‘Amaç, hak arayışı değil, hükümete karşı aleni bir kam-panyaya dönüşmüştür. Pankartlara, sloganlara bakın. Şahsımı, partimi hedef alan…’ Ne olmasını bekliyordu Tayyip Erdoğan? Tekel işçileri hak mücadelelerini nasıl sürdürmeliydiler? Kampanyalarını, hükümete karşı değil de İsrail’e, muhalefet partilerine ve Ergenekonculara karşı mı yapmalıydılar? Ona göre Tekel işçilerinin asıl gündemi; Milli Güvenlik Belgesi, Emasya protokolü, Balyoz harekatı falan […]
‘Amaç, hak arayışı değil, hükümete karşı aleni bir kam-panyaya dönüşmüştür. Pankartlara, sloganlara bakın. Şahsımı, partimi hedef alan…’ Ne olmasını bekliyordu Tayyip Erdoğan? Tekel işçileri hak mücadelelerini nasıl sürdürmeliydiler? Kampanyalarını, hükümete karşı değil de İsrail’e, muhalefet partilerine ve Ergenekonculara karşı mı yapmalıydılar?
Ona göre Tekel işçilerinin asıl gündemi; Milli Güvenlik Belgesi, Emasya protokolü, Balyoz harekatı falan olmak zorunda. Ve üstelik evlerine gidip oradan izlemeliydiler bu gündemleri.
Ve şükretmeliydiler. Çünkü o ve arkadaşları çok merhametliydi, 10 ayı 11 aya çıkartarak bir ay daha çalışmalarına izin vermişlerdi. Çok şefkatliydiler, açlık grevi yapmalarına ve soğukta kalmalarına ay sonuna kadar da sabredeceklerdi. Çok cömerttiler, teklif ettikleri ücretle, bu ülkede çalışacak milyonlarca işsiz, asgari ücretli vardı. Zaten bütün suç CHP’nin, MHP’nin ve Ecevit’indi. Asıl onlar Tekel işçilerini kapı dışarı etmişti. (Suç ortakları işler kötü gi-dince suçu birbirine atarlar ya!)
Suçun en büyüğü ise sendikacılardaydı. Sözlerinde durmuyor, işçiyi kontrol altına almıyorlardı. Kendisi (Tayyip) her şey gibi sendikacılığı da çok iyi biliyordu; çünkü oradan gelmişti. Ama işçilikten, sendikacılıktan gelip de dünyanın en zengin başbakanlarından biri olmayı nasıl başardığını anlatmıyordu elbette. Ama o külyutmazdı. Kandırılamazdı.
Yetimin hakkını kadim dostlarına da ve kadim patronlara da yedirmezdi. Kadim dostu Çalık, ATV ve Sabah’ı alsın diye Vakıfbank’tan kredi vermez, Zapsu ve Boyner ilaç tekeli kursun diye eczacıların kuyusunu kazmazdı.
Hele hele Tekel işçilerine yardıma gelenler yok mu, onlar ideolojikti, anarşikti, azılı düşmandı. Niye yardım ediyorlardı ki bırakın sürünsün, açlıktan ölsündü Tekel işçileri. En doğrusunu AKP medyası ve yardım kuruluşları yapıyordu. Zaman, Yeni Şafak, Sabah görmü-yor; İHH, Deniz Feneri duymuyordu.
Bir de benzer dertten muzdarip olanlar vardı. Ne diyordu onlar için; komik. “Türk-İş’in önünde birikmiş 300-500 işçi var, bunların yanına gelen birçok kuruluşun da hiç alakası yok. Öğretmen Olamayanlar Birliği… gibi… Ne demek bu ya? Böyle şey mi olur? Türkiye’de bazı şeyler cidden komikleşmeye başladı.”
“Adeta peygamber” “son Osmanlı padişahı” Tayyip Erdoğan’ın bu sefer işleri tıkırında gitmiyor. Ekmek mücadelesi, sınıf mücadelesi hilafeti de saltanatı da takmıyor.
