İzmir’deydim ve Sendika.Org muhabiri olarak Tekel işçilerinin direnişine gidecektim. İşçileri götürecek otobüsün kalkışından 2 saat önce hareket noktasına gittim. İzmir’in rüzgârla birleşince dayanılmaz hale gelen soğuğuyla mücadele ederken uzaktan bir kadın belirdi, yaklaştı ve bana otobüsleri sordu. “Burası” dedim ve beraber beklemeye başladık. Derken bir kadın daha geldi, sonra tütün fabrikasının kapısına gittik. Tütün fabrikasının […]
İzmir’deydim ve Sendika.Org muhabiri olarak Tekel işçilerinin direnişine gidecektim. İşçileri götürecek otobüsün kalkışından 2 saat önce hareket noktasına gittim.
İzmir’in rüzgârla birleşince dayanılmaz hale gelen soğuğuyla mücadele ederken uzaktan bir kadın belirdi, yaklaştı ve bana otobüsleri sordu. “Burası” dedim ve beraber beklemeye başladık. Derken bir kadın daha geldi, sonra tütün fabrikasının kapısına gittik. Tütün fabrikasının girişindeki ufak bir kulübe içerisinde aileler bekliyordu. Arabaların içinde ve dışarıda bekleyenler de vardı.
Çocuk direniş görsün
Soğuktan korunmak için sıkı giyinen 15 yaşındaki Mert’in sadece gözleri görünüyordu. Mert, babasıyla beraber gelmiş. Mert’in babası “Çocuk direniş görsün, bir daha nerede görecek” diyor. Mert’in kız kardeşi de gelmeyi çok istemiş ama annesi razı olmamış. Bazı işçiler de çocuklarını akrabalarına bırakmışlar. Ankara’ya giden işçilerin yanı sıra uğurlamaya gelenler de var. Uğurlayanlar da otobüste olmak, Ankara’ya gitmek istiyorlar ancak direnişin önceki günlerinde Ankara’da hastalanan arkadaşlarına bakıyorlar.
“Yıllık izni ne yapacağım işten atıldıktan sonra” diyen birçok işçi yıllık izin almış öyle gelmiş. Otobüs tutarken birçok sorun yaşanmış ama önlem alan işçiler otogarı arayıp yer bile ayırtmışlar. İşçiler Ankara’ya gitmenin “namus borcu” olduğunu söylüyor.
Direnişin 42. gününü 43. gününe bağlayan gece vakti İzmirli Tekel işçileriyle birlikte Ankara’ya hareket ediyoruz. Yol boyunca “Tekel işçisine çay 50 kuruş”, “Tekel işçisine bilet 24 lira” gibi levhalar gözümüze ilişiyor.
Ölmüş eşeğin kurttan korkusu olmaz
Yolculukla birlikte evlerde yapılan pastalar börekler herkese dağıtılıyor. İşçiler kazanacaklarından umutlu ve sonuna kadar direneceklerini söylüyor. “Ölmüş eşeğin kurttan korkusu olmaz” diyen 40 yaşında ancak daha yaşlı gösteren bir işçi, “Şimdi ölsem, aileme 4/C’ye geçtiğim durumdan daha fazla para kalacak” diyor ve ekliyor, “Biz çocuklarımızın geleceği için yaşamıyor muyuz zaten.”
Otobüs STR Tesisleri’nde 15 dakika ihtiyaç molası veriyor. İşçilerin konuşmalarına kulak misafiri oluyorum ve molanın her saniyesini Ankara’yı düşünerek geçirdiklerini görüyorum. İzmir’den uzaklaştıkça havaların soğumasıyla birlikte “Burada hava böyleyse Ankara’da kim bilir nasıl olur” diye konuşmalar başlıyor. Birlikte içilen çaylar içimizi ısıtıyor ve birden bire sendikacılık tartışması başlıyor. “Ateşi, yemeği, çadırı, ilacı, otobüsü bile devrimciler buldu” diyor bir işçi ama sendikasına da güveniyor.
Tekel işçisi Gürsel “Ailecek buradayız. Bir giden bir daha gitmek istiyor” diyor direniş için. “Ne olur bu işin sonu?” sorusuna ise “Hak nasip eder de hakkımızı alırsak, Ankara’yı bayram yerine çevireceğiz” diyor.
Ankara’ya yaklaştıkça soğuk da artıyor, direnişçilere kavuşmanın heyecanı da. Otobüs, bizi AŞTİ’de indiriyor. İlk gördüğümüz taksiye doğru hamle yapıyoruz ancak çok masraflı olacağını söylüyor bir işçi ve başka bir yol arıyoruz. Derken daha önce direnişe gelen işçilerden Sevim, parasız servislerin olduğunu söylüyor. 5-10 dakikalık aramadan sonra servisleri buluyoruz. 25 kişilik servise 38 kişi valizlerimizle birlikte biniyoruz. Etrafta “nereye gidiyor bu insanlar” dercesine bakan meraklı gözler var. Ancak meraklı gözler çok geçmeden bu insanların Tekel işçileri olduğunu anlıyor. Kızılay’a geliyoruz ve Sakarya Caddesi’ni arıyoruz.
