Haiti’nin depremin yol açtığı felaketle baş etmesine engel olan yoksulluğuna istikrarsız tarihinin veya kültürünün özelliği gibi bakılıyor. Oysa bu yoksulluk ABD, Fransa ve Britanya’yla asırlar öncesine dayanan eşsiz derecede acımasız ilişkinin sonucu. Yaşanan felaketin ölçeği insan yapımı Görünen o ki Haiti halkı rahat bir nefes alamayacak. 200 bin insanın canına mal olduğunu tahmin edilen depremin […]
Haiti’nin depremin yol açtığı felaketle baş etmesine engel olan yoksulluğuna istikrarsız tarihinin veya kültürünün özelliği gibi bakılıyor. Oysa bu yoksulluk ABD, Fransa ve Britanya’yla asırlar öncesine dayanan eşsiz derecede acımasız ilişkinin sonucu. Yaşanan felaketin ölçeği insan yapımı
Görünen o ki Haiti halkı rahat bir nefes alamayacak. 200 bin insanın canına mal olduğunu tahmin edilen depremin üzerinden bir haftayı aşkın zaman geçti ve Haitililerin büyük kısmı dış dünyanın söz verdiği yardım armadasından hiçbir şey alabilmiş değil. Tam tersine, ABD ordusu Port-au-Prince havaalanını tekeline alıp güç durumdaki Karayip ülkesine binlerce asker sevk ederken, felaketten sağ kurtulan yaralı ve aç insanlar ölmeye devam ediyor.
En büyük skandal ABD komutanlarının, Dünya Gıda Programı ve Sınır Tanımayan Doktorlar gibi örgütlerden gelen tıbbi ekipman ve acil ihtiyaç malzemelerini, birliklerinin inmesine öncelik vermek için sürekli olarak geri çevirmesi. Sokaklardaki çarpıcı sabra ve dayanışmaya, yağmaların nispeten küçük ölçekli olmasına karşın, hedefin asayişi sağlamak ve ABD ordusunun 1993’teki ‘Kara Şahin Düştü’ rezaletine atıfla, ‘yeni bir Somali’yi’ önlemek olduğu söyleniyor. Bu, Haiti’yi kontrol altında tutmak yönündeki kuvvetli geleneğe gayet uyan bir yaklaşım.
Tarihi istilayla yazılmış
Son birkaç günde bir başka motivasyon da açığa çıkmış durumda: ABD Haiti’ye, felaketin sonrasında çaresiz kitlelerin deniz yolundan topraklarına akın etmesini önlemek için topyekün bir donanma ablukası başlattı. Galli itfaiyeciler ve Kübalı doktorlar bu hafta hayatları kurtarma işiyle uğraşırken, ABD’nin 82. Hava İndirme Tümeni Haiti’nin başkanlık sarayının yıkıntılarına paraşütle inmekle meşguldü.
Bu şok edici derece sapkın önceliklerin sonucunda daha fazla Haitili’nin öldüğüne kuşku yok. ABD desteğiyle iki kez devrilmiş olan Jean Bertrand Aristide hükümetinin eski savunma bakanı Patrick Elie’nin dediği gibi: “Askerlere ihtiyaç duymuyoruz, burada savaş falan yok.” Amerikalıların ele geçirdiği kontrolün boyutu göz önüne alındığında, Elie gibi Haitililerin veya Fransız ve Venezüellalı liderlerin yeni bir ABD işgali tehdidinden söz etmesi hiç şaşırtıcı değil.
Bu insanların yönelttikleri eleştiriler, ABD ordusunun yardım gayretinin lojistik arkaplanını sağlayacak tek güç sayıldığı bir dönemde, Amerikan karşıtı refleks denilip görmezden geliniyor. Bununla birlikte, Haiti’nin ABD ve Avrupalı sömürgeci güçlerin istilaları ve sömürüsüyle yazılmış dehşetli tarihi bağlamında, bu tam anlamıyla aptalca bir tepki. Zira geçen haftaki deprem doğal bir afet olsa da, yol açtığı insani felaketin ölçeği insan yapımı.
Korkunç can kaybı miktarının başlıca nedeninin yoksulluk olduğu ayan beyan ortada: Döküntü barakalar, sağlık hizmetlerinin ve kamusal altyapının yokluğu. Fakat Haiti’nin yoksulluğuna, istikrarsız tarihinin veya kültürünün bir özelliği gibi bakılıyor, halbuki aslında bu yoksulluk dış dünyayla, bilhassa da ABD, Fransa ve Britanya’yla kurulan ve asırlar öncesine dayanan eşsiz derecede acımasız bir ilişkinin doğrudan sonucu.
