Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu, Erdoğan ile görüşmesinden tahmin edildiği üzere eli boş çıktı. Artık AKP’nin gelecek dönem politikasını uzlaşı değil tam tersine sertleşerek taviz vermemek üzerine şekillendirdiği görülmeli. AKP’nin temel stratejisi, Tekel direnişine olan desteği kırmak, direnişi parçalama ve zamana yayarak eritme üzerine kurulu. Bu, AKP için bir tercihten öte zorunluluk. Erdoğan, neoliberal yeniden yapılandırma […]
Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu, Erdoğan ile görüşmesinden tahmin edildiği üzere eli boş çıktı. Artık AKP’nin gelecek dönem politikasını uzlaşı değil tam tersine sertleşerek taviz vermemek üzerine şekillendirdiği görülmeli. AKP’nin temel stratejisi, Tekel direnişine olan desteği kırmak, direnişi parçalama ve zamana yayarak eritme üzerine kurulu. Bu, AKP için bir tercihten öte zorunluluk. Erdoğan, neoliberal yeniden yapılandırma stratejisi karşısına, hesapta olmayan büyük bir engel olarak, dikilen ve Tekel direnişinde cisimleşen emek hareketini ezerek önünü açmayı tasarlıyor.
Tekel direnişini kırma stratejileri
AKP ‘türban’-‘peygamber’-‘imam hatip’-‘şeytan’lı atışmalar ekseninde, İslamcı göndermeleri kullanarak yeni bir toplumsal saflaştırma operasyonunu hayata geçiriyor. Erdoğan’ın tüm konuşmalarında öne çıkan bu söylem tek başına direnişi maniple etme gayreti değil aynı zamanda tüm organlarına yaptığı direnişi kuşatma çağrısı anlamına da geliyor.
Erdoğan’ın “bunların bir kısmı işçi, aralarında provokatörler var” diyerek Tekel direnişi karşısında başlattığı operasyon, Bakanları tarafından da aynen devralındı. Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, Tekel işçilerinden sonradan özür dilese de, düstursuzca “işe şeytan karıştı, PKK’lısı da dahil bu işe fitne sokmaya başladı” diyerek yıllardan beri toplumsal muhalefetin meşruiyetini zedelemek için kullanılan argümanı bir kez daha tekrarladı. Tekel direnişinde, Kürt işçilerin etkinliğini kırmayı amaçlayan bu söylem öte yandan da işçiler arasında huzursuzluk, bölünme ve hedef saptırmayı amaçlıyor. AKP il ve ilçe başkanları, cemaat ağları da tam bir seferberlik içine girmiş durumda. Özellikle direnişteki işçilerin aileleri ve ülkenin farklı şehirlerinde bulunan Tekel işçileri üzerinde çok yoğun bir baskı çalışması sürdürülüyor.
Hem İslamcı medya hem de ana akım medya direnişi psikolojik harekatla kuşatarak etkisini kırmak için elinden geleni yapıyor. 12 binden fazla Tekel işçisinden sadece beş-altı yüz kadarının 4-C’ye geçtiği haberleri çok büyük bir olay gibi gösterilmeye başlandı. İşçilerin tazminatları bilgi ve talepleri olmadan banka hesaplarına aktarılırken Erdoğan bunu “6 binden fazla işçi paralarını aldı, orada kalanlar işçi bile değil” diyerek kullanmaya çalıştı. Kadın işçilerin 10 Şubat günü Erdoğan’la yaptıkları görüşmenin basında yer alış şekli en son örnek. Kadın işçilerin görüşmesi basında “çözümden umutluyuz, başbakanla görüşmekten mutluluk duyduk” şeklinde verildi. Sonradan anlaşıldı ki Başbakan 4-C’yi önermiş ve işçileri tehdit etmiş, buna karşılık kadın işçiler özlük haklarını istediklerini söylemişti.
Türban tartışmalarının yeniden gündeme gelmesi de tesadüf değil. Türban, Erdoğan eliyle bir taraftan alışıldık bir taraftan da yanına eklenen “korunan eş” imgesiyle yeniden üretildi. Türban tartışmaları yoluyla oluşturulmaya çalışılan saflaşmada hedef ise çok açık ki “türbanlı” kadın işçiler. Hatırlanacak olursa Tekel direnişinin başında, daha sonradan direnişin simgesi olacak kadın işçiler ellerinde Emine Erdoğan’dan yardım bekleyen ifadelerin yer aldığı dövizler taşıyordu. Ancak bugün yürüyüşlerin en önünde yer alan kadın işçiler AKP karşıtı sloganlar atıyor, Çalışma Bakanlığı önünde “ölmek var dönmek yok” diyor, kendi deyimleriyle, bira kapağına dayanamazken barlarda sabahlıyorlar. Yani “türbanlı” kadın işçiler dinci liberalizmin bugüne kadar tırnaklarıyla kazıya kazıya inşa ettiği ne varsa bir kalemde yıkmaya başladılar.
Bu arada 3H Hareketi diye provokatör bir grup peydahlandı. Anlaşılan bu grup “grev kırıcı” olarak işlevlendirilmiş. İşçi sınıfının grev kırıcılara ne yaptığını bilmiyorlarsa öğretmek gerektiği notunu düşelim.