Kılavuzu Özal olanın…
Turgut Özal’ı hatırlayanınız vardır. Hani işçilerin, hakkında “Çankaya’nın şişmanı işçi düşmanı” diye slogan attıkları cumhurbaşkanı. 4-C de Özal zamanında icat edilmiş bir statü. Yıllık geçici işçi çalıştırmak için uydurulmuş. “Her şeyi orijinal” AKP iktidarı da 2004 yılında özelleştirilen kuruluşlardaki çalışanları, kendi iktidarının devamına muhtaç bırakmak amacıyla 4-C’yi kullandı. 4-C statüsündeki işçiler yılın belli aylarında geçici süreyle çalıştırılıyor ve kapı dışarı bırakılıyor. Üstelik bu statüdeki işçilerin yıllık izin hakları yok, kıdem tazminatları yok.
Ayrıca pazarlık hakları yok, toplu sözleşme hakları yok ve özellikle sendikaları yok. Biliyorlar ki sendikasızlaştırma güvencesizleştirmenin temelinde yer alıyor. Kısacası devlete göbekten bağlı haksız, hukuksuz “mevsimlik işçiler.” Neoliberal dönemin kapitalist devletinin ideal işçi çalıştırma yöntemi. Üstelik AKP’nin tebaa ve mümin zihniyetine ne kadar uygun.
Tayyip Erdoğan’ın bu yöntemden asla vazgeçmem demesinin ilk nedeni bu. İkincisi ise gelecekte (başına) saklı. Çünkü sırada şeker, karayolları, ulaştırma, barajlar, enerji ve sağlık çalışanları var. Ve onun komik bulduğu ücretli öğretmenler. Ve çok daha komik bulacağı diğerleri.
Tekel işçilerinin taleplerini AKP hükümetinin karşılamamasının asıl nedeni; diğerleri. Çünkü sorun tekel işçilerine özgü değil ve çözümü onlarla sınırlı olmayacak. İşsiz, güvencesiz ya da çok az ücretle çalışan on binlerce insan da benzer taleplerle ortaya çıkacak. Ve yaratılan her kararlı direniş AKP’ye geri adım attırıp işçiler için yeni kazanımlar sağlayacak. Tekel işçilerinin yeterli görmediği kazanımlar (çalışma süresinin 11 aya çıkarılması, izin hakkı) bile, şimdiden diğer 4-C’liler için elde edilmiş durumda.
Tekel direnişi sola da öğretiyor…
Solun, Tekel direnişiyle ilişki kurmasındaki gecikmenin asıl nedeni, sınıf mücadelesi reflekslerini kaybetmiş olmasıdır. Uzun yıllardır ana gündemi işçi sınıfı mücadelesi olmayan sol, bu direnişi de bir günlük (en fazla birkaç günlük) bir protesto eylemi olarak algıladı. (Her fırsatta Türk-İş’in yanında yer almayı işçi sınıfı siyaset olarak sunan EMEP’in nerede durduğu ayrı bir tartışma konusudur). Gecikmişlik, zorunlu olarak dışardanlığı getirdi. Ancak dışardanlığı getiren bir başka faktör ise ezbere dayalı siyaset yapma tarzı. Bu tarz ya kendisini sadece “yardım-yataklıkla” sınırlandırıp siyasal kimliği silikleştiriyor ya da dışarıdan bilinç götürmenin en karikatür biçimlerine bürünüyor. İdeolojik-politik-örgütsel gelişmelerini tamamlamış olan sol gruplar için geriye çok az şey kalıyor; “işçiler ayaklanın” emir kipiyle afişler yapmak, dergi isimlerini büyütmek ya da daha cüretkar olup kendisini teknik direktör ilan edip akıl hocalığına soyunmak.
Çok-El olunmalı…
Tek amacımız, tekel işçilerinin eski ücretlerini ve eski haklarını alıp evlerinin yolunu tutmaları değilse bu kölelik düzenine son vermek gibi ‘gizli ve hain planlarımız’ varsa yapılacak olan iş, gidilecek olan yol bellidir; tek-el olmak, ‘Tekel ateşini’ çok-yerde çok-elle birlikte yakmak…