Hiç kimse, solu AKP’nin ikiyüzlü dış politikasına alet olmadı diye Filistin davasına duyarsız kalmakla eleştirme hakkına sahip değildir. Kaldı ki sol, yanlışı eleştirdiği gibi doğruyu da ortaya koyabilmektedir. Bu noktada, İsrail ve Türkiye egemenlerinin çıkar ortaklıklarını hedef alan İsrail’e Karşı Boykot Girişimi, ilerici toplumsal muhalefet güçleri açısından ilkeli, etkili ve samimi bir mücadele seçeneği olarak […]
Hiç kimse, solu AKP’nin ikiyüzlü dış politikasına alet olmadı diye Filistin davasına duyarsız kalmakla eleştirme hakkına sahip değildir. Kaldı ki sol, yanlışı eleştirdiği gibi doğruyu da ortaya koyabilmektedir. Bu noktada, İsrail ve Türkiye egemenlerinin çıkar ortaklıklarını hedef alan İsrail’e Karşı Boykot Girişimi, ilerici toplumsal muhalefet güçleri açısından ilkeli, etkili ve samimi bir mücadele seçeneği olarak öne çıkmaktadır.
Büyük bir medya kampanyasıyla desteklenen ve AKP-Hamas-Müslüman Kardeşler şovuna dönüşen “Filistin’e yol açık” konvoyu, sonuçları itibariyle başarılı bir dışişleri operasyonuna imza attı. Konvoy, İsrail’i değil Mısır’ı zorlayacak bir güzergah tercihiyle tartışmaların odağına Mısır’ı yerleştirip, İsrail’i ve Türkiye egemenlerinin İsrail işbirlikçiliğini gözden kaçıran bir ‘Filistinle dayanışma mizanseni’ sergiledi. Çok geçmeden, İsrail’deki Türk Büyükelçisinin alçak koltuğa oturtulup azarlanmasıyla patlak veren koltuk krizi, yine kamuoyuna dönük boş efelenmelerden sonra İsrail’in özrü yeterli bulunarak çözümlendi. Aynı günlerde AKP hükümetinin müsteşarları, İsrail’de casus uçak Heron’ların alımı için anlaşmaya son noktayı koymakla meşguldü. Hükümet, İsrail’e posta koyma propagandası yaparken, savcılar, İsrail konsolosu Gabon Levy’yi protesto eden üniversiteliler hakkında üçüncü davayı açıyordu… Sonuç olarak, İsrail’in Filistin halkına yönelik saldırıları ve ablukası da, İsrail-Türkiye ikili ilişkileri de en ufak bir sekteye uğramadan sürüyor. Bu süreçte AKP hükümetinin Filistin sorununun çözümü açısından somut bir karşılığı bulunmayan şovları öne çıkarılırken, solun İsrail-Türkiye ikili ilişkilerinin kesilmesi yönündeki çağrıları soruşturmalarla, davalarla, medya sansürüyle bastırılmaya çalışılıyor.
İslamcılar seferde…
Hüsnü Mahalli, 16 Ocak tarihli köşe yazısının başlığını “Sol nerede?” diye koymuş. ‘Filistin’e yol açık’ konvoyuna katılanların arasında “Türkiye’den gidenlerin büyük bölümünün ‘İslami’ kimlikli olması dikkat çekmekteydi” demiş ve eklemiş: “Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Murat Mercan ve milletvekilleri arkadaşları ile İHH Genel Başkanı Bülent Yıldırım ve ekibinin büyük değer biçtiğim katkısı ile amacına ulaşan konvoyda ‘sol’ kimlikli insanların var olmaması ilginç ve bir o kadar garip. Hamas’ın ‘İslami’ bir örgüt olması ise böyle bir yokluğu asla açıklayamaz. Solun ideolojik mücadele tarihinde insanlık onurunun hep ön planda tutulduğu ve bunun için mücadele edildiği hatırlanırsa Türk solunun Gazze ve genel olarak Filistin halkı ile dayanışmada ağırlıklı olarak ortaya çıkmaması anlaşılır gibi değil.”
