Bu gecikmiş bir yazı. “Tahrik Kuralı” başlıklı yazımın devamının daha önce getirilmesi gerekiyordu. Hükümetin Kürtlere karşı aldığı saldırı kararını “tahrik” bahanesiyle uygulamaya soktuğunu yazmış, ancak saldırı kararının arkasında yatan şeyin ne olabileceğine ilişkin herhangi bir kanı belirtmemiştim. Aslında oldukça kısa bir süre sonra “açılım”dan “tenkil”e U-dönüşünün arkasında yatan “gelişme” ortaya çıktı. Ancak kanaatimi yazıya dökmeye […]
Bu gecikmiş bir yazı. “Tahrik Kuralı” başlıklı yazımın devamının daha önce getirilmesi gerekiyordu. Hükümetin Kürtlere karşı aldığı saldırı kararını “tahrik” bahanesiyle uygulamaya soktuğunu yazmış, ancak saldırı kararının arkasında yatan şeyin ne olabileceğine ilişkin herhangi bir kanı belirtmemiştim. Aslında oldukça kısa bir süre sonra “açılım”dan “tenkil”e U-dönüşünün arkasında yatan “gelişme” ortaya çıktı. Ancak kanaatimi yazıya dökmeye fırsat bulamadım. Bununla birlikte, (benim izleyebildiğim kadarıyla) bugüne dek bir başkası tarafından da benzer bir görüş ifade edilmediği için en azından “kayıt düşme” adına yazmak gereğini duydum.
Bizim devletimizin bir takım tuhaf adetleri vardır. Sıralamaya kalkışsak ortaya hacimli bir kitap çıkar ama bizim konumuz açısından atıfta bulunacağım “devlet geleneğimiz”, “dış politika bağlantılı TKP operasyonları”dır.
Devletimiz SSCB ile olumlu bir ilişki kuracağı zaman ilk iş olarak TKP tevkifatı yapardı. Böylelikle, başta “batılı müttefiklerimiz” olmak üzere tüm dış dünyaya “anti-komünizmde ısrar” mesajı verilmiş olur, içerde de mülk sahibi sınıflar “rahatlatılır”dı.
Kürt açılımının ani bir kararla “tenkil”e dönüştürülmesinin arkasında da buna benzer bir “devlet etme zihniyeti” olduğu kanısındayım. Bu kanıya “retrospektif”, yani bugünden geçmişe bakan bir yaklaşımla ulaşıyorum.
Tezim şu: AKP hükümeti “Kürt Açılımı”nın orta yerinde bugünkü “ordu operasyonu”nun başlama düdüğünü duymuş ve bu operasyonu yürütebilmek için “açılım”ı askıya alıp Kürtleri “dövmeye” girişmiştir.
Hareket noktam da şu: Kürtler bu denli şiddetli bir biçimde “dövülmeden”, bugünkü “ordu operasyonları” yapılabilir miydi? “Bülent Arınç suikasti”nden “Kozmik Oda baskını”na geçişin veya subay intiharlarına varan soruşturmaların veya son olarak “Balyoz Operasyonu” tartışmalarının, uydurma da olsa bir “Kürt barış süreci” eşliğinde, hatta Kürtlerle “ılık rüzgârlar estirilen bir havada” yürütülebilmesini aklınız kesiyor mu?
Açıkçası benim aklım kesmiyor.
Yaklaşık iki aydır “AKP ve Fethullah karşıtı darbecilere” atılan dayağın, hükümetle ordu arasında bir “çatışma” olup olmadığı tartışma götürür. Ancak ordunun bazı unsurlarına “meydan dayağı” atıldığı da ortada.
Arka arkaya patlatılan skandallar ve yapılan uygulamalar, en az Kürt Açılımı kadar güçlü bir politik iradeyi, kararlılığı ve planlamayı gerektiren bir “operasyon”un yürürlükte olduğunu gösteriyor. Yani “Kürt açılımı”nı planlayan hangi güç ve iktidar merkezleri idiyse, “ciheti askeriye”ye yönelik son operasyonu planlayan ve yürürlüğe koyan da aynı güç ve iktidar merkezleridir ve hiç kuşku yok ki ABD işin başındadır.
Kürt Açılımı’nın tenkile dönüştürülmesinin bu operasyonla zamandaş olması ve neredeyse aynı “aparatlar”ca sürdürülmesi bence bir tesadüf değildir.
Orduya ilişkin bu “kapsamlı operasyon”un “devletin bekasına” ilişkin bir tehdit olmadığını kanıtlamak için en kolay yol “Kürtlerin de dövülmesi”dir.
Mesele yalnızca “devletin bekasından” kaygılanan kesimleri rahatlatmak da değildir. TSK’nın karar merkezlerinin “kredisinin zayıfladığı” bir momentte, Kürt özgürlük hareketinin taleplerine bir nebze dahi kulak verilmesi halinde devletin kurumsal temelinde bir krizinin çıkacağı açıktır. Böylesi bir krizin önüne geçilmesi için de “Kürt düşmanlığı” iklimine ihtiyaç bulunmaktadır.
Bu nedenle kanaatim o dur ki; “orduyu hizaya geçirme, çeki düzen verme” harekâtının “son dalgası”nın koşullarının olgunlaşması, Kürt Açılımı’na “mola” verilmesinin asıl nedenidir ve “bu dalga” sona erinceye kadar hükümet, Kürdün “sırtından sopayı” kaldırmayacaktır.
Dolayısıyla, “Açılım Süreci”nin bugünkü başarısızlığının, “tarafların bu süreçteki kimi hataları”na bağlanmamasında yarar var. AKP’nin Kürtlere karşı “demokratlığı”nın derecesi, devlet iktidarından uzaklığıyla doğru orantılı gibi görünüyor. Bu “doğru orantı”nın kaynağında ise Türkiye’deki yeni sömürge kapitalizminin ve onun politik üst yapısının “ırkçı matematiği” bulunuyor. ABD ve AKP’ye muhabbet besleyen “Liberal Kürt aydınları”nın dikkatine sunulur…