Köleliğe karşı isyanını başarıya ulaştırması ve 1804’te bağımsızlığını ilan eden ilk siyah cumhuriyet olması istila, abluka ve ancak 1947’de ödenebilen yıkıcı bir borç yüküyle cezalandırılan Haiti, iki dünya savaşı arasında da ABD tarafından işgal edildi ve yığınla alacaklı tarafından acımasızca boğuldu. Kasti sömürgeci yoksullaştırmayla geçen bir asrı, Duvaliers’in ABD destekli diktatörlüğüyle geçen ve ülkeyi borç batağına daha da gömen yıllar takip etti.
Kurtuluş kilisesinden Jean-Bertrand Aristide bir kalkınma ve toplumsal adalet programı temelinde devlet başkanı seçildiğinde, Haiti oligarşisine ve uluslararası destekçilerine meydan okuması iki yabancı destekli darbenin yanı sıra ABD işgallerine, yardım ve kredilerin askıya alınmasına ve nihayetinde devlet başkanının sürgüne gönderilmesine yol açtı. O zamandan beri binlerce Amerikan askeri itibarı dibe vurmuş bir siyasi sistemin güvenliğini sağlarken, küresel finans kurumları Haitileri daha da yoksullaştıran bir neoliberal diyet dayatıyor.
Pirinç üretimine bakmak yeter
Sözgelimi 30 yıl önce Haiti pirinç üretiminde kendi kendine yeten bir ülkeydi. 1990’ların ortasında IMF ülkeyi gümrük vergilerini indirmeye zorladı, ABD buraya subvansiyonlu üretim fazlasını boca etti ve Haiti bugün pirincin büyük kısmını ithal ediyor. On binlerce pirinç çiftçisi başkent Port-au-Prince’in barakalarına taşınmak zorunda bırakıldı. Geçen haftaki depremde birçoğu öldü.
Aynısı son 20 yıldır dayatılan borç verme ve yardım koşulları için de geçerli; bu koşullar nedeniyle Haiti hükümetleri özelleştirme yapmak, asgari ücreti indirmek ve zaten yerlerde sürünen sağlık, eğitim ve altyapı hizmetlerini azaltmak zorunda kaldı. Bunun etkisi, Haiti devletinin halkına en temel yardımları sağlamak konusundaki çaresizliğinde de görülebilir. Şimdi bile yeni IMF kredileri, Haiti’nin elektrik fiyatlarını artırması ve kamu sektörü ödemelerini dondurması şartına bağlanıyor; insanların büyük çoğunluğunun günde iki dolardan az gelirle yaşadığı bir ülkeden söz ediyoruz.
Bu hikâyenin gerçek hayata nasıl yansıdığı, piyasa ilacını yutan Haiti’yle o ilacı yutmadığı için 50 yıldır ABD ablukasında olan hemen yanındaki Küba arasındaki keskin tezatta görülebilir. Haiti’nin bebek ölüm oranı binde 80 iken Küba’nınki binde 5.8; Haitili yetişkinlerin yarısına yakını okur yazar değilken Küba’daki oran yüzde 3. Ve geçen yıl her iki adayı da vuran kasırgalarda 800 Haitili ölürken, Küba dört kişi hayatını kaybetti.
Felaket kapitalizmi dayatılıyor
Naomi Klein ‘Şok Doktrini’ kitabında, 2004’teki Asya tsunamisinden Irak’a kadar, doğal afetlerin ve savaşların büyük şirketler ve onların destekçisi olan devletler tarafından devlet kontrolünün tümüyle kaldırılmasından özelleştirmeye kadar yağmacı neoliberal politikalara sevk etmek için nasıl kullanıldığını gösterir; bunları dayatmak aksi takdirde mümkün olmayacaktır. Şuna kuşku yok ki, bazıları bugün Haiti’ye bir tür felaket kapitalizmi dayatıyor. ABD’nin etkili muhafazakâr kurumlarından Heritage Vakfı geçen
hafta depremin ‘Haiti’nin uzun zamandır işlemeyen hükümetini ve ekonomisini yeniden biçimlendirmenin yanında, ABD’nin dünya gözündeki imajını düzeltmek için fırsatlar’ sunduğunu iddia etti.
Haiti’nin ihracat malı üretim bölgelerini imar etmek isteyen eski ABD başkanı Bill Clinton da, çok daha duyarlı bir edayla olsa da, BBC’yle söyleşisinde benzer şeyler düşünüyor gibi göründü. Fakat Haiti’de yapılmayan veya satılmayan ürünlerin birleştirildiği derme çatma işletmelerin sayısının artırılması ülkenin ekonomisini kalkındırmayacak ya da çoğunluk için düzenli bir gelir sağlamayacak. Bunun için Haiti’nin milyarlarca dolarlık mevcut borcunun silinmesi, yeni krediler yerine bağışlar verilmesi ve bizzat Haitililerin öncülüğünde ülkenin, kamusal yatırım, tarımın yeniden kalkındırılması ve geniş çaplı bir okuma yazma programı temelinde demokratik yollarla yeniden inşası gerekiyor. Haiti’nin mevcut felaketten çıkış yolu bulması asıl böyle mümkün. (20 Ocak 2009)