Gelişmeleri yalnızca medyanın yansıttıkları kadarıyla takip edebilen biri gerçekten de böyle düşünebilir. Ama işin arka planını gerek Ortadoğu, gerek Türkiye siyaseti açısından çok iyi bilen, medya sansürüne ve çarpıtmasına takılan gelişmelerden de işi gereği haberdar olan biri böyle derse ortada sorgulanması gereken bir niyet var demektir. Mahalli’nin, sola akıl fikir verme niyetine sahip bir yazar olmadığını hesaba kattığımızda, söz konusu yazısı da sonuç itibariyle Siyasal İslam’ın (özel olarak da AKP’nin) Filistin siyasetini yüceltmeye; solun kendine özgü bir eylemi, söylemi varsa onu da yok saymaya, silikleştirmeye yönelik bir yazıdır. Bu yönüyle, solun net bir yanıt üretmesi gereken karşı-propagandayı da çok iyi özetlemektedir.
Sol nerede?
Hakikaten sol nerede? Sol, mesela İsrail ve Hamas’ın çapraz ateşi altındaki Filistin solu, Gazze’de direnişin ön saflarında. Ama pek bilinmiyor. Çünkü Batı medyası gibi Ortadoğu medyasının misyonu da Gazze’yi Hamas’tan ibaretmiş gibi göstermek. Bu nedenle, geçtiğimiz haftalarda 42. kuruluş yıldönümünü Gazze’de 70 bin kişinin katıldığı bir mitingle kutlayan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) haberlerde yer bulamıyor. Örneğin El Cezire, FHKC’nin 42. kuruluş yıldönümü vesilesi ile İsrail’e üç küçük füze attığını haberleştiriyor ancak Gazze’deki kitlesel kutlamadan söz etmiyor.
Gelelim Türkiye’ye. Doğrudur, solun Filistin davasıyla 70’lerdeki kadar canlı bir bağı yok. Ancak bu durum, İsrail siyonizmi ve işbirlikçi politikalar karşısında en ilkeli ve samimi tutumun hala yalnızca sosyalistler tarafından verildiği gerçeğini değiştirmiyor. Peki, sol nerede? Sol, mesela şimdi Trabzon’da üniversitelerin soruşturma odalarında, mahkemelerde. İsrail konsolosu Gabon Levy, Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde Öğrenci Kolektifi üyesi öğrenciler tarafından protesto edilince önce haklarında rektörlük soruşturması açıldı, sonra savcılık onlarca öğrenci hakkında hapis cezası isteyerek üç ayrı dava açtı. Sol nerede? İsrail devletine ve bu devletle kurulacak ikili ilişkilere ilkesel olarak karşı çıktığı için, (AKP’li olsun olmasın) büyük medyanın görmek istemediği eylemlerde, dayanışma kampanyalarında ve şimdi de ikili ilişkilerin kesilmesi hedefiyle yürütülen bir Boykot kampanyasının inşa sürecinde.[1]
Bir de çuvaldızı kendimize batırarak soralım. Sol nerede? Sol, özel olarak Filistin’de genel olarak da Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler karşısında durması gerektiği yerin çok uzağında. Son yıllarda, Filistin sorunu bir dış siyaset meselesi olmaktan çıkıp Türkiye iç siyasetinin doğrudan bir unsuru haline gelirken, sol içinde Filistin meselesini Politik İslamcı hareketin gündemi olarak algılama ve/veya ihmal etme eğilimi de güçlendi. Bu da kimilerinin seyirci pozisyonuna çekilmesini, kimilerinin de solu giderek politikasızlaştıran ve silikleştiren bir İslamcılarla ittifak siyasetine sürüklenmesini beraberinde getirdi. 1 Mart 2003’te tezkerenin reddedilmesinde büyük payı olan savaş karşıtı hareket, bu yaklaşımlar nedeniyle parçalandı ve tüketildi. Tüm bu zaaflara rağmen, kayda değer bir mirasa, ilkelere ve potansiyele sahip olan sol içinde, bu potansiyeli harekete geçirmeye aday çabalar tükenmemiştir. Boykot kampanyası da, ilerici muhalefetin kayıtsızlığını ve parçalılığını aşma yönünde önemli bir fırsat sunmaktadır.