Ateş olmayan yerden duman çıkmaz
Sabahın altısı, hava çok soğuk. Ankara’ya daha önce gelenler etraflarına bakarak nerede olduklarını kestirmeye çalışırken üşümemek için herhangi bir yöne doğru hareket ediyoruz. Orta yaşlı bir kadın çektiği tekerlekli bavulun sesiyle Ankara’yı uyandırıyor adeta. Sonra Kızılay’ın konut bölgesi olmadığından habersiz gayri ihtiyari soruyor yanındaki arkadaşına: “Acaba burada evlerde kalanları rahatsız ediyor muyuz?” Biraz ilerledikten sonra yoğun bir duman görüyoruz. “Tamam, buralarda olmalı” diyor arkadan bir ses. Direniş çadırını, soba dumanlarını takip ederek buluyoruz.
Sokakta varillerde ateşler yanıyor. Hep beraber İzmirlilerin çadırına giriyoruz. Bazı işçiler uyuyor, bazıları ise sobada çay kaynatıyor. Gece boyu uyumamış, yorgunluğu her halinden belli olan çayı kaynatan işçi, hepimizi o kadar sıcak karşılıyor ve çağırıyor ki “Çay oldu” diye, hemen dinlenmek isteyenler bile bir sıcak çay içmeden edemiyor. Başka bir işçi uyuyanları uyandırıyor ama uyuyanlardan bir tanesi bütün gece nöbetteymiş ve “biraz daha uyuyayım” diyor. İzmirlilerin çadırı oldukça düzenli, çadırın dört tarafına geçirdikleri naylonda hiç zedelenme yok. Sobaları çadırın ortasında ve elektrikli ısıtıcıları var. Palet tahtaların üzerilerine geçirdikleri halıflekslerin üzerine çarşaf seren işçiler buralarda yatıyorlar.
İzmirliler’in çadırında Cumhuriyet mitingi bayrağı asılı ve Gavur İzmir Çadırı yazıyor. Çadırda Başbakan’ın Tekel işçileri için söylediklerinin espri konusu olduğuna şahit oluyorum. Başbakan’ın laflarına karşı yapılan esprilerin de ulusalcı eğilimin yakalayabileceği türden olması şaşırtıcı değil. Çadırdakilerden bir kadın, bizimle gelen ve çokça yemek hazırlayan başörtülü bir kadına takılıyor, “Nerden geliyor bu yemeklerin parası” diye. Bizimkinde cevap hazır, “Bana eylemciler para veriyor gelmem için sen bilmiyor musun?”
Tekel Caddesi, Direniş Sokak, No: 4/C
İzmirlilerin çadırından çıkıp diğer çadırları dolaşmaya başlıyorum. Dolaştıkça en lüks çadırın İzmirlilerinki olduğunu anlıyorum. Çadırların içindeki sobalarda çaylar kaynıyor. KESK’in çadırında çorba dağıtılıyor. İşçiler Ankara’nın göbeğine adeta çadır kent kurmuşlar. Çadırları tutmak için geçirilen ipler, elektrik direğinden kaçak elektrik alan kabloların bol olduğu mahallelerdeki gökyüzünü andırıyor. Hani altyapı da getirilse bildiğimiz mahalle olacak cinsten bir yer direniş çadırları. İşçiler tıpkı barınma hakkı için kendi evlerini inşa eden gecekonducular gibi onların yaşadığı sıkıntıları direniş boyunca yaşamışlar. Yazılı hiçbir kural, plan ya da sonraki güne dair herhangi bir program olmaksızın yaşıyorlar, direniyorlar. Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen işçiler çadırlarına illerinin isimlerini yazmışlar, çadırlarına kendi illerinin sembollerini de taşımışlar ama memleketin hiçbir önemi yok onlar için. İşçilerin memleketleri Ankara’nın Sakarya Caddesi olmuş, adresleri ise “Tekel Caddesi, Direniş Sokak, No: 4/C”.
Dışarıdan çadırlara ilk defa bakan bir göz dağınıklık görüyor. Bu dağınık görüntünün altında çadırların içerisinde oldukça disiplinli bir hayat var. Direniş, direnenlerin hayatlarını düzenliyor. İşçiler, Ankara Valiliği’nin ya da Büyükşehir Belediyesi’nin olası bir saldırısına karşı nöbette bekliyor ve çadırlarda uyumayı da vardiyaya bağlamışlar.
Öğlen saatlerinde hava eksi derecelerde dolanıyor. Yer yer sloganlar atılıyor, halaylar çekiliyor. İşçilerin direnişi sürerken Ankara halkı büyük bir dayanışma örneği gösteriyor. Bir semt halkı kendi pankartıyla ziyaret ediyor işçileri ve işçilere odun getiriyor, Mamaklı kadınlar işçilere yemek yapıyor, Sinop’tan bir ton hamsi geliyor. Mangal bulunuyor, hamsiler kızartılıyor ve ekmek aralarına konularak sırayla herkese dağıtılıyor.
Yaşlı adam pes etmedi
Bitlislilerin çadırına üzerinde yırt