17 Ocak mitingi Tekel işçilerinin yürüttüğü mücadelenin önemli bir dönemeciydi. Ayrıntılar, çelişkiler bir yana bu dönemeç başarıyla dönülmüştür. Ankara mitingi Tekel işçileri mücadelesinin sınıfsal bir yön duygusuyla, kararlılıkla büyümekte, tüm sınıf ve siyaset güçlerini yeniden gruplaştıran bir yarılma ekseni yaratmakta olduğunu gösterdi. Kanımca özel olarak mitingi, genel olarak da direnişi değerlendirirken dikkatlerimizi bu noktaya yoğunlaştırmalıyız. […]
17 Ocak mitingi Tekel işçilerinin yürüttüğü mücadelenin önemli bir dönemeciydi. Ayrıntılar, çelişkiler bir yana bu dönemeç başarıyla dönülmüştür. Ankara mitingi Tekel işçileri mücadelesinin sınıfsal bir yön duygusuyla, kararlılıkla büyümekte, tüm sınıf ve siyaset güçlerini yeniden gruplaştıran bir yarılma ekseni yaratmakta olduğunu gösterdi. Kanımca özel olarak mitingi, genel olarak da direnişi değerlendirirken dikkatlerimizi bu noktaya yoğunlaştırmalıyız. Başka herhangi bir hedefte bir araya gelemeyecek bir bileşimin, Tekel işçileri çevresinde halkalanması, katılımcı ve destekçilerin siyasal eğilimlerinden çok eylemli sınıf hareketinin çekme ve birleştirme yeteneğiyle ilgili bir durumdur.
Tekel işçileri, tüm topluma yalnız haklı ya da “mağdur” değil, hak ve gelecek mücadelesinde kararlı ve direngen olduklarını da gösterdiler. Emekçiler, ezilenler neredeyse tüm toplum Tekel işçilerinin direnişini “meşru” bir eylemlilik olarak algılıyor. Meşruiyet, yalnız haklı olanların değil, haksızlığa karşı savaşma gücü gösterenlerin kuşanabildiği bir kazanımdır. Tekel işçileri toplumsal meşruluğu bileklerinin gücüyle kazandılar.
Direnişin seyrinin ve 17 Ocak mitinginin gösterdiği, bu çıkışı tipik sendikal eylemliliklerden ayıran bir özellik daha var: Tekel işçileri “kendi” eylemlerini vekaleten değil aslen yürütüyorlar. Tek Gıda-İş yönetimi açısından da bir varlık yokluk sorunu haline gelen mücadelenin fiili öncülüğünü sendikacılarla birlikte aktif/kararlı işçilerden oluşan bir grup yürütüyor. Tekel direnişinde çıplak gözle görülebilir netlikte taban inisiyatifi var. 17 Ocak mitinginde kürsünün, arkasından Türk-İş binasının yönetici katlarının işgalinin asla provokatif ve dışarıdan olmayan, tersine son derece doğal ve içeriden bir inisiyatifle gerçekleşmesi, Kumlu’nun protesto edilmesi, daha önce ilan edilen açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerini kesin biçimde aşan “genel grev, genel direniş” çağrısının mitingin ana sloganı haline gelmesi kendi kendine olmadı. Tekel işçileri direnişinin başarıyla sonuçlanmasının güvencesi kendi direnişini kendi eseri yapan bu taban girişimciliğinin etkinliğini sürdürmesindedir.
Tekel eyleminin kendisinin ötesine geçen etkisinin, gündem değiştirme, yeni bir yarılma ekseni yaratma kapasitesinin sermaye ve düzen cephesinde de “birlik ve dayanışma” yarattığını, burjuva siyaset sahnesinin düşman kardeşlerinin bu direnişi ve çevresinde halkalanmakta olan halk hareketliğini kuşatmak ve boğmak için çok sesli bir düzenek oluşturmakta olduklarını görmek gerekiyor.
Verili güç ilişkileri ve emek hareketliliğinin bugünkü eylemlilik ve örgütlülük düzeyinde Tekel işçileri direnişinin AKP hükümetini devireceğini söylemek abartılı ve erken bir değerlendirme olur. Ancak bir nokta kesindir: AKP hükümeti bu eylemin başarısıyla açılıp gürleşecek bir emek hareketinin gereksinme ve istemlerini karşılayacak, bu gündemi öteki siyasal sorunlar gibi ustalıkla “yönetecek” durumda değildir. “Hak verilmez alınır”ın yol olmasını kaldırmayacaklarını biliyorlar. Biz de, burjuvazinin, artık devletleşen AKP’nin bu yükselişi kuşatmak, püskürtmek için bütün olanaklarını seferber edeceğini bilelim.
Düzen partilerinin, CHP ve MHP’nin bu yükselişi kendi emelleri için kullanmaya çalışırken, yönünü değiştirmek ve ehlileştirmek için ellerinden gelen her şeyi yapacakları da daha şimdiden bellidir.