“Filistin’e Özgürlük, İsrail’e Boykot”
‘Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’, İsrail’in Gazze’ye yönelik büyük saldırısının birinci yıldönümüne denk gelen 27 Aralık günü İstiklal Caddesi’nde kitlesel bir yürüyüş düzenleyerek, Türkiye-İsrail ikili ilişkilerinin kesilmesi hedefiyle bir Boykot kampanyası başlatıldığını ilan etti (bkz. Filistin İçin İsrail’e Karşı Boykot Girişimi Deklarasyonu). Çok sayıda ilerici emek örgütü ve sol yapının bir araya gelmesiyle oluşan ve önümüzdeki dönemde ilerici muhalefet güçlerinin en geniş birliğini sağlamayı hedefleyen Girişim, İsrail saldırganlığına ve Türkiye’deki işbirlikçilerine karşı somut hedefleri olan, sürekli ve etkili bir mücadele çizgisi oluşturmayı hedefliyor. Bu çizgi, özellikle son 10 yılda sıçrama kaydeden askeri-ekonomik ilişkileri ile çıkarlarını bütünleştiren Türkiye ve İsrail egemenleri karşısında Filistin ve Türkiye halklarının çıkar ortaklaşmasından doğan ortak mücadele ihtiyacına da yanıt üretiyor.
Uzun süredir Filistin davası ile bağlarını nostaljik değinmelerin ötesine taşımakta zorlanan solun, baş döndürücü gündeme ve muhalefetin parçalılığına rağmen kayda değer bir örgütsel bileşimle ve somut mesajlarla gerçekleştirdiği bu eylem, ad
ı konmamış bir sansüre takıldı. AKP, İHH, Hamas ve Mısırlı Müslüman Kardeşler örgütünün şovuna dönüşen “Filistin’e yol açık” konvoyunun eylemi günler boyu canlı yayınlarla ekranlara taşınırken, medya, solun gündeme getirdiği Boykot kampanyasını ya görmezden geldi ya da çarpıtarak sundu.
İsrail’e yol açık
“Filistin’e yol açık” konvoyu ise, başarılı bir hedef saptırma ve işbirlikçileri aklama oyunu sergiledi. İsrail ablukası altında adeta ağır çekim bir soykırıma itilen Filistin halkına yardım taşıyan konvoy, nedense İsrail’e dokunmamayı tercih etti. Konvoyun Gazze’ye Mısır üzerinden girmeyi zorlaması ve sınırda Mısır güçleriyle yaşanan çatışma sonucunda, ablukanın İsrail değil de Mısır tarafından yürütüldüğü gibi bir görüntü yaratıldı. Türkiye’nin on milyonlarca dolarlık maddi yardımın yanı sıra, uçak ve gemilerle desteklediği konvoy, pek çok dayanışma örgütünün yaptığı gibi Gazze’nin İsrail işgali ve ablukası altındaki sınırlarını zorlamaktansa Mısır’a yöneldi.
Mısır halkını inim inim inleten, Filistin halkını da pek önemsemeyen, ABD işbirlikçisi Hüsnü Mübarek rejimini savunacak halimiz yok. Ancak Mısır ile Gazze arasındaki Refah sınır kapısında günlerce sürdürülen gerginliğin neden ve sonuçlarına iyi bakmak gerekiyor. Mısır, yıllardır Refah sınır kapısını kapalı tutuyor ve yardım konvoylarına engel çıkarıyor. Hatta şimdilerde, bütün sınırı, Gazze halkının yaşamsal ihtiyaçlarının kaçak olarak sağlandığı yeraltı tünelleriyle geçişleri dahi imkansız kılacak büyük bir duvarla kapatmayı planlıyor. Her ne olursa olsun, Gazze’de ölüme terk edilen Filistin halkının topraklarını işgal eden, yaşamsal kaynaklarına el koyan, sınırlarını kapatan, 60 küsur yıldır işgal, 4 yıldır da abluka altında tutan, bu nedenle de öncelikli olarak hedef alınması gereken Mısır değil İsrail’dir. Mısır, “Filistin’e yol açık” konvoyuna, Gazze’ye denizden girmesini önermiştir ancak konvoy bu öneriyi reddetmiş, Refah kapısında ısrar etmiştir. Konvoyun yardım diye sınırdan geçirmek istedikleri arasında, insani yardımın yanısıra (muhtemelen Hamas yöneticilerine hediye olarak götürülen) lüks cipler de vardır. Sınır geriliminin nedenlerinden biri de budur. Sonuç olarak konvoyun Refah kapısında günler süren bekleyişi sırasında İsrail’e yönelik eleştiriler duyulmaz olmuş, Filistinlilerin egemenlik haklarıyla, işgal ve ablukayla doğrudan ilgili olmayan Mısır sınırı meselesi öne çıkmıştır. Konvoy, İsrail’in önüne çıkmaya yanaşmamış, neticede İsrail’e yol açık kalmıştır.