Yandaş medyanın direnişi hedef alan; işçileri direniş, sendika ve sol ile aralarına mesafe koymaya çağıran yayınları istikrarından bir şey yitirmiyor. Bu yayınlarda da AKP’nin istediği gibi, işçileri bir bütün olarak karşıya almaktansa bölmeyi hedefleyen vurgular öne çıkıyor. AKP il ve ilçe teşkilatları tek tek işçileri ve yakınlarını arayarak, direnişi bırakmalarını telkin edip kendilerine daha iyi bir iş ve maddi avantajlar gibi rüşvet önerilerinde bulunuyor.
Kuşatmayı yarmak…
AKP direniş etrafındaki kuşatmayı güçlendirmek için elinde geleni yaparken emek örgütlerinin bu süreçte verdiği tepkiler ise pek iç açıcı değil. 4 Şubat eyleminden bugüne yaşanan gelişmeler adeta Erdoğan’ın ekmeğinin üzerine yağ sürecek nitelikte.
4 Şubat günü ülke çapında gerçekleştirilen 1 günlük iş bırakma eyleminin en naif ifadeyle hakkını vererek örgütlenmediği çok açık görüldü. Ancak eylemin başarısızlığı örgütleme sorunu ile açıklanamaz. 4 Şubat eyleminde de görüldü ki ortada tam bir zihniyet sorunu var. 4 Şubat eylemi Tekel direnişine “destek eylemi” olarak örgütlendi. Eylemin başarısızlığını, Tekel işçileri nezdinde güvencesizleştirmeye ve taşeronlaştırmaya karşı ortak bir mücadele günü olarak örgütlenmemesi belirledi.
AKP yanlısı Memur-Sen’in eyleme katılmaması bir tarafa, Genel Başkanı doğrudan eylemi baltalamaya yönelik açıklamalar yaptı. Eylemi sahiplenmesi beklenen Türk-İş bile tüm sendikalarını etkili bir şekilde eyleme katmadı, katamadı. Erdoğan’ın Tekel işçilerine tehdit yağdırdığı gün bir araya gelen konfederasyon başkanlarının gerçekleştirdiği toplantı sonrasında aldığı karar ise tam bir hayal kırıklığı. Öncelikle Cumhurbaşkanı ve Başbakan’dan randevu talep edilmesi, hukuki yolların aranması, görüşmeler sonrası 12 Şubat’ta sürecin nasıl devam ettirileceğine dair karar alınacağının açıklanması emek örgütlerinin AKP karşısında mevzi kaybetmesi anlamına geliyordu ki Erdoğan sadece Türk-İş’le görüşeceğini açıklayarak DİSK, KESK ve Kamu-Sen’i sürecin dışına iterek fırsatı kaçırmadı. Erdoğan’ın hamlesini gören Hak-İş ise Mustafa Türkel’in yaptığı açıklamaları bahane ederek Tekel gündemli hiçbir etkinliğe katılmayacaklarını duyurdu. Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu bu hayal kırıklığının doğuracağı öfkeyi tahmin etmiş olacak ki toplantı KESK Genel Merkezi’nde gerçekleştirildi. Böylece Kumlu KESK binasından çıktığında açıklama yapacağı işçilerle karşılaşmamış oldu. Bugün gerçekleştirilecek toplantı da ilginçtir Kamu-Sen’in binasında olacak.
AKP’ye süre kazandırmak bir yana Tekel işçilerinin de çok daha fazla yıpranması anlamına gelen bu durum karşısında ilerici emek örgütlerinin inisiyatif alması zorunludur. Eğer ki Tekel işçilerinin güvencesizliğe karşı yürüttüğü mücadele tüm işçi ve emekçilerin talebi ise o halde bu direnişi güçlendirmek görevi toplumsal muhalefetin tüm kesimlerinin sorumluluğundadır.
Direnişte özne olunmalı
AKP’nin hedefi direnişi ezmek. Bu, AKP açısından hem yeniden iktidar olabilmek hem de emperyalizmin desteğini sürdürmek için tek yol.
Bu durum tüm toplumsal muhalefet kesimleri için de başta devam eden direnişin sürdürülmesi, direnişin yenilgiyle sonuçlanmaması için gayretkeş bir tavır takınmasını zorunlu kılıyor. Her şeyden önce direnişteki işçilerin moral-motivasyon ve kararlılığı yüksek tutulmalı.
İkinci olarak ise mücadelenin temel hedefleri netleşmeli. “Tekel işçilerinin kamuda istihdam edilmeleri”, “4-C’nin iptal edilmesi” ve “güvencesiz çalışma koşullarının kaldırılması” mücadelenin ana hedefleri haline getirilmeli.
AKP süreci zamana
yayarak sokağın gücünü etkisizleştirmek istiyorsa direnişin sürekliliğini sağlamanın ve moral-motivasyonu yükseltmenin en temel yolu sokağı hareketlendirmek. Ankara’nın ortasında direniş alanının yakınından bile geçmeye korkan AKP’lilerin bu korkuyu her an hissetmesi gerekiyor. Çalışma Bakanlığı önüne yapılan yürüyüş bu bakımdan oldukça önemli. Ancak iktidara Tekel işçilerinin öfkesini görmedikleri tek bir an bile yaşatmamak gerekiyor.
Elbette bu hareket etme biçimi tek başına Ankara ile sınırlı tutulamaz. Ankara dışındaki tüm şehirlerde iktidarı ve onun tüm yönetme aygıtlarını rahatsız edecek destek biçimleri geliştirmek gerekiyor. Yani Tekel ateşini tüm ülkede yakmak, Tekel direnişine destekçi değil, direnişte özne olmak gerekiyor.