4-C statüsüne karşı direnen Tekel işçileri, daha ilk adımda sermayenin en yetkili ağzıyla karşı karşıya geldi. Başbakan Erdoğan, güvencesizleştirmeye karşı direnen Tekel işçilerini “yattıkları yerden para kazanmak istemekle” suçladı. Tekel işçileri, Tayip Erdoğan’ın bu suçlamasını basit bir “hakaret” olarak görürlerse büyük bir yanılgıya düşerler. Erdoğan, “maçı kendi sahasına almaya” çalışıyor. Erdoğan, Tekel işçilerinin mücadelesini “kazanılmış […]
4-C statüsüne karşı direnen Tekel işçileri, daha ilk adımda sermayenin en yetkili ağzıyla karşı karşıya geldi. Başbakan Erdoğan, güvencesizleştirmeye karşı direnen Tekel işçilerini “yattıkları yerden para kazanmak istemekle” suçladı.
Tekel işçileri, Tayip Erdoğan’ın bu suçlamasını basit bir “hakaret” olarak görürlerse büyük bir yanılgıya düşerler. Erdoğan, “maçı kendi sahasına almaya” çalışıyor. Erdoğan, Tekel işçilerinin mücadelesini “kazanılmış hakları koruma mücadelesi”ne hapsedebilirse, bir miktar “ek rüşvet”e mal olsa da istediği genel sonucu alabileceğini düşünüyor olmalı.
Hükümetler “Büyük Zonguldak Grevi”nden bu güne dek, örgütlü işçi hareketiyle yaşanan bütün büyük çatışmalarda, harekete geçen işçilerin ve örgütlerinin somut gündelik çıkarlarını az çok gözeten uzlaşmalarla, güvencesiz istihdama orta ve uzun vadede geçişi öngören düzenlemelerin önünü açmayı başardılar.
“Örgütlü” işçi sınıfı, 30 yıl önce “kapsam dışı personel” statüsünü kabul ederek düştüğü bataklıkta boğulma noktasına gelene kadar “gerçekle yüzleşme”den kaçmayı, bugüne kadar başarabilmişti. Ancak İstanbul itfaiye işçileri ve Tekel işçilerinin mücadele süreçleri artık “ateşin bacayı sardığını”, geleneksel sendikal harekette “günü kurtarma” devrinin kapanmak üzere olduğunu gösteriyor. Güvencesiz istihdam, “nihayet” geleneksel sendikal merkezler için de bir “varlık-yokluk” sorunu haline gelmiş gibi görünüyor.
Tekel işçilerinin 4-C statüsüne karşı direnişleri, “ölmeye yatmış” geleneksel sendikal harekette sarsıntı yarattı. Türk-İş Genel Başkanı’nı kürsüden kaçıran Tekel işçisi, bir ayı aşkın bir süredir önünde oturduğu, ancak tuvaletini dahi kullanamadığı Türk-İş Genel Merkezi’ni bastığında bu mücadele nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, örgütlü işçi hareketinin gündeminin birinci maddesini değiştirmiş oldu. Bundan böyle örgütlü işçi hareketinin bir numaralı gündemi “güvencesiz çalışma” sorunudur.
Bugüne kadar işçi sınıfı hareketinde “öncü” mücadelelere konu olan “güvencesiz istihdamla mücadele”, artık “cephe çizgisi”ne dönüşmektedir. İşte bu, bilincinde olunsun ya da olunmasın, Türkiye İşçi Sınıfı Hareketi için tarihsel bir dönüm noktasıdır.
Bugünün sorunu, güvencesizleştirmeye karşı direnen 12 bin Tekel işçisinin, 15 milyonun üzerinde işçi ve işsizi içine alan “güvencesiz istihdam”a karşı mücadelenin örgütlü ve bilinçli bir gücü haline getirilip getirilemeyeceğidir. Güvencesiz istihdama karşı mücadeleyle birleşmeyen “güvencesizleştirmeye karşı direniş“in, “ayrıcalıkları koruma mücadelesi” nin ötesine geçmeyeceği ve sınıf hareketinin “ölmekte olan yönü”nün bir parçası olacağı, yinelene yinelene kabak tadı veren bir gerçektir. (Geleneksel sendikal hareketin “can çekişmesi”nin son örneği, Çalışma Bakanlığı’nın yeni SGK kayıtlarına göre hazırlanan Ocak 2010 işkolu istatistiklerinin yayınlanmasının, 30’a yakın sendikanın %10 işkolu barajının altına düşecek olması nedeniyle durdurulmasıdır. Hükümetin bu “kozu” bugünkü krizde Türk-İş’e karşı nasıl kullanacağı kolayca tahmin edilebilir.)
Hayalci olmamakta yarar var. İşçi sınıfı hareketini bu günkü duruma düşüren yapıların bu durumdan çıkışa “önayak olmak” bir yana engel olmaktan çıkabileceğini düşünmek bile zor. Tekel işçisinin işgallerle dayattığı “genel grev” talebi daha ilk adımda “konfederal merkezler” düzleminde boğuntuya getirilmeye girişildi bile…
Öte yandan, taşeron işçilerini “güvenceli iş” talebi etrafında örgütlemenin örnek mücadelelerini yaratmaya ve emekçi-yoksul halkı sermaye kuşatmasına karşı “dayanıklı” hale getirmek için “hak mücadelelerini” yükseltmeye çalışan “bugünün devrimci öncülerinin” elde ettikleri mevzilerin ve oluşturdukları güç birikiminin, bu sonucu yaratmak için yeterli olmadığı da ortada.
Bununla birlikte, hayalci olmamak, hayallerimiz için dövüşmemize engel değil.
Güvencesizleştirmeye karşı direnişler çoğaldıkça, güvencesiz işçilerin “güvenceli iş mücadelesinin” sınıf hareketindeki öneminin artacağını, başarıya daha da yaklaşacağını söyleyebiliriz. Aynı şekilde, örgütlü işçi hareketinin “tabanı” işçi sınıfının gerçek kitlesiyle “yakınlaştıkça”, yoksul halkın hak mücadeleleri ile yani eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, enerji, temiz su ve haber alma gibi hakların “kamulaştırılması” için mücadelelerin sendikal mücadelenin yeni cepheleri olduğu da görülecektir.
Tekel işçilerinin mücadelesinin Türkiye gündemine damgasını vurduğu günlerde Adana Balcalı Hastanesi’nin taşeron şirket işçilerinin sigorta kayıtlarının Çukurova Üniversitesi üzerine tescil edilmesi ve İstanbul’daki ulaşım zamlarının iptal kararı, “tarihsel bir buluşmanın” ilk işaretleri gibi…
Halkın Sesi gazetesinin 98. sayısında yayınlanmıştır