Konvoyun örgütçülerinin İsrail’in müttefiki, Mısır’ın rakibi olduğu hesaba katıldığında aslında çok da bilinçli bir tercih yapıldığı anlaşılmaktadır. Kafilenin önemli bir bölümünü AKP yanlısı İslami yardım kuruluşu İHH oluştururken, AKP de 5 milletvekiliyle konvoya katılmıştır. Katıldı demek hafif olur, AKP hükümeti Hamas’la birlikte adeta katar başı olarak hareket etmiştir. Davos şovu gibi boş efelenmelere girişse de, askeri, ekonomik ve diplomatik ilişkileri tavizsiz ilerleterek İsrail’in cephaneliğini güçlendiren AKP hükümeti, Mısır’ı ise Ortadoğu siyasetindeki etkinliği nedeniyle bir rakip olarak görmektedir. Obama’nın İslam dünyasına seslenişini Türkiye’den değil de Mısır’dan yapması, İsrail-Filistin arabuluculuğunda Türkiye yerine Mısır’ın tercih edilmesi, aslında son bir yıl içinde AKP’nin hevesini kursağında bırakan gelişmeler olarak kayda geçmiştir.
Hal böyle olunca, “Filistin’e yol açık” konvoyunun artık Türkiye açısından önemli bir iç ve dış siyaset malzemesi haline gelen Filistin sorunu ile ilgili oldukça ince planlanmış bir dışişleri operasyonu olduğu anlaşılmaktadır. Dini ve insani duyarlılıklar istismar edilmiş ancak İsrail-AKP ittifakı gizlenip hedef saptıracak bir durum yaratılmış, hedef de AKP’nin Ortadoğu siyasetinde kendine rakip olarak gördüğü Mısır olmuştur.
Konvoy Filistinliler için tam olarak ne yaptı, diye sorarsak burası da karışıktır.[2] Yardımlar, Gazze halkına değil Hamas’a ulaştırılmıştır. Konvoya Avrupa’dan katılan eylemcilerin, Hamas görevlileri dışındaki kimselerle görüşmesi engellenmiş, konvoy katılımcıları güvenlik gerekçesiyle gözetim altında tutulmuştur. Hatta Hamas iç çatışmalara ve Gazze’deki diğer örgütlere yönelik baskılarına, misafirlerin hatrına dahi ara vermemiş, konvoy katılımcılarının gözü önünde El Fetih’lilerin evlerine baskınlar gerçekleştirilmiş, Avrupa’dan gelen konukların FHKC’lilerle görüşme girişimi engellenmiştir. Sonuçta konvoyun halklar arası dayanışmaya mı, yoksa Hamas’ın iktidar mücadelesine mi katkı sunduğunun anlaşılamadığı tartışmalı bir durum açığa çıkmıştır.
Hüsnü Mahalli ya da bir başkası, solu bu ikiyüzlülüğe alet olmadı diye Filistin davasına duyarsız kalmakla eleştirme hakkına sahip değildir. Kaldı ki sol, yanlışı eleştirdiği gibi doğruyu da ortaya koyabilmektedir.
İsrail’le yolları ayıralım
Solun gündeme getirdiği Boykot kampanyası ise, Filistin halkının kurtuluş mücadelesine somut bir destek sunmanın ancak İsrail’e somut yaptırımlar uygulanması ile mümkün olacağı ve bunun için de İsrail’le tüm askeri, ekonomik, diplomatik, akademik ve kültürel ilişkilere son verilmesi gerektiği gerçeğini ortaya koymaktadır. Haliyle İsrail ile işbirliği içinde olan AKP hükümeti, ordu, sermaye ve bunların sözcülüğünü yapan medya bu kampanyayı görmek istememektedir. Kimileri de, AKP yandaşı İHA ve Kanal 24’ün yaptığı gibi, bu kampanyayı İsrail ürünlerini boykota çağıran basit bir tüketici boykotu olarak yansıtmaya çalışmıştır (Oysa Boykot uluslararası alanda da Türkiye’de de ürünleri değil, İsrail devletini hedef almaktadır ve hedefte kola-çikolata vs. değil askeri, diplomatik, ekonomik, akdemik, kültürel ve politik ilişkiler vardır).