Türk-İş üst yönetimi sıkışmıştır. Kumlu’nun 17 Ocak mitinginde işçilerden tepki alan konuşması manidardır. Kumlu, direnişin “ideolojik” olmadığına kefil olduğunu söylerken son çözülmede hangi tarafta olacağını açık etti. Bu sözlerin ne anlama geldiğini en iyi işçiler anladılar.
Baykal 17 Ocak’tan sonra “Tekel işçilerine yapılan yazıktır. Havai fişeklere buluyorsunuz da işçilere mi para bulamıyorsunuz?” dedi ve tam bir haddini bilmezlikle Tekel işçileri adına AKP’den “merhamet” dilendi.
Bahçeli, Tekel işçilerini kastederek “Aileleri, bakmakla yükümlü oldukları çocukları olan bu kardeşlerimizin yoğunlaşan sorunlarına daha fazla duyarsız kalmak mümkün değildir. Ben hükümeti ve Başbakan Erdoğan’ı Tekel işçileriyle girdikleri inatlaşmadan bir an önce vazgeçmeye ve talep ettikleri masumane istekleri yerine getirmeye davet ediyorum” buyurdu(!)
“Yazıktır”, “merhamet”, “masumane istekler”… Burjuva muhalefetin söyledikleri bunlardır. Kendisini eylemlilikle ortaya koyan işçi hareketi karşısında iktidarıyla muhalefetiyle aynı taraftalar. Saflar bellidir. Tekel çıkışını sokaktan, meydanlardan uzlaşma masasına çekip söndürmek istiyorlar. Bülent Arınç, boşuna “sokaklar beni kaygılandırıyor” demiyor.
Tekel eylemi, Türkiye gerçekliğini yansıtır ve bölünme sendromunu boşa çıkarır biçimde Kürt ve Türk işçilerinin ortak eylemi olarak gerçekleşti. Mücadelede birleşmiş, özgüven kazanmış bir işçi hareketinin milliyetçi önyargıları, ulusalcı/milliyetçi güçler tarafından pompalanan Kürt-Türk ikiliğini aşan, sınıf kardeşliğini öne çıkaran bir katalizör işlevi gördüğünü, göreceğini kanıtladı. Bu, içinden geçmekte olduğumuz dönemin en kritik sorununda emekçilerin tüm topluma sunduğu sınıf ve toprak kardeşliği açılımının ta kendisidir.
Olanaklar ve tehlikeler iç içedir.
12 bin Tekel işçisinin kararlı direnişinin, giderek büyüyen dayanışmanın gücü sayılardan ve fiziksel hacimden değil, tüm emekçiler adına konuşmasından, kesimsel ve anlık değil, tarihsel ve toplumsal haklılığından, aritmetikten çok cebire benzeyen siyasetin, bugünün Türkiye ortamında içinde taşıdığı gizil olanaklardan geliyor.
Tekel direnişinin bundan sonraki gidişatı, bu gidiş hangi yönde olursa olsun Türkiye toplumsal/siyasal yaşamının bundan sonrasına rengini verecektir.
İşçiler bundan sonraki adımın adını koydular: Genel grev, genel direniş!
Dün yapılan konfederasyon yöneticileri toplantısından sonra hükümetle yapılacak görüşmelerde 26 Ocak Salı günü saat 17.00’ye kadar sonuç alınamaması halinde aynı saatte konfederasyonların , ‘dayanışma grevi ve üretimden gelen gücün kullanılacağı tarihi” de görüşmek üzere yeniden bir araya gelecekleri açıklandı. Arkasından işçiler açlık grevine de 26 Ocak’a kadar ara verdiler.
Böylece, Tekel direnişi en kritik evresine girmiş oldu. Önümüzdeki birkaç gün içinde “üst düzeyde” görüşme ve pazarlıkların yoğunlaşacağı anlaşılıyor.
“Üretimden gelen güç”ün, bir pazarlık kartı olarak öne sürülmesinin, hazırlıksız ve geçiştirmeci bir iş bırakmanın etkileme ve caydırma gücünün sınırlı olduğunu onlarca deneyden biliyoruz. Gerekli olan, ciddi ve seferberlik düzeyinde bir hazırlıkla yapılacak, sözcüğün gerçek anlamıyla tüm Türkiye’de hayatı durduracak genel grevdir.
Bize düşen, bütün gücümüzle, tüm olanaklarımızla, önemli önemsiz, büyük küçük demeden her aşama ve düzeyde bu mücadeleyi desteklemek, Türkiye’nin her yerinde Tekel işçileriyle dayanışma örgütlülük ve eylemlilikleri içinde aktif biçimde yer almaktır.
Gün Tekel işçileriyle dayanışma günüdür!