime uğradığı belirtilmektedir. Hem toplumsal hayatın hem de herhangi bir ekonomik faaliyet alanının temel bileşenlerinden olması nedeniyle emeğin ve emeğin örgütlülüğünün bu değişimlerden etkilendiği açıktır. Kapitalist ekonomideki yeniden yapılanma ve devreye giren yeni teknolojiler sonucu istihdam ilişkilerinde değişimlerin yaşandığı; bir önceki birikim rejimi döneminde yerleşik istihdam modeli olan standart istihdamın yerini esnek istihdam modellerine bıraktığı belirtilmektedir. Bu gelişmelerin sonucu olarak da sendikal hareketin toplumsal tabanını oluşturan işçi sınıfının yapısının değiştiği ve bu değişime yanıt vermeyen sendikacılığın ciddi gerileme içinde olduğu dile getirilmektedir. Bu çalışmanın konusu da emek sürecinde son dönemlerde yaşanmaya başlanan değişimde yeni teknolojilerin yerini belirlemek ve bu yeri belirlerken hangi kavramları, neden dikkate almamız gerektiğini, nelerden kaçınmamız gerektiğini tartışmaktır.
Bugün emek sürecinde ve emeğin örgütlülüğünde yaşanılan değişimleri ve bu değişimlerin nedenlerini açıklamak için en çok kullanılan kavramların başında post-fordizm gelmektedir. Kapitalist ekonomi 1970’lerin ikinci yarısından itibaren bir yeniden yapılanma dönemine girmiştir. Bu yeniden yapılanma sürecinde fiyat artışları ve enflasyonun yükselmesi, kâr oranlarının ve büyüme hızının düşmeye başlaması, artan işsizlik oranı gibi göstergelerle belirginleşmeye başlayan kriz belirleyici olmuştur. Kapitalist ekonominin içine girdiği bu kriz aynı zamanda dönemin hakim düzenleme biçimi olan Fordizmin krizi olarak da görülmüştür. Ansal bu yaklaşımın, yeni dönemin ihtiyaçlarına Fordizmin katı yapısının cevap verememesi şeklindeki kavrayıştan kaynaklandığını belirtmektedir. Krizle birlikte ortaya çıkan üretim fazlası ürün kalitesine daha fazla önem verilmesini ön plana çıkarmıştır. Diğer yandan üretimin uluslararasılaşmasıyla birlikte çok daha farklılaşmış ürünlerin uluslararası pazarda büyük talep dalgalanmalarına maruz kalması, Fordizmin, böyle bir pazarın ihtiyaç duyduğu esnekliği karşılayamayacağı yönündeki bir kavrayışın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Dolayısıyla da sermaye, içinde bulunduğu krizden çıkmak için yeni örgütlenme ilkelerini uygulamaya ve Fordizmi daha esnekleştirmeye başlamıştır. Bu durum kapitalist ekonominin hakim üretim organizasyon modelinin post-fordizm olarak yerleştirilmesiyle sonuçlanmış ve üretim sistemlerinde küçük işletmeciliğe dayalı, esnek uzmanlaşmanın ve yalın üretim anlayışının hakim olduğu bir üretim organizasyon modeli ortaya çıkmıştır. Esnek uzmanlaşmanın gerçekleşebilmesi üretimin oturduğu teknoloji tabanında yeniliklerin yapılmasını, mikroteknolojilerden oluşan ileri teknolojilerin üretimin oturduğu teknoloji tabanı olarak belirlenmesini ve işçilerin de bu teknolojileri kullanabilir olmasını gerektirir. Yüksek teknoloji sistemleriyle uyumlu bir şekilde çalışmaya başlayan işgücü, güvenliğe, yüksek ücretlere ve daha kısa çalışma saatlerine kavuşacaktır.
İçinde bulunduğumuz dönemde emek sürecinde ve emeğin örgütlülüğünde yaşanan değişimlerin ele alındığı bir diğer yaklaşım ise enformasyon toplumu yaklaşımıdır. Bu yaklaşımda da teknolojik gelişmeler sonucu emek sürecinde değişimler öngörülmüştür. Otomasyonun öncelikle imalat sektöründe iş alanlarını kaldıracağı ve bunun da istihdamda niceliksel bir düşüş yaşanmasına yol açacağı kabul edilmekle birlikte vurgu bu niceliksel azalmadan ziyade emeğin niteliksel iyileşmesine kaydırılmıştır. Öncelikle otomasyon neticesinde istihdamda yaşanılan düşüşlerin enformasyon-yoğun sanayilerde ortaya çıkan yeni iş alanlarıyla telafi edileceği belirtilmiştir. Ayrıca yeni işlerin yerini aldıkları işlerden daha iyi ve farklı işler olacağı; üretimin zihinsel emek sonucu ve işgücünün akıl ve becerilerine dayanarak gerçekleşmesi mümkün olduğu için de işçilerin üretim araçlarının çok önemli bir kısmına sahip oldukları iddia edilmiştir. İleri teknoloji ile donatılmış, üretimin işçilerin zihinlerindeki semboller aracılığıyla gerçekleştiği bu yeni dönemde yönetim ve emek arasındaki ayrımın bile ortadan kalktığı ve ileri teknolojinin sanayi makinelerinin işçiler üzerindeki insanlık dışı ve yabancılaştırıcı etkisini de ortadan kaldırdığı belirtilmiştir.
Her iki yaklaşım da içinde bulunduğumuz dönemde ekonomik faaliyetlerin farklılaştığını ve bu değişimde teknolojinin ve teknolojik gelişmelerin belirleyici olduğunu ve kapitalizmin bu yeni döneminde emeğin nicel ve nitel olarak iyi konumda olduğunu belirtmektedir. Ayrıca yine her iki yaklaşım da ekonomiyi verimlilik, gelişme-kalınma, artan kar oranları, ulusal ve uluslararası pazarlarda artan rekabet edebilme gücü gibi kavramlarla ele almaktadır.
Teknoloji ve emek ilişkisi ve daha genel olarak ekonomi ilişkisi açısından bu iyimser beklentilerin karşısında aşağı yukarı bu yaklaşımlarla eş zamanlı ortaya çıkan ve daha karamsar görüşlere sahip olan yaklaşımlar da mevcuttur. Witheford, “tahakküm olarak teknoloji” başlığı altında ele aldığı bu yaklaşımların temellerinin Frankfurt Okulu düşünürleri tarafından atıldığını belirtmektedir. Adorno, Horkheimer ve Marcuse’un çalışmalarında geliştirdiği teknoloji yaklaşımına göre bir zamanlar özgürleşmenin aracı olan teknolojik akılcılık artık baskıcı olmuştur. Artık araçlar, amaçları kendilerini bağımlı kılmış, doğa üzerindeki tahakküm, insan üzerindeki tahakküme dönüşmüş ve üretici güçler yıkıcı güçler haline gelmiştir. Frankfurt Okulu üyelerinin teknolojiye yönelik bu bakış açıları Witheford’a göre neo-Marksist yaklaşımın bilgisayar ve telekomünikasyon teknolojilerine ilişkin geliştirdikleri yanıtın da tonunun belirlemiştir. Teknolojinin tahakkümün aracı olarak kavramsallaştırılması, emek sürecine ve medyaya odaklanan iki yaklaşıma kaynaklık etmiştir. Bu çalışma açısından emek sürecine odaklanan kısmının bir vurgusu teknolojik ilerleme sonucu makinelerin ve bu makinelerin üretim sürecine uygulanmasının bilimsel yönetimi olan Taylorizmin, üretim sürecinin kontrolünün doğrudan üreticiler tarafından değil de sermaye sahipleri ve onların temsilcileri tarafından kontrol edilmesine hizmet etmesi noktasında ortaya çıkmaktadır. Diğer bir vurgu ise emeğin örgütlülüğü noktasında ortaya çıkmaktadır. Buna göre üretim sürecinin otomatikleştirilmesi sadece teknik yeterlilik ihtiyacıyla açıklanamaz. Burada belirleyici olan üretim süreci üzerinde tam kontrol kurmak ve özellikle vasıflı ve örgütlü emeğin gücünü kırmaktır. Bu yaklaşımın en önemli savunucularından Noble “işyerinde sermayenin enformasyon teknolojisini yoğun bir şekilde kullanmasının tümüyle insan karşıtı bir temele sahip olduğunu ve bir insansız gelişme modeline dayandığını” belirtmektedir.
Ayrıca yukarıda değinilen post-fordist çözümlemenin ve enformasyon toplumu yaklaşımının emeğe yönelik
tespitleri çeşitli açılardan da eleştirilmiştir. Birçok araştırmacı post-fordist çözümlemeyi, esnek uzmanlaşmanın işgücünü kalıcı vasıflı işçilerden oluşan bir “çekirdek” ile mevsimlik ve geçici çalışanlardan oluşan bir “çeper” olarak böldüğünü görmezden geldikleri için eleştirmiştir. Buna göre merkezde istihdam edilen ve çekirdek işgücünü oluşturan işçiler için yüksek ücret ve görece iş güvencesine söz konusu iken; sözleşmelerle geçici olarak istihdam edilen “çeper”deki işçiler için aynı koşullar söz konusu değildir. Onaran merkezdeki çekirdek işgücünün avantajlarının ise zaten çeperdeki işçilerin sömürülmesi ile kazanıldığını belirtmiştir. Bir diğer eleştiri ise otomasyonun ve küresel düzlemde yayılmış olan iletişim ağlarının yedek işsiz ordusunu büyüterek emeğin örgütlülüğü için yürütülen mücadele eden kesimlerin gücünün kırılması noktasında kullanıldıklarını Post-fordist yaklaşımın dikkate almamasıdır. Enformasyon toplumu yaklaşımının emeğe yönelik yaklaşımı da benzer şekilde eleştirilmiştir. Özellikle yeni enformasyon ve iletişim teknolojileri ile donatılmış ofislerde çalışanların eskisinden çok daha fazla gözetim ve kontrole maruz kaldıkları, işyerindeki demokratikleşme olasılığının azaldığı belirtilmektedir. Bir diğer eleştiri ise işin mekansal değişiminin mümkün alması temelinde yükselmekte ve evden çalışmanın artmasıyla emeğin örgütlülüğünün zayıfladığı belirtilmektedir. Evden çalışma bazı yazarlarca merkezi olmayan özerk bir iş imkanı olarak kavranırken buna yönelik eleştiriler üretimin ucuzlaması, özel koşullara dayanan ve güvenli olmayan istihdam ve çalışmanın yoğunlaşması noktalarından yükselmiştir.
Bu çalışmanın konusu olan emek sürecinde yaşanmaya başlanan değişimde yeni teknolojilerin yerini belirlemek ve bu yeri belirlerken hangi kavramları, neden dikkate almamız gerektiğini, nelerden kaçınmamız gerektiğini tartışmak noktasına geri döndüğümüzde ise bu çalışmanın sınırlılığı içinde artık bazı tespitlerde bulunmak mümkün hale gelmiştir. Öncelikle belirtmek gerekir ki teknoloji ve emek ilişkisini tartışan yazın, bu çalışmanın kapsamı içinde tam olarak ele alınamayacak denli geniş bir alandır. Ancak burada kısaca özetlenmeye çalışılan yaklaşımlar bu çalışmanın konusu ve amaçları açısından pratik faydalar sağlamaktadırlar. Bu yaklaşımların ulaştıkları sonuçları şimdilik paranteze alarak belirtmek gerekirse; söz konusu olan bir teknolojik gelişmenin mevcut herhangi bir alanda yarattığı değişimi incelemek olduğu zaman Meiksins’in de belirttiği gibi olumlayan ve eleştiren iki kutuplu bir yaklaşımın olması doğaldır. Ayrıca hemen belirtmek gerekir ki her iki yaklaşım biçimi de kısmi bir gerçekliğe dayanmaktadır ve her ikisini de doğrulayabilecek veriler bulmak mümkündür. Dolayısıyla teknoloji emek süreci ilişkisinin analizinde ilk dikkat edilmesi gereken nokta içinde bulunulan tarihsel kesitte en kapsayıcı analizi yapabilmenin yollarını aramaktır. Bunun için teknoloji emek ilişkisinin analizi tarihsel bir perspektifle ele alınmalı ve içinde bulunulan yapı ile mutlaka ilişkilendirilmelidir. İçinde bulunduğumuz dönemde teknolojiye yüklenen dönüştürücü misyon ile kapitalizmin ve kapitalizmin yapısal krizlerinin ilişkisi iyi kavranmalıdır. Bu teknolojilerin çeşitli alanlara uygulanışını ve sonuçlarını analiz etmekte, “neden”, “kimin faydasına?, kim kazanıyor? ve kim kaybediyor?,” gibi soruları sormak oldukça önemlidir. Ancak bu yapıldığı takdirde yeni teknolojilerin işi çoğaltacağı mı yoksa azaltacağı mı gibi nicel bir sorundan kurtulup yeni teknolojilerin kapitalizmin devamında oynadığı rolü görmemizi sağlayacak nitel analizlere ulaşabiliriz. Yani teknolojinin dönüştürücü etkisinin tüm toplumsal yeniden yapılanmalarda merkezi konuma yerleştirilmesinin ve bunun kaçınılmaz bir süreç olarak dayatılmasının ideolojik yönü ancak bu yolla kavranabilir. Teknoloji emek ilişkisinin analizinde dikkat edilmesi gereken ikinci nokta olarak belirtmek istediğim şey teknolojinin belirleme yönüne “müdahale etmenin” bir zorunluluk olduğudur. Potansiyel iyi sonuçlarının hayata geçmesini engelleyen mekanizmaları ortadan kaldırmaya çalışmalıyız. Örneğin internetin küresel düzeyde örgütlenme açısından bazı fırsatlar sunduğu ve hatta örgütlenmenin gittikçe sanal ortama kaydığı dile getirilmektedir. Zamansal ve mekansal sınırları ortadan kaldırabilmektedir. O takdir de bu potansiyeli engelleyen mekanizmaları örneğin erişimdeki eşitsizliği ortadan kaldırmaya çalışmak hedeflerden biri olmalıdır. Bu da belki ilk bakışta çelişkili görünebilir. Yani tüm dünyada erişimin önündeki engeller kaldırıldığında ve sayısal eşitsizlik aşıldığında sorun kalmayacaktır şeklinde bir anlayış ortaya çıkabilir. Burada kastettiğim tabii ki bundan farklıdır. Çünkü egemenler de aynı şekilde yeni teknolojilerden kendi çıkarlarını korumaya devam etmek için yararlanmaktadırlar. Dolayısıyla yeni teknolojiler sadece mücadelenin bir aracı değil aynı zamanda mücadelenin konusu da olmalıdır. Bu nokta bence yine emeğin örgütlenmesi açısından yeni teknolojilerin imkanlarını kullanmanın yararlı ve hatta zorunlu olduğu şeklindeki bir anlayış için önemli bir noktadır. Üçüncü olarak dikkat edilmesi gereken nokta ise ki bu da sanırım yine teknoloji ve emeğin örgütlülüğü ile ilgili tartışmalar açısından oldukça önemlidir teknolojik belirlenimci bir nedensellik ilişkisi kurmaktan kaçınmaktır. Burayı açmam gerekirse içinde bulunduğumuz dönemde teknolojinin dönüştürücü etkisini tamamen gözardı etmek tabii ki imkansızdır ancak toplumsal ve ekonomik dönüşümlerin itici gücü olarak da sadece teknolojiyi merkez yerleştirmek doğru değildir. Çünkü söz konusu olan toplumsal yapının herhangi bir alanı olduğu zaman yaşanan dönüşümü sadece teknolojik gelişme gibi tek bir etkene indirgeyerek açıklamak diğer faktörlerin gözden kaçırılmasına neden olur. Özellikle post fordist yaklaşımda ve enformasyon toplumu yaklaşımında dozu belirgin olan teknolojik belirlenimci analiz emek süreci özelinde düşünüldüğünde sonuç olarak tüm üretim sürecinin teknik bir mesele olarak kavranmasına neden olmaktadır. Bu da teknoloji, emek-üretim süreci ilişkisinde iş ilişkilerinin, üretim ilişkilerinin, yönetim ve bölüşüm ilişkilerinin dışarıda kalmasına yani insanın ve toplumsal ilişkiler unsurlarının dışarıda kalmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla da teknoloji ile emek ve ekonomi arasındaki ilişkinin nicel verilere indirgenerek analiz edilmesine verimlilik, gelişme-kalkınma, artan kar oranları, ulusal ve uluslararası pazarlarda artan rekabet edebilme gücü gibi neo-klasik iktisadın kavramlarının hakim olması bence şaşırtıcı değildir. Burada teknoloji emek ilişkisinin analizinde dikkat çekmek istediğim bir diğer nokta ortaya çıkmaktadır. Bu da bu ilişkinin analizinde merkeze insanın, insanın özgürleşmesinin, toplumsal gelişmenin ve sermaye yanlı değil emek yanlı bir yaklaşımın ve bu yaklaşımın kendi diline ait kavramların yerleştirilmesinin gerekliliğidir. Çünkü ancak bunlar gerçekleştiği zaman, yeni teknolojilerin yarattığı iyileşmeler anlamlı olacaktır.
* TSBD 10. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’nde sunulan bildiri metnidir.