Ancak medyanın sansürü ya da çarpıtmalarının bir önemi yok. Çünkü Boykot kampanyası ile başlatılan şey bir şov ya da “basın açıklaması” muhalefeti değil, bir doğrudan eylem süreci. Emekçiler, aydınlar, gençlik her alanda Türkiye-İsrail ikili ilişkilerini hedef alarak işbirlikçiliğin ve gerici ikiyüzlülüğün tekerine çomak sokacak. Bu mücadele Boykot kampanyasını pek çok ülkede halihazırda başlatmış olan uluslararası emek hareketi ve Filistin solu ile dayanışma ve iletişim içinde yürütülerek enternasyonalizme vücut kazandıracak. Sol, bu kampanya ile gericilerin ikiyüzlü siyasetine terk edilen Filistin davasını çok daha etkili bir şekilde yeniden kazanma şansı yakalayacak.
Bitirirken Hüsnü Mahalli’nin yazısından, oldukça isabetli bir tespiti aktaralım: “İç ve dış konularla ilgili olarak gerçeği görmeyenler ve gerçekçi olamayanlar hep kaybedecektir.” Gerçek, şovların ertesinde en ufak bir zarar gördemen devam eden Türkiye-İsrail stratejik ittifakıdır. Bu ittifakın İsrail’e güç vererek, Filistin sorununun derinleşmesine yaptığı katkıdır.
İslamcı camianın ağır abilerinden Ümit Aktaş’ın dediği gibi, Tayyip Erdoğan’ın İsrail’e karşı sert söylemleri, doğrudan ABD’nin İsrail’i dizginleme siyasetiyle bağlantılıdır. Yani Mahalli’nin kastettiği gibi anti-emperyalist bir tepki falan değil, emperyalizmin yeni yönelimi doğrultusunda bir tepkidir. Üstelik son büyükelçi krizinde olduğu gibi en punduna düştüğü anda dahi AKP hükümeti İsrail’e karşı somut bir adım atmamaktadır. İsrail’de de Türkiye’de de sağ iktidarlar, karşılıklı atışmalarla heyecan yaratmakta, iç kamuoyunu tatmin ettikten sonra tükürdüklerini yalayıp k
ol kola girmektedir.
Sol bu ikiyüzlülüğe meydan vermemeli, Boykot kampanyasıyla hedeflendiği gibi İsrail ve Türkiye egemenlerinin çıkar ortaklığını hedef alan somut bir mücadele çizgisini öne çıkarmalıdır. Sol ve emek hareketi İsrail’e Karşı Boykot Girişimi’nin çağrısına kulak vermelidir. İşte o zaman, Trabzonlu üniversitelilerin eyleminde olduğu gibi, ak koyun kara koyun belli olacak, “sağ nerede, sol nerede” diye soranlar sorularının cevabını bulacaktır.
Dipnotlar:
[1] Gazze saldırısının başlangıcının yıldönümüne denk gelen 27 Aralık’ta Taksim’de iki eylem vardı. AKP yandaşı olmayanlar da dahil bütün medya İslamcıların eylemini haber yaparken, sol siyasi yapılar ve emek örgütleri tarafından düzenlenen yürüyüş ve açıklama basında yer bulmadı. Solun eylemlerinin görece cılızlığı bir gerçek olmakla birlikte, medyanın sansürü daima orantısız oldu. 2006’da da Halkevleri’nin Filistin ve Lübnan’la dayanışma için ülke çapında gerçekleştirdiği yardım kampanyası, tırlar dolusu yardım malzemesi toplanmasına, İstanbul’da ve Ankara’da binlerce kişinin katıldığı yardım konserleri düzenlenmesine rağmen medyada neredeyse hiç yer bulamamıştı. Aynı yıl Filistin Halkıyla Dayanışma Derneği’nin düzenlediği kampanya da emniyet ve İçişleri Bakanlığı engeline takılmış ve medyada yer bulamamıştı.
[2] İHH yetkililerinin taşınan milyonlarca dolarlık yardım, 143 araçlık konvoy, kiralık uçak ve geminin hangi kaynaklardan sağlandığı yönünde net bir beyanı yok. Toplanan para ne kadar, ulaştırılan para ne kadar, belli değil. Burada şaşırtıcı bir durum yok, İslami yardım kuruluşlarının geleneği